günlükler – tabutmag forum
“hastalıklı bir korku: çok fazla isyan ediyor. bu hafta psikiyatra gidiyorum, sırf tanışmak, orada olduğunu bilmek için. ve ironik ama ona ihtiyacım olduğunu hissediyorum. bir babaya ihtiyacım var. bir anneye ihtiyacım var. omzunda ağlayacak benden daha yaşlı, daha bilge birine ihtiyacım var. tanrıyla konuşuyorum ama gökyüzü bomboş, avcı takımyıldızı geçip gidiyor ama tek kelime etmiyor. lazarus gibi hissediyorum: bu hikâyenin müthiş bir büyüsü var. ölmüşken, yeniden ayağa kalkıyorum ve hatta intihara meyilli olduğum, ona çok yaklaştığım, yaralarım ve yanağımda gitgide belirginleşen (yoksa bu yalnızca benim hayal gücümün bir ürünü mü) doğum lekemle mezarımdan çıktığım hissine kapılıyorum. okuduklarımda, yazdıklarımla kendimi çok fazla özdeşleştiriyorum. strange interlude’daki nina’yım; bir koca, sevgili, baba ve oğul, hepsini bir anda istiyorum. ve şiirlerimi, titizlikle ince ince ördüğüm o akıcı şiirlerimi the new yorker’da yayımlatma ihtimaline ümitsizce bel bağladım.”

sylvia plath
günlükler —153-154

çeviren: merve sevtap ılgın
kırmızı kedi yayınları
“Mektubun daha şimdi geldi … Şehirde çıktığın yürüyüşten, savaştan bahsettiğin. Beni nasıl etkilediğini tahmin bile edemezsin. Zaman zaman arka plana itilebilen zihinsel savaşım şahlandı ve beni karın boşluğumdan yakaladı; kahvaltı etmeme bile izin vermeyen somut bir bulantıya dönüştü.

Şunu kabul etmek gerek: Ben korkağım; korkak ve kalpsiz. Şu ilkel hayatta kalma güdüsüyle, galiba en başta kendim için korkuyorum… öyle bir hale geliyor ki her anı korkunç bir yoğunlukta yaşıyorum. Dün gece, arabayla Boston’dan dönerken, koltuğa iyice yaslandım ve bıraktım bütün o renkli ışıklar, radyoda çalan müzik, arabayı kullanan adamın yansıması üstüme üstüme gelsin. Hepsi acının feryat eden azabıyla üstümden akıp gitti… Unutma, unutma, şimdiki zamandasın ve şimdi, şimdi. Bunu yaşa, bunu hisset, buna tutun. Kanıksadığım her şeyin şiddetle farkına varmak istiyorum. Bunun veda olabileceğini, son defa olabileceğini hissedince daha derinden sarsılıyor insan. Bir şeylere sahip olmak zorundayım. Her şeye, bütün bu muazzam gülünç şakaya henüz çok geç olmadan bir son veresim geliyor. Şiirler ve mektuplar yazmanın pek bir yararı olmuyor. Ama büyük adamların hepsi sağır; plastik tabanlı çizmeleriyle caddelerde salınırken ufak tefek tıkırtıları duymak bile istemiyorlar. Ed, sanırım bütün bunlar kulağa biraz çılgınca geliyor. Sanırım ben de öyleyim. Anneni, çocukluğunun güvenlik ve doğruluk simgesini mutfakta bir başına ağlarken yakalayınca; boylu boslu, buğulu gözlü, küçük erkek kardeşine bakıp bilim alanındaki bütün potansiyeline rağmen bir şans bile verilmeden önünün kesileceği aklına gelince… bütün bunlar insanın kanına dokunuyor.”

Sylvia Plath, Günlükler
Temmuz 1950

çeviren: merve sevtap ılgın
kırmızı kedi yayınları
“Burada, iri yastıklarla donatılmış koltukta oturuyorum; dışarıda cırcır böcekleri gıcırdıyor, vızıldıyor, cıvıldıyor. Kütüphanede, zemini eski kitap ciltlerinin rengindeki düz, kare taşlardan yapılma ortaçağa özgü mozaiklerle kaplı, en sevdiğim odadayım. Pas rengi, bakır, kahvemsi portakal, koyu kahverengi, kestane. Ve bir de derisi soyulup altındaki gülünç pembe, ebruli kumaşı açığa çıkan kestane rengi rahat deri sandalyeler var. Yağmurlu günlerinizi doldurabileceğiniz dost canlısı, kalın ciltleriyle kitaplar raflara dizili. İşte, yüzümde bana özgü olduğunu sandığım bölük pörçük gülümsemeyle burada oturuyorum: "Kadın dediğin bukleli saçlarının bir telinden kırmızı cilalı tırnaklarına kadar bir zevk makinesi, dünyanın bir taklidi değil de nedir." derken aklıma üst katta yatmış uyuyan güzel çocuklu aile geliyor, "Kendini üremenin o zevkli çarklarına, bir erkeğin evin içindeki rahat, teskin edici varlığına teslim etmek, daha iyi değil mi?" Yüzü, rüzgârda savrulup giden küller gibi bembeyaz Liz'i anımsıyorum; kırmızı rujlu dudakları sigarasında iz bırakıyor; dolgun göğüsleri siyah, dar hırkasının altına gizlenmiş. "Ama günün birinde bir adamı ne kadar mutlu edebileceğini bir düşünsene," demişti bana. Evet, düşünüyorum ve bir yere kadar her şey yolunda. Ama sonra her şeyi tepetaklak ediyorum ve aklım zihnimin gerisindeki E.’ye kayıyor, beyzbol maçı izlerken ya da televizyon seyrederken veya yeşil ve altın sarısı pırıltılar saçan bira kutuları ve küllükler yerlerde, erkek arkadaşlarıyla açık saçık bir espriye kahkahalarla gülerken düşünüyorum onu. Dönüp dolaşıp yine kendime varıyorum, burada böyle oturan, yüzen, boğulan, arzudan bezmiş halde. Gelenekleri felaket doğuracak etkiler bırakmaksızın kırmak için fazla vicdanlıyım; yalnızca gıpta ederek sınıra kadar dayanabilir, ben arzudan sırılsıklam ve daima yarıda kalmış halde kendimi randevudan randevuya sürükleyip dururken, hiçbir kuşkuya mahal vermeksizin cinsel açlığını giderebilen erkeklerden nefret, nefret, nefret edebilirim. Bütün bunlar beni hasta ediyor.”

Sylvia Plath
Günlükler (21-22)

(Eddie Cohen'e yazılan mektuptan alıntı)

Kırmızı Kedi Yayınları
Çeviren: Merve Sevtap ılgın