düşüş – tabutmag forum
“aramızda kalsın, şu halde kölelik, hem de gülümseyen kölelik kaçınılmaz bir şeydir. ama bunu kabul etmek zorunda değiliz. köleler edinmekten kendini alıkoyamayan kimsenin onlara özgür insan demesi daha iyi olmaz mı? önce ilke olarak, sonra da onları umutsuzluğa düşürmemek için. bu ödünü onlara borçluyuz, öyle değil mi? bu şekilde onlar gülümsemeye devam ederler, biz de vicdan rahatlığımızı koruruz. yoksa kendimizden vazgeçmek zorunda kalırdık, acıdan çılgın, dahası alçakgönüllü hale gelirdik, her şey mümkün. bakın dükkan tabelası da yok, bu tabela ise rezalet. kaldı ki, herkes masaya oturup gerçek işini, kimliğini açıklasaydı, ne halt edeceğimizi bilemezdik! şöyle kartvizitler düşünün: dupont, ödlek filozof ya da hıristiyan mülk sahibi ya da zina eden insansever, istediğinizi seçebilirsiniz. ama bir cehennem olurdu bu! evet, cehennem böyle olmalı: tabelalı caddeler ve düşüncesini anlatma olanaksızlığı. i̇nsan, kesin olarak sınıflandırılmıştır.

siz örneğin, aziz hemşerim, tabelanızın ne olacağını düşünün biraz.”

albert camus, düşüş
çev.: hüseyin demirhan
b. t.: 1997
“Şu bez koltuklara oturalım. Ne sis! Sanırım, boğuntu hücresi konusunda kalmıştım. Evet, söz konusu olan nedir söyleyeceğim size. Çırpınıp durduktan, o küstahça büyük havalarımı tükettikten sonra, çabalarımın yararsızlığından dolayı cesaretim kırılınca, insanlarla düşüp kalkmaktan vazgeçmeye karar verdim. Yoo hayır, ıssız ada aramadım, ıssız ada kalmadı artık. Yalnızca kadınlara sığındım. Bilirsiniz, onlar hiçbir güçsüzlüğü gerçekten mahkûm etmezler: Daha çok bizim güçlerimizi aşağılamaya ya da silahsızlandırmaya çalışırlar. İşte bu yüzden kadın, savaşçının değil, suçlunun ödülüdür. Onun limanıdır o, barınağıdır; erkek genellikle kadının yatağında tutuklanır. Bize yeryüzü cennetinden kalan tek şey değil midir kadın? Elim böğrümde kalınca, doğal limanıma koştum. Ama nutuk çekmiyordum artık. Hâlâ biraz oynuyordum, alışkanlıkla; ama buluş yeteneğim eksikti. Yine iri bir laf ederim korkusuyla, itiraftan çekiniyorum: Bana öyle geliyor ki, o dönemde bir aşk ihtiyacı duydum. Edepsizce, değil mi? Her ne olursa olsun, kör bir acı, bir tür yoksunluk duyuyordum, bu yoksunluk beni daha sahipsiz kıldı ve yarı zorla, yarı merakla birtakım bağlantılara girmemi sağladı. Sevmek ve sevilmek ihtiyacında olduğumdan, âşık olduğumu sandım. Başka deyimle, aptallık ettim.”

s.68
Albert Camus
Düşüş

Can Yayınları
Türkçesi: Hüseyin Demirhan
Ne demek istediğimi anlamıyor musunuz? Yorgunum, itiraf edeyim. Konuşurken ipin ucunu kaçırıyorum, dostlarımın övmekten hoşlandığı o zihin açıklığım kalmadı artık. Dostlarım diye de ilke olarak söylüyorum zaten. Artık dostlarım yok, yalnızca yardakçılarım var. Buna karşılık sayıları çoğaldı onların, tüm insanlık onlar. Tüm insanlık içinde de ilk önce siz. Orada bulunan kişi her zaman ilktir. Dostlarım olmadığını nasıl mı biliyorum? Çok basit: Bunu, iyi bir oyun oynamak, neredeyse onları cezalandırmak için kendimi öldürmeyi düşündüğüm gün keşfettim. Ama kimi cezalandırmak? Birkaçı şaşıracak, kimse kendini cezalandırılmış hissetmeyecekti. Anladım ki, dostlarım yoktu. Kaldı ki, dostlarım olsaydı bile, daha ilerlemiş olmayacaktım. Eğer intihar edebilsem de sonra suratlarını görebilseydim, o zaman ürküttüğüm kurbağaya değerdi. Ama yeryüzü karanlıktır, aziz dostum, tahta kalın, kefen ışık geçirmez. Ruhun gözleri, evet kuşkusuz, eğer bir ruh varsa ve onun da gözleri varsa! Ama işte, emin değilizdir, hiçbir zaman emin değilizdir. Yoksa bir çıkış yolu bulunurdu, insan kendini ciddiye aldırabilirdi en sonunda. İnsanlar gösterdiğiniz nedenlere, içtenliğinize ve acılarınızın ağırlığına ancak siz öldüğünüzde inanırlar. Hayatta olduğunuz sürece durumunuz kuşkuludur, ancak onların kuşkuculuğunu hak edersiniz. Bu durumda, manzaranın tadına varabileceğimize ilişkin tek bir inanç bulunsaydı, inanmak istemedikleri şeyi kanıtlayıp onları şaşırtmak zahmetine değerdi.

Albert Camus
Düşüş

s.52

Türkçesi: Hüseyin Demirhan
Can Yayınları, 1997