düşüş – tabutmag forum
‘Ne de olsa!’ diyordu komşular. Ne de olsa ne, sorarım size? Evet, görünüş bu baritonun aleyhineydi, kapıcı kadının da. Ama sevişmediklerini söyleyemezsiniz. Kadının kocasını sevmediğini de söyleyemezsiniz. Kaldı ki, giyim budalası herif, sesi ve kolları yorulup da ortadan yok olunca, bizim sadık kadın öleni yeniden övmeye başladı! Oysa ben öylelerini biliyorum ki, görünüş kendilerinden yana, ama gerçekte hiç de vefalı ve içten değiller. Bir adam tanıdım, kafasız bir kadına yaşamının yirmi yılını verdi, her şeyi feda etti ona, dostlarını, emeğini, dürüstlüğünü bile, ama bir akşam, kadını hiç sevmemiş olduğunu anladı. Canı sıkılıyordu, hepsi bu, insanların çoğu gibi canı sıkılıyordu. Böylece karmaşa ve dram dolu bir yaşam yaratmıştı kendine. Bir olayın olması gerek, insan bağlantılarından çoğunun açıklaması işte bu. Bir olayın olması gerek, hatta aşksız bir köleliğin, hatta savaşın ya da ölümün bile. O halde yaşasın ölü gömme törenleri!

s.28—29

Albert Camus
Düşüş

Çeviren: Hüseyin Demirhan
Can Yayınları
Ne olsun istersiniz? İnsanda en doğal olarak bulunan fikir, ona doğasının derininden kaynar gibi safça gelen fikir, masumluğun fikridir. Bu açıdan hepimiz, Buchenwald Toplama Kampında, kendisi de esir olan başvuru kayıt görevlisine gelip bir şikâyette bulunmakta inat eden şu küçük Fransıza benzeriz. Bir şikâyet mi? Görevli ve arkadaşları gülüşüyorlarmış: ‘Olmaz, oğlum, burada şikâyet yapılmaz.' Çocuk Bakın bayım, benim durumum ayrı. Masumum ben!' diyormuş.

Hepimizin durumu ayrıdır. Hepimiz bir konuda başvuruda bulunmak istiyoruz! Herkes, her ne pahasına olursa olsun, masum olmak dileğinde, hatta bunun için tüm insan soyunu ve Tanrıyı suçlamak gerekse bile. Bir insanı zeki ya da yüce ruhlu kılan çabaları övmekle onu şöyle böyle sevindirirsiniz. Tersine, onun doğal yüce ruhluluğuna hayran olursanız, yüzü ışıldar. Buna karşılık, bir suçluya, hatasının doğasından ya da karakterinden değil, talihsiz koşullardan ileri geldiğini söylerseniz, size derinden minnet duyar. Dahası, savunma sırasında ağlamak için bu ânı seçer. Ne var ki, doğuştan dürüst ya da zeki olmakta bir meziyet yoktur. (…) doğuştan suçlu olmakla koşullar gereği suçlu olmak arasında sorumluluk bakımından fark yoktur kuşkusuz. Ama bu hergeleler bağışlanmayı, yani sorumsuzluğu isterler ve utanmadan doğayla ilgili birtakım doğrulamalar ya da koşullarla ilgili özürler ileri sürerler, bunlar çelişik olsa bile. Önemli olan, onların masum olmalarıdır, erdemlerinin, doğuşun lütfuyla, kuşkuya düşürülemeyeceğidir.

Ve geçici bir talihsizlikten doğmuş olan hatalarının ancak geçici nitelikte oluşudur. Size söylemiştim, yargıdan kaçıp kurtulmak söz konusudur. Yargıdan kaçmak zor olduğundan, doğasını hem sevdirmek, hem bağışlatmak nazik iş olduğundan, hepsi de zengin olmaya çalışırlar. Niçin? Bunu merak ettiniz mi hiç?

s. 56-57
Albert Camus
Düşüş

Türkçesi: Hüseyin Demirhan
Can Yayınları
Ne demek istediğimi anlamıyor musunuz? Yorgunum, itiraf edeyim. Konuşurken ipin ucunu kaçırıyorum, dostlarımın övmekten hoşlandığı o zihin açıklığım kalmadı artık. Dostlarım diye de ilke olarak söylüyorum zaten. Artık dostlarım yok, yalnızca yardakçılarım var. Buna karşılık sayıları çoğaldı onların, tüm insanlık onlar. Tüm insanlık içinde de ilk önce siz. Orada bulunan kişi her zaman ilktir. Dostlarım olmadığını nasıl mı biliyorum? Çok basit: Bunu, iyi bir oyun oynamak, neredeyse onları cezalandırmak için kendimi öldürmeyi düşündüğüm gün keşfettim. Ama kimi cezalandırmak? Birkaçı şaşıracak, kimse kendini cezalandırılmış hissetmeyecekti. Anladım ki, dostlarım yoktu. Kaldı ki, dostlarım olsaydı bile, daha ilerlemiş olmayacaktım. Eğer intihar edebilsem de sonra suratlarını görebilseydim, o zaman ürküttüğüm kurbağaya değerdi. Ama yeryüzü karanlıktır, aziz dostum, tahta kalın, kefen ışık geçirmez. Ruhun gözleri, evet kuşkusuz, eğer bir ruh varsa ve onun da gözleri varsa! Ama işte, emin değilizdir, hiçbir zaman emin değilizdir. Yoksa bir çıkış yolu bulunurdu, insan kendini ciddiye aldırabilirdi en sonunda. İnsanlar gösterdiğiniz nedenlere, içtenliğinize ve acılarınızın ağırlığına ancak siz öldüğünüzde inanırlar. Hayatta olduğunuz sürece durumunuz kuşkuludur, ancak onların kuşkuculuğunu hak edersiniz. Bu durumda, manzaranın tadına varabileceğimize ilişkin tek bir inanç bulunsaydı, inanmak istemedikleri şeyi kanıtlayıp onları şaşırtmak zahmetine değerdi.

Albert Camus
Düşüş

s.52

Türkçesi: Hüseyin Demirhan
Can Yayınları, 1997
“Şu bez koltuklara oturalım. Ne sis! Sanırım, boğuntu hücresi konusunda kalmıştım. Evet, söz konusu olan nedir söyleyeceğim size. Çırpınıp durduktan, o küstahça büyük havalarımı tükettikten sonra, çabalarımın yararsızlığından dolayı cesaretim kırılınca, insanlarla düşüp kalkmaktan vazgeçmeye karar verdim. Yoo hayır, ıssız ada aramadım, ıssız ada kalmadı artık. Yalnızca kadınlara sığındım. Bilirsiniz, onlar hiçbir güçsüzlüğü gerçekten mahkûm etmezler: Daha çok bizim güçlerimizi aşağılamaya ya da silahsızlandırmaya çalışırlar. İşte bu yüzden kadın, savaşçının değil, suçlunun ödülüdür. Onun limanıdır o, barınağıdır; erkek genellikle kadının yatağında tutuklanır. Bize yeryüzü cennetinden kalan tek şey değil midir kadın? Elim böğrümde kalınca, doğal limanıma koştum. Ama nutuk çekmiyordum artık. Hâlâ biraz oynuyordum, alışkanlıkla; ama buluş yeteneğim eksikti. Yine iri bir laf ederim korkusuyla, itiraftan çekiniyorum: Bana öyle geliyor ki, o dönemde bir aşk ihtiyacı duydum. Edepsizce, değil mi? Her ne olursa olsun, kör bir acı, bir tür yoksunluk duyuyordum, bu yoksunluk beni daha sahipsiz kıldı ve yarı zorla, yarı merakla birtakım bağlantılara girmemi sağladı. Sevmek ve sevilmek ihtiyacında olduğumdan, âşık olduğumu sandım. Başka deyimle, aptallık ettim.”

s.68
Albert Camus
Düşüş

Can Yayınları
Türkçesi: Hüseyin Demirhan
“aramızda kalsın, şu halde kölelik, hem de gülümseyen kölelik kaçınılmaz bir şeydir. ama bunu kabul etmek zorunda değiliz. köleler edinmekten kendini alıkoyamayan kimsenin onlara özgür insan demesi daha iyi olmaz mı? önce ilke olarak, sonra da onları umutsuzluğa düşürmemek için. bu ödünü onlara borçluyuz, öyle değil mi? bu şekilde onlar gülümsemeye devam ederler, biz de vicdan rahatlığımızı koruruz. yoksa kendimizden vazgeçmek zorunda kalırdık, acıdan çılgın, dahası alçakgönüllü hale gelirdik, her şey mümkün. bakın dükkan tabelası da yok, bu tabela ise rezalet. kaldı ki, herkes masaya oturup gerçek işini, kimliğini açıklasaydı, ne halt edeceğimizi bilemezdik! şöyle kartvizitler düşünün: dupont, ödlek filozof ya da hıristiyan mülk sahibi ya da zina eden insansever, istediğinizi seçebilirsiniz. ama bir cehennem olurdu bu! evet, cehennem böyle olmalı: tabelalı caddeler ve düşüncesini anlatma olanaksızlığı. i̇nsan, kesin olarak sınıflandırılmıştır.

siz örneğin, aziz hemşerim, tabelanızın ne olacağını düşünün biraz.”

albert camus, düşüş
çev.: hüseyin demirhan
b. t.: 1997