“… bizi bir kamyona doldurdular. tüfekli bir erin nezaretinde. sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. tarih öncesi köpekler havlıyordu. aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler. duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki. anam sürgünde öldü, babam sürgünde öldü. memo’ya ve sana duyduğum sevgide bu ölümleri de, bu öksüzlükleri de değerlendirmelisin. aşkımın tandırdan yeni çekilmiş bir yufka gibi her dem sıcak ve taze olduğunu anlamalısın. yüksek öğrenim yıllarında başkent sokaklarında ceplerimi ellerimle doldurarak yürürken ilerde bir karım olacağını, çocuklarım olacağını düşünürdüm. yüzsüz, bedensiz bir şeydi bu kadın; bir gölge gibi düşlerimin arasından sıyrılır, geçer giderdi zaman zaman. sensin o kadın. o çocuklar memo ile elif. annemle babam bilecik’te şoşanın yanında yanyana iki mezarda uyuyorlar. annem 1938’de, babam 1957’de öldü. i̇ki ölüm arasında 20 yıllık bir ara var. ama işte ikisi de yanyana yatıyor. birgün gidelim, gidelim mi? büyükannemle haşan amcam da şu koyu yeşilliğin altındalar. ama yan yana değiller. "sizin hiç babanız öldü mü?"
*
biz gözyaşımızı gizleyen insanlarız
biz kahkahamızı da gizleriz
biz koşuyu kaybettikten sonra da koşan atlarız
*
seni seviyorum.”
cemal süreya
onüç günün mektupları
23 temmuz, pazar, beykoz
can yayınları —1990
*
biz gözyaşımızı gizleyen insanlarız
biz kahkahamızı da gizleriz
biz koşuyu kaybettikten sonra da koşan atlarız
*
seni seviyorum.”
cemal süreya
onüç günün mektupları
23 temmuz, pazar, beykoz
can yayınları —1990