gecenin sonuna yolculuk – tabutmag forum
“hangi cehenneme gidiyorduk? ya hep birlikte ya hiçbir zaman varamayacağımız bu hedefe yönelirken, yeni dostlarının ellerini tutabilmek istiyordu o da. artık aynı yolun yolcusuyduk. gecenin içinde yürümeyi öğrenmesi gerekecekti rahip efendinin, tıpkı bizler gibi, diğerleri gibi. hâlâ tökezliyordu.

düşmemek için ne yapması gerektiğini soruyordu bana. madem korkacaktı, gelmeseydi o zaman! sonuna hep birlikte varacaktık ve işte o zaman öğrenecektik bu macerada ne bulmayı ummuş olduğumuzu. yaşam bundan ibarettir, gecenin içinde son bulan bir ışık parçası.

kaldı ki, belki de asla öğrenemeyecektik, hiçbir şey bulamayacaktık. ölüm de budur işte.”

louis-ferdinand céline
gecenin sonuna yolculuk

çeviren: yiğit bener
yky — 2002
Daha önce en çok meraklısı olduğumuz şeylerden, günün birinde artık gitgide daha az söz eder oluveririz, ille de konuşmak gerektiğinde de zorlanırız. Hep kendi sesimizi duymaktan gına gelmiştir... Kısa keseriz... Vazgeçeriz... Otuz yıldır konuşup duruyoruzdur zaten... Haklı çıkmayı bile umursamamaya başlarız. Zevkler arasında kendimize ayırdığımız o küçük yeri bile koruma arzusunu yitiririz... Kendimizden iğreniriz... Azıcık karnını doyurmak, birazcık ısınmak ve hiçbir yere varmayan yolda giderken mümkün olduğu kadar çok uyuyabilmek artık yetiyor da artıyordur bile. Yeniden bir şeylere ilgi duymak için başkalarının önünde takınacak yeni surat ifadeleri bulmak gerek... Ancak artık repertuarımızı değiştirecek gücümüz kalmamıştır. Eveleyip geveleriz. Onların, yani dostların arasında kalabilmek için bin türlü numara ve bahane ararız, ancak ölüm de artık buradadır, leş kokulu, yanı başımızda, artık daima orada kalacaktır, bir el pişpirik kadar bile gizemi kalmamış olacaktır. Gözümüzde bir anlam ifade etmeye devam eden tek şey olarak ufak tefek üzüntülerimiz kalmıştır, söz gelimi o küçük şarkısı bir Şubat akşamı ebediyen susan Bois-Colombes’daki ihtiyar amcamızı henüz sağken ziyaret etmeye bir türlü zaman ayıramamış olmanın üzüntüsü. Yaşamdan geriye sakladığımız bir bu kalmıştır. Yani bu ufacık korkunç pişmanlık, gerisini ise, az çok yolda kusmuşuzdur, epey çabalayarak ve zorlanarak da olsa. Artık kimsenin geçmediği bir sokağın köşesindeki eski püskü bir anı fenerine dönüşmüşüzdür.

Madem canımız sıkılacak, bunu oldu olacak, mümkün olan en az yorucu yöntemle, yani yine de gayet düzenli alışkanlıklarla yapmakta yarar vardır. Müessesede her şeyin saat onda yatakta olması konusunda çok titizdim. Işıkları ben söndürüyordum. İşler kendiliğinden düzene giriyordu.

Zaten öyle pek de düş gücü harcamamıza gerek kalmadı. Baryton’un geliştirdiği “Geri zekâlılar sinemaya” sistemi bizi yeterince oyalıyordu. Müessese artık pek fazla tasarruf edemiyordu. İsraf, diyorduk kendi kendimize, patron için ciddi bir endişe kaynağı olduğuna göre, belki de onu geri gelmeye teşvik eder.

Robinson’un yazın bahçede hastalarımızı dans ettirebilmesi için bir akordeon satın almıştık. Vigny’de hastaları sabah akşam oyalamak kolay değildi. Onları her dakika kiliseye de yollayamazdık ki, orada canları fazla sıkılıyordu. Toulouse’dan bir daha asla haber alamadık, Peder Protiste bir daha asla beni görmeye gelmedi. Tımarhane’deki yaşantımız tekdüze, kaçamak bir biçimde hizaya giriyordu. Manevi olarak, içimiz rahat değildi. Fazla sayıda hayalet vardı, ortalıkta.

Yine aylar geçti. Robinson yeniden sağlıklı bir görünüme kavuşuyordu. Paskalya’da, delilerimiz biraz ortalığı birbirine kattılar, açık renkli şık giysili kadınlar bahçelerimizin önünden geçiyorlardı, bir o yana bir bu yana. Erken bahar. Bol miktarda bromür.

“Tarapout”da benim figüranlık yaptığım dönemden bu yana personel birkaç kez yenilenmişti. Küçük İngiliz kızlar iyice uzaklara kaçmıştı, bana söylenen oydu, Avustralya’ya. Onları bir daha asla göremeyecektik...

Tania’yla yaşadıklarımdan sonra kulislere girmemi yasaklamışlardı. Israr etmedim.

Sağa sola her tarafa ve özellikle de Kuzey ülkelerinin konsolosluklarına mektuplar yazmaya koyulduk, Baryton’un olası geçişleri hakkında ipucu toplayabilmek amacıyla. Onlardan dişe dokunur hiçbir yanıt alamadık.

Parapine benim yanımda teknik hizmetlerini sessizce ve telaşlanmadan sunmaya devam ediyordu. Yirmi dört ayda, toplam yirmi cümleden fazlası çıkmamıştı ağzından. Günlük gelişmelerin gerektirdiği ufak tefek idari ve maddi düzenlemeleri hemen hemen tek başıma kararlaştırmak zorunda kalıyordum. Ara sıra çuvalladığını oluyordu. Parapine bunları asla yüzüme vurmuyordu. Karşılıklı kayıtsızlık sayesinde anlaşıyorduk. Kaldı ki yeterli sayıda bir hasta akışı kurumumuzun maddi gereksinimlerini karşılamaya yetiyordu.

louis-ferdinand céline
gecenin sonuna yolculuk

çeviren: yiğit bener
yky — 2002