ii. dünya savaşı'nda
21 yaşındaydım
ve otobüsle
new orleans'e gidiyordum.
asker
doluydu
otobüs
üniformasız
iki genç
vardı
sadece
kızıl saçlı bir tip
ve
ben.
kızıl saçlı
tip
sürekli
askerlere
durumunu
izah ediyordu:
“tanrım, bana
inanmak
zorundasınız, sizinle
birlikte olmaya can atıyorum
ama beni almıyorlar
kalbim delik!”
“tama
anlıyoruz,” dediler
ona.
benim günah çıkarmaya
ihtiyacım yoktu,
bir kurtarıcıya ihtiyacım
vardı.
cep viskimi
çıkardım,
bir fırt
alıp
pencereden dışarıyı
seyrettim…
hava
kararmak
üzereydi
otobüs
askerler tarafından
çölün kenarında
durdurulduğunda,
askerlerden
ikisi
otobüse binerken
diğerleri
dışarıda beklediler
otobüste
sert adımlarla
yürüyüp
her yolcuya
aynı soruyu sordular:
“nerelisin?”
otobüsün
onda dokuzu
orta batıdandı
anlaşılan
“pasadena,
kaliforniya,” dedim
sıra bana
geldiğinde
“nereye
gidiyorsun?”
“cenazeye, kardeşim
öldü.”
otobüsün
arkasına doğru
ilerlediler
ve
yaşlı bir adamın
yanında durdular-
“doğum
yerin?”
“galiba,” dedi
ihtiyar, “bu sizi
hiç ilgilendirmez.”
“bayım, size
nerede doğduğunuzu
sordum?”
“burası
demokratik bir ülke, bu
soruyu yanıtlamak
zorunda değilim.”
“orospu
çocuğu!”
asker
ihtiyarı
ceketinin
yakasından
kavradı
koltuğundan
kaldırdı
ve
sürükleye sürükleye
indirdiler
ihtiyarı
otobüsün
ön kapısından.
otobüs
bekledi
ve biz
pencereden
bir grup
askerin
ihtiyarın
etrafına
toplanışını
seyrettik.
“seni
tutukluyoruz!” dedi
biri
“ama bavulum
otobüste!”
“sikmişim
bavulunu!”
askerlerden
biri
otobüsün şoförüne
işaret etti
ve
otobüs
hareket etti.
gece birden
çökerken
kimse
tek laf
etmedi
bir süre
sonra
kızıl saçlı tip
başladı
yine:
“bakın, bu savaşa
katılmayı gerçekten çok
istiyorum, her şeyimi
veririm, ama
kalbim
hasta.”
otobüs
yoluna
devam
etti.
charles bukowski
“askeri birlikler”
21 yaşındaydım
ve otobüsle
new orleans'e gidiyordum.
asker
doluydu
otobüs
üniformasız
iki genç
vardı
sadece
kızıl saçlı bir tip
ve
ben.
kızıl saçlı
tip
sürekli
askerlere
durumunu
izah ediyordu:
“tanrım, bana
inanmak
zorundasınız, sizinle
birlikte olmaya can atıyorum
ama beni almıyorlar
kalbim delik!”
“tama
anlıyoruz,” dediler
ona.
benim günah çıkarmaya
ihtiyacım yoktu,
bir kurtarıcıya ihtiyacım
vardı.
cep viskimi
çıkardım,
bir fırt
alıp
pencereden dışarıyı
seyrettim…
hava
kararmak
üzereydi
otobüs
askerler tarafından
çölün kenarında
durdurulduğunda,
askerlerden
ikisi
otobüse binerken
diğerleri
dışarıda beklediler
otobüste
sert adımlarla
yürüyüp
her yolcuya
aynı soruyu sordular:
“nerelisin?”
otobüsün
onda dokuzu
orta batıdandı
anlaşılan
“pasadena,
kaliforniya,” dedim
sıra bana
geldiğinde
“nereye
gidiyorsun?”
“cenazeye, kardeşim
öldü.”
otobüsün
arkasına doğru
ilerlediler
ve
yaşlı bir adamın
yanında durdular-
“doğum
yerin?”
“galiba,” dedi
ihtiyar, “bu sizi
hiç ilgilendirmez.”
“bayım, size
nerede doğduğunuzu
sordum?”
“burası
demokratik bir ülke, bu
soruyu yanıtlamak
zorunda değilim.”
“orospu
çocuğu!”
asker
ihtiyarı
ceketinin
yakasından
kavradı
koltuğundan
kaldırdı
ve
sürükleye sürükleye
indirdiler
ihtiyarı
otobüsün
ön kapısından.
otobüs
bekledi
ve biz
pencereden
bir grup
askerin
ihtiyarın
etrafına
toplanışını
seyrettik.
“seni
tutukluyoruz!” dedi
biri
“ama bavulum
otobüste!”
“sikmişim
bavulunu!”
askerlerden
biri
otobüsün şoförüne
işaret etti
ve
otobüs
hareket etti.
gece birden
çökerken
kimse
tek laf
etmedi
bir süre
sonra
kızıl saçlı tip
başladı
yine:
“bakın, bu savaşa
katılmayı gerçekten çok
istiyorum, her şeyimi
veririm, ama
kalbim
hasta.”
otobüs
yoluna
devam
etti.
charles bukowski
“askeri birlikler”