baştan çıkarma üzerine – tabutmag forum
“(…) haz, daha tutku verici ve tutkulu başka bir oyunun gerekçesidir yalnızca -duygu i̇mparatorluğu'nda da böyleydi; haz aracılığıyla ulaşılmak istenen yer, hazzın en uç noktası ve ötesiydi; haz, arzunun saf işleyişine üstün gelen bir meydan okumadır; çünkü onun mantığı daha da baş döndürücüdür; çünkü haz bir itkiden başka bir şey değilken, arzu bir tutkudur.”

jean baudrillard
baştan çıkarma üzerine

fransızca’dan çeviren: ayşegül sönmezay
En saf biçimin, bu dağınık, cazibesiz, kozsuz baştan çıkarma olduğunu mu düşünmeliyiz? En saf biçimin, bizim gizemsiz devrelerimizde, affektsiz fantazmalarımızda, bağlantısız bağlantı şebekelerimizde dolaşan bu baştan çıkarma tayfı olduğunu mu düşünmeliyiz? Tiyatronun en saf biçiminin, katılıma ve kendini ifade etmeye fırsat veren, ancak sahnenin ve sahne büyüsünün yok olduğu modern happening olduğunu mu düşünmemiz gerekiyor? Resim sanatının ve sanatın en saf biçiminin varsayımsal, aşırıgerçekçi, gerçeğin üstünde kalan —acting pictures, land art, body—art— ve yanılsamanın nesnesinin, çerçevesinin ve sahnesinin yok olduğu bu müdahale olduğunu mu düşünmemiz gerekiyor?

Gerçekten de saf biçimler içinde yaşıyoruz; eskiden gizli ve farklılaşmış olan figürlerin radikal, yani görünür ve farklılaşmamış müstehcenliği ortamında sürdürüyoruz yaşamımızı. Toplumsalın durumu da aynı; o da, bugün kendi saf, yani müstehcen ve boş biçimini sürdürüyor —baştan çıkarmanın durumu farksız; günümüzde baştan çıkarma her tür rastlantısallığı, belirsizliği, büyüyü kaybederek hafif ve farklılaşmamış bir müstehcenlik biçimini aldı.

Walter Benjamin'in sanat eserlerine ve sanat eserlerinin kaderine uyguladığı soykütüğüne başvurmak gerekiyor: Tapınmanın eski biçimlerinde sanat eserinin öncelikli konumu ritüel nesne olmasıydı. Daha sonraları, zorunlulukların en aza indirgendiği sistemlerde kültürel ve estetik bir biçim halini aldı. Bu biçimiyle de biricik olma özelliğini koruyan sanat eseri, ritüel nesnede içkin olma özelliğini kaybederek aşkın olma ve bireysel olma niteliklerini kazandı. Ancak, bu estetik biçim siyasal biçimlenmeye meydan vermiyor; eser, teknik kopyalamaya dayanan kaçınılmaz kaderini yaşıyor ve bir eser olarak yok oluyor. Her ne kadar ritüel biçim özgünlüğe önem vermese de (kutsallık, kült nesnelerinin estetik özgünlüğüyle ilgilenmez) siyasal biçimin içinde yolunu kaybediyor: Ortalıkta dolaşan bir yığın nesnenin hangi özgün yaratıma ait olduklarını bilemiyoruz. Siyasal biçim, en küçük yoğunluktaki nesnelerin en geniş dolaşımına denk düşüyor.

Demek ki, baştan çıkarmanın ritüel evresi (ikil, büyülü, çatışmalı), estetik evresi (Baştan Çıkarıcı'nın "estetik strateji"sine yansıyan evre; bu stratejinin yörüngesi, dişil olanın ve cinselliğin, ironik ve şeytanca olanın yörüngesine yaklaştığı zaman bizler için taşıdığı anlamı kazanıyor: Görünümlerin lanetli ayartıcılığı, stratejisi, oyunu) ve nihayet "siyasal" evresi var (burada, pek açık olmasa da Benjamin'in ifadesini kullanıyoruz). Siyasal evrede baştan çıkarmanın hem özgünlüğü hem de ritüel ve estetik biçimleri tümüyle kayboluyor; bütün yönlere dağılan baştan çıkarma siyasetin, biçimsel olmayan biçimi halini alıyor. Böylece baştan çıkarma, hiç de anlaşılır olmayan ve içeriksiz bir biçimi sonsuza dek yeniden üretmeye kendini adayan siyasetin, giderek etkisini yitiren bir aldatmacasına dönüşüyor. (Biçimsel olmayan bir biçim olarak teknik sistemden ayrılması imkânsızlaşıyor ve ağlar tarafından kurulmuş bir biçim olmaktan ibaret kalıyor —tıpkı nesnenin siyasal biçiminin, dizisel yeniden üretim tekniğinden ayrılamaması gibi). Bu "siyasal" biçim, tıpkı nesnelerde olduğu gibi, düşük yoğunluktaki baştan çıkarmanın en geniş dağılımını anlatıyor.

Baştan çıkarmanın kaderi böyle mi olacak?

Yoksa, kapanımlı olma özelliği taşıyan bu kadere karşı çıkıp, baştan çıkarmanın bir kader olmasını mı savunmalıyız? Üretimi mi bir kader olarak kabullenmeliyiz, yoksa baştan çıkarmayı mı? Derinliklerden gelen hakikatin karşısına görünümün kaderini mi koymalıyız? Her ne olursa olsun, anlamsızlık ortamında yaşıyoruz; bu ortamın coşkusuz hali simülasyon olduğuna göre, coşkulu hali de, olsa olsa baştan çıkarmadır.

Ne anatomi ne de siyaset bir kader olabilir. Oysa baştan çıkarma kaderdir. Kaderden, kozdan, büyüden, alınyazısından ve esrimeden bize arta kalan şeydir baştan çıkarma. Her şeyin görünür ve coşkusuz etkisine dayanan bir dünyada, sessiz etkilerin bıraktığı bir mirastır.

Dünya çırılçıplak, kral çıplak, nesneler apaçık. Bütün üretim ve hatta hakikatin kendisi böylesi bir yoksunluğu hedefliyor. Çok kısa bir süre önce ortaya atılan içi kof cinsellik “hakikat”i bile yoksunluğa dayanıyor. Neyse ki, onun da hiçbir derinliği yok. Baştan çıkarma ve hatta hakikatin baştan çıkarması, en zorlu kapıları açan anahtarı elinde tutuyor. “Onu soymak istememizin nedeni, belki de onu çıplak hayal etmenin bu denli zor olmasıdır.”

Jean Baudrillard
Baştan Çıkarma Üzerine

III. Baştan Çıkarmanın Siyasal Kaderi
—— Baştan Çıkarma Kaderdir
s. 221-223

Fransızca’dan Çeviren:
Ayşegül Sönmezay

Ayrıntı Yayınları