yeryüzü ayetleri – tabutmag forum
ve şaşkınlık içindeki yüz
pencerenin ötesinden bana
"hak görenledir
ben kaybolmuşluk duygusu kadar korkuncum
ama tanrım
nasıl korkulabilir benden
ben, ben ki hiçbir zaman
gökyüzünün sisli çatılarında
başıboş ve hafif bir uçurtmadan başka
bir şey değildim
aşkımı ve hevesimi ve nefretimi ve derdimi
mezarlığın geceden yalnızlığında
adına ölüm denen fare kemirmektedir" dedi

ve
akışkan suretini rüzgarın,
anbean silip değiştirdiği o şaşkınlık içindeki yüz
ince uzantılı sarkık çizgileriyle
ve gecenin tenha kımıldanışlarının çalıp kendi genişliğine serdiği
deniz dibi bitkileri gibi yumuşak saçlarıyla
pencerenin öte yanından akıyordu
ve haykırdı:
"inanın
ben yaşamıyorum"
ben onun ötesinden karanlığın birikmesini
ve gümüşten çam kozalaklarını
görüyordum hâlâ, ah, fakat o...
kayıp gidiyordu tüm bunların üzerinden
ve zirveye tırmanıyordu sınır tanımayan yüreği
sanki yeşil hisleriydi ağaçların
ve gözleri sonsuza dek var olacaktı

"haklısınız
ben ölümümden sonra
aynaya bakmaya yeltenmedim hiçbir zaman
ve o kadar ölüyüm ki
ölümden başka hiçbir şey
kanıtlayamaz varlığımı
ah
acaba siz
gecenin himayesinde, bahçenin bitiminden aya
doğru koşan

bir ağustosböceği sesi
duydunuz mu hiç?

sanırım bütün yıldızlar
yitik bir göğe göçüp gitmişler
ve şehir, şehir ne sessizdi
yol boyu
solgun heykellerden
ve süprüntü ve tütün kokan birkaç çöpçüden
ve uykulu, yorgun bir bekçiden başka
hiçbir şey çıkmadı karşıma

yazık
ben ölüyüm
ve gece hâlâ
o anlamsız gecenin devamıdır sanki"

sustu
ve ağlama isteği
gözlerinin sınırsız evrenini
sızlattı, kederlendirdi

"ey sizler, yüzlerini
hayatın hüzünlü örtüsünün gölgesinde saklayanlar
acaba ara sıra da olsa
keder uyandıran bu gerçeği
bugünün dirilerinin, bir dirinin posasından başka bir şey olmadıklarını
düşünüyor musunuz?

sanki bir çocuk
daha ilk gülümsemesiyle birlikte yaşlanmıştır
ve kalp —doğruluğunu yitirmiş bu kitabe—
kendi taştan itibarına
güvenmeyecektir artık

belki olmaya bağımlılık
ve durmaksızın sakinleştirici kullanma
insani, saf, temiz istekleri
yokluğa sürüklemiştir.
belki ruhu
ıssız bir adanın yalnızlığına
sürdüler
belki de ben ağustosböceği sesini düşümde
gördüm

öyleyse tahta süngülerine yaslanan bu piyadeler
o rüzgar bacaklı atlılar mı?
ve bu zayıf, kamburlu afyonkeşler
o yüce düşünceli, pirüpak arifler mi?
öyleyse doğru, doğru
insanların artık zuhuru beklemediği
ve sevdalı kızların
gergef işledikleri iğneleriyle
tez kanan gözlerini oydukları?

şimdi seher vakti uykularının derinliklerinde
karga seslerinin yankıları duyulmakta
aynalar ayılmakta
ve tek ve tenha suretler
kendilerini uyanışın ilk gerinmesine
ve uğursuz kabusların yıkıcı hücumuna
bırakmakta

yazık
ben
kandan, kanlı destanlardan başka sözü olmayan
ve gururdan, kendini hiç bu kadar alçaltmamış olan
gururdan ibaret
bütün hatıralarımla
şansımın son deminde beklemekteyim
ve kulak, veriyorum: ses yok
uzun uzun bakıyorum: yaprak kımıldamıyor
ve bütün safiyetin benliği olan adım mezarların
tozunu bile
kımıldatmıyor artık

sarsıldı
ve iki yanına yıkıldı
talepkâr elleri,
çatlaklardan
uzun ahlar gibi
uzandı bana doğru

"soğuk
ve rüzgar çizgilerimi kesiyor
acaba bu diyarda
yok olmuş yüzleriyle tanışmaktan
korkmayan kimseler var mıdır hala?
acaba zamanı gelmedi mi
bu küçük pencerenin ardına kadar açılmasının
ve gökyüzünün yağmasının
ve insanın kendi cenazesinde gözyaşı dökerek
namaz kılmasının?"

belki inleyen bir kuştu
ya da rüzgâr, ağaçların arasında
ya da bendim, kendi yüreğimin çıkmazında
kederden, utançtan ve üzüntüden dalgalarla
yükseliyordum

ve pencere aralığından görüyordum
o iki el
o iki acı serzeniş
öylece
yalancı şafağın aydınlığında
iki elime uzanan o iki el
eriyordu
ve soğuk ufukta bir ses
haykırdı:
"hoşçakal!"

——
füruğ ferruhzâd
gecede görüşme (yeniden doğuş)
63-67

yeryüzü ayetleri
çeviren: makbule aras
can yayınları, 2008
içim sıkılıyor
içim sıkılıyor
avluya çıkıyorum ve parmaklarımı
gecenin gergin teninde gezdiriyorum

hiç ışık yok
hiç ışık yok

kimse güneşle tanıştırmayacak beni
kimse serçelerin şölenine
götürmeyecek beni
uçmayı anımsa
kuş ölümlüdür

Kuş Ölümlüdür (İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına)
99

yeryüzü ayetleri
çeviren: makbule aras
can yayınları, 2008
O Günler

o günler geçip gitti
o güzel günler
o dopdolu, esenlik içindeki günler
o pul pul ışıldayan gökyüzü
o kiraz dolu dallar
yemyeşil sarmaşıklarla kaplı birbirine yaslanmış o evler
oyunbaz uçurtmaların süzüldüğü o çatılar
akasya kokularından başı dönen o sokaklar

o günler geçip gitti
o günler, kirpiklerimin arasından
şarkılarım, hava kabarcıkları gibi kaynayıp coşardı
gözlerim, taze sütü içer gibi içerdi
bakışlarımın değdiği her şeyi
sanki gözbebeklerimde
her sabah ihtiyar güneşle
arayışın keşfedilmemiş çölüne koşan
her gece karanlığın ormanına dalan
mutluluğun huzursuz tavşanı vardı

o günler geçip gitti
o sükût içindeki karlı günler
sımsıcak odada, pencereden
dışarıyı seyre dalardım, başım dönerek
saf, beyaz kar tanelerim
tüy gibi yumuşak
usulca yağardı
köhne ahşap merdivene
aşınmış çamaşır ipine
kocamış çamların saçlarına
ve ben yarını düşünürdüm, ah!
yarın...

kaygan, beyaz boşluk
büyükannemin çarşafının hışırtılarıyla başlardı
ve onun kapı aralığında beliren titrek gölgesiyle
-ki ansızın ışığın soğuk dünyasına bırakırdı kendini-
vitraylardaki güvercin suretlerinin ürkek kanat çırpışlarında
başlardı
yarın...

uyku, mangalla ısınan yatakta gözlerime yürürdü ben çarçabuk ve korkusuzca
annemin bakışlarından uzakta
eski ödevlerimden hatalarımı gösteren çizgileri silerdim
kar yağışı dindiğinde
bahçede dolaşmaya çıkardım hüzünle
yaseminleri kurumuş saksıların dibine
ölü serçelerimi gömerdim

o günler geçip gitti
o esrik, şaşırtan
uykuyla uyanıklık arasında geçen günler
o günler, her gölge bir giz taşırdı
ağzı kapalı her kutu bir hazine saklardı
sandık odasının her köşesi öğlen sessizliğinde
başka bir dünya oluverirdi sanki
kimse karanlıktan korkmazdı
gözlerimde bir kahraman belirirdi

o günler geçip gitti
o bayram günleri
o güneş ve çiçek bekleyişleri
kışın son sabahında şehre çıkagelen
suskun ve mahcup kır nergislerinin
burcu burcu kokuları...
yeşil gölgelerin uzayıp giden caddesinde

seyyar satıcıların sesleri
çarşının baş döndüren kokuları içinde yüzerdi keskin kahve ve balık kokuları içinde
çarşı, ayaklar altında genişler, uzar,
yolun her ânına karışırdı
ve dönüp dururdu oyuncak bebeklerin gözlerinde

anneydi çarşı
akışkan, renkli oylumlara hızla akan
hediye paketleri ve dolu filelerle geri dönen
çarşı yağmurdu, yağan, yağan, yağan...

o günler geçip gitti
o bedenin gizleri içinde kaybolunan günler
mavi damarların güzelliğiyle
çekingen tanışma günleri

bir el, bir dal çiçekle
duvarın ardından uzanırdı
öteki ele
ve küçük mürekkep lekeleri
bu kıvranan, ürkek, kaygılı elin üzerinde
ve aşk
utangaç bir selamla kendini anlatırdı
sıcak, dumanlı öğle saatlerinde
biz sokağın tozunda aşkımızı okurduk
biz, güneğiklerin saf diline
aşinaydık
kalplerimizi masum sevgiler bahçesine götürür ağaçlara ödünç verirdik
ve top
buse sözleriyle dolaşırdı
elden ele
ve aşktı, o tanımlanamaz duygu
holün karanlığında bizi ansızın kuşatan


yakıcı nefeslerin, hızlı kalp atışlarının, kaçak gülüşlerin arasından
bizi kendine çekip sürükleyen

o günler geçip gitti
o günler, güneşte kuruyan otlar gibi
kuruyup soldular güneşin altında
ve yitip gittiler akasya kokularından başı dönen sokaklar

dönüşü olmayan yolların hay huyunda
kayboldular
ve yanaklarını
sardunya yapraklarıyla al al eden o kız ah!
şimdi yalnız bir kadın
şimdi yalnız bir kadın

s.72-75
Füruğ Ferruhzad
Yeryüzü Ayetleri

Çeviren: Makbule Aras
Can Yayınları