yaratma cesareti – tabutmag forum
bu cesaret, umutsuzluğun karşıtı olmayacaktır. tıpkı bu ülkede yaşayan her duyarlı kişinin son 20-30 yıldır karşılaştığı gibi, umutsuzlukla sık sık yüz yüze geleceğiz. bu yüzden kierkegaard, nietzsche, camus ve sartre cesaretin umutsuzluğun yokluğu olmadığını ortaya attılar; cesaret, daha çok, umutsuzluğa rağmen ilerleyebilme yetisidir.

gerekli olan cesaret salt inatçılık da değildir -mutlaka başkalarıyla birlikte yaratmak durumunda kalacağız. fakat eğer kendi özgün fikirlerinizi ifade etmezseniz, kendi varlığınızı dinlemezseniz, kendinize ihanet etmiş olacaksınız. bütüne katkıda bulunmadığınız için ihanetiniz toplumumuza da karşı olacak.

bu cesaretin başlıca özniteliği bizim kendi varlığımız içinde onsuz kendimizi bir boşluk olarak hissedeceğimiz merkezileşmişliği gerektirmesidir. i̇çteki “boşluk”, dışla bir duygusuzluk[4] ilişkisidir; ve uzun vadede, bu duygusuzluk korkaklık olarak birikir. bu yüzden bağlanışımızı her zaman kendi varlığımızın merkezinde temellendirmek zorundayız, yoksa hiçbir bağlanma otantik[5] düzeye varamaz.

üstelik cesaret gözüpeklikle de karıştırılmamalı. cesaret kılığında ortaya çıkan şey kişinin bilinçdışı korkusunu örtmek için kullandığı sıradan bir kabadayılık ve ii. dünya savaşı’ndaki “ateşli” pilotlar gibi kendi maşizmosunu[6] kanıtlamak olabilir. böylesi cesaret, sevgi ve sadakat gibi diğer kişisel değerleri arasında yer alan bir erdem ya da değer değildir. cesaret tüm diğer erdemlerin ve kişi değerlerinin altında yatan ve onlara gerçeklik kazandıran temeldir. cesaret olmaksızın sevgimiz salt bağımlılık olarak solar. cesaret olmaksızın sadakatimiz uyumculuk halini alır.

courage (cesaret) sözcüğü, “kalp” anlamına gelen fransızca sözcük “cœur” ile aynı kökten gelir. kalbin kollara, bacaklara ve beyne pompaladığı kan ile tüm diğer organlara kazandırdığı işlev gibi, cesaret de tüm psikolojik erdemleri olanaklı kılar. cesaretin yokluğunda diğer değerlerden, çürüyen erdem müsveddeleri olarak söz edilebilir.

i̇nsan varlığında oluş (being) ve oluşuşu[7] (becoming) olanaklı kılmak için cesaret şarttır. eğer benlik bir gerçekliğe sahip olacaksa, benliğin bir ileri sürülüşü, bir bağlanışı esas olmaktadır. bu, insan varlığıyla doğanın geriye kalan kısmı arasındaki ayrımdır. meşe palamudunun meşe olması otomatik büyüme iledir; herhangi bir kendini bağlama şart değildir. enik de benzeri şekilde içgüdülerine dayanarak kedi olur. bu gibi yaratıklarda doğa ve varlık özdeştir. oysa bir kişinin bütünüyle insan olabilmesi sadece kendi kararlarına ve kendini bu kararlara bağlayışına dayanır. i̇nsanlar değer ve onura, günden güne verdikleri karar yığınıyla ulaşırlar. bu kararlar cesaret gerektirir. bu da, paul tillich’in cesareti niye ontolojik[8] olarak nitelediğini anlatır -cesaret varlığımızda esastır.

s.40—41

rollo may
yaratma cesareti

türkçesi: alper oysal
metis yayınları

———

notlar:

4. duygusuzluk (apathy): apathy sözcüğü, duygu, acı anlamına gelen pathos sözcüğünün başına olumsuzluk anlamı katan a'nın getirilmesiyle üretilmiştir. tutkudan, heyecandan, duygulanımdan kurtulma, etkilenmeme; duygu veya duygulanım eksikliği ya da yokluğu anlamına gelir. may'e göre duygusuzluk, dünyanın baskısı altında kişinin içe dönmek zorunda kalmasıyla gündeme gelir, birey bu yüzden yeni bir kimlik problemiyle yüz yüzedir; "kim olduğumu bilsem de, hiçbir anlamım yok. diğer insanları etkileme olanağım yok. “böyle başlayan sürecin bir adım ötesi duygusuzluk, daha sonrası ise şiddete başvurmaktır. may, duygusuzluğu seks olgusu içinde incelediğinde, kişinin “ölü” olmadığını kanıtlamak için sekse abandığını anlatır. i̇ç yaşam kuruduğu, duygu azaldığı zaman duygusuzluk artar, kişi bir diğer insanla has bir etkileşim kuramayıp, ona dokunamazsa, şiddet, iblisçe bir zorunlulukla olası olan en dolaysız dokunma itkisi halinde ortaya çıkar. bununla birlikte, may duygusuzluğu, modern çağda yaşamanın zorunlu sonucu olarak görüp, bu durumu trajik bir paradoks olarak niteler: “bir çeşit duygusuzlukla kendimizi korumalıyız," der. duygusuzluk, insanın aşırı dürtüldüğü bir ortamda, “iz bırakacak bir hasara uğramadan yenilgiyi yaşamasıdır, ancak duygusuzluk hali uzarsa, salt zamanın geçişi ile, kişi zarar görür.” duygusuzluk, bir havlu atma, es koyma, geçici bir pes etme gibi görüldüğünde, “insan en büyük iflası içinde tekrar bir şey yapabilecek duruma gelene kadar kişiliği koruyan bir mucizedir." (ç.n.)

5. otantik (authentic): otantik sözcüğü edimle, edimsellikle, olgu ile olan bağlılığı, ayrılmazlığı vurgular, burada önemle üzerinde, durulan nokta, araya hiçbir taklit, sahtelik, ikiyüzlülük girmeden bahsedilen edimin ya da olgunun belirli bir kaynakla ya da özle (gelenek, âdet, usul, örf, psikoloji) tam bir içtenlikle uyum, bağlılık içinde olmasıdır. varoluşçulukta otantiklik (authenticity) eyleme, edime en içten bir merkezin sağlanabilmesi için büyük önem taşır.

varoluşçular yaşamdaki değer çarpıklığı ve karmaşasına karşı, otantik merkezleri gündelik yaşamdaki varlıkbilimsel duygulanımlarda bulgulamaya girişip, var olan değerlerin sürüp gidebilmesi için sakıncalı olan bu duygulanımları (korku, kaygı, duygusuzluk, utanç, suç, başkaldırı, günah, melankoli, umutsuzluk, saçmanın duyumsanışı, ölüm, acı çekme, dekadans, kötü, demonik, tutku, yabancılaşma vb.) önplana çıkartarak yeni bir insan imgesi yarattılar, bu girişimde de fenomenolojik yöntemi çok verimli bir biçimde kullanarak yeni yaşam değerlerinin kurulabilmesi için çok geniş ufuklar açtılar. bu girişimde otantik bilincin yaratılması büyük önem taşır. otantik bilincin yaratılışı husserl'in redüksiyon (indirgeme), paranteze alma kavramlarında gösterilmiştir. bu yöntemle kişi kendi varlığını en temelde kuran yaşam olgularını bulmak için kendi yaşamını oluşturan tüm olguları bir indirgemeye, paranteze almaya tabi tutar. kişinin varlığını en temelde kuran olgular onun primordial egosunu oluştururlar, primordial ego, kişinin varlığını en temelde kuran, her şeyden önce olan varlığıdır. otantik bilincin temelinin atılabilmesi, bu en temel olguların doğru bir şekilde seçilebilmesi ve kişinin bilincinin bu temel olguları bilebilme yeteneğiyle olanaklıdır. (daha ayrıntılı bilgi için, bkz. nermi uygur, edmund husser vde başkasının ben'i sorunu, yapı kredi, 1998.) (ç.n.)

6. maşizmo: i̇spanyolca macho kökünden gelir ve eril, erkekçe, erkeğe ait anlamındadır. erkek psikolojisinin en dolaysız ifadesini dile getirir, bir gözüpekliğin nihai sonucu kendi ölümüne sebep olmak, ya da en azından bir polisin copuyla kafayı patlatmaktır - ikisi de cesaret göstermenin pek üretken biçimleri sayılmaz. (ç.n.)

7. oluşuş (becoming): her ne kadar olmaktan, oluşmak yüklemine geçerek oluşuş sözcüğüne vardıysak da, i̇ngilizcede oluş karşılığı olan being ile, oluşuş karşılığı olan becoming'in anlam açısından ayrıldıklarını eklemek gerek. become yükleminin kökü, bir şeye doğru gelmek, yaklaşmak, rast gelmek, uygun gelmek, denk düşmek, karşılaşmak, varmak, gitmek; ortaya çıkmaya gitmek; bir varlık ortaya çıkarmak; belirgin bir doğayı, özü, ilerlemeyi, anlamı meydana çıkartacak şekilde gelişmek anlamına geliyor. buradan hareketle, oluşuş ismini türettiğim becoming sözcüğü, denk gelmek, yerine oturma eylemi; varlığa gelme; ayn bir safha ya da koşula götüren bir değişim içinde ortaya çıkma, belirme; yeni olanım kendini gösterdiği bir süreç; değişme anlamına geliyor. rollo may kitabının önsözünde "olma cesaretinden” hareketle, kişinin bir boşluk içinde olamayacağını, varlığımızı yaratarak ifade edeceğimizi, yaratıcılığın oluşun zorunlu bir devamı olacağını söylüyor. oluşuş sözcüğü bir bakıma fizikte vektörlerin gördüğü işlevi yerine getiriyor, yani insan varlığına yönü/yönleri ekliyor. kişinin sadece varlığından bahsedemeyiz, onun oluşunun aynı zamanda bir yönü vardır, ya da kişi bir anlamı tamamlamaya, o anlama doğru ilerlemeye gider, başka bir deyişle bir anlama gelir, varır, ulaşır. bu yönü, yönlenmeyi tanımlamak için de inaksallılık, niyetlilik anlamına gelen intentionality sözcüğü kullanılıyor.

8. ontolojîk (varlıkbilimsel): varlıkbilim (ontoloji): varlığın incelenmesi ya da bilimi; metafiziğin, varlığın doğası ve ilişkilerine değinen bir dalı. "yeni ontologi varlık fenomenlerinden kalkar. onun tavrı, bütün bilimlerin tavrı gibi, 'naiv' ve 'dolaysız'dır. bizim yıllardan beri üstünde çalıştığımız felsefi anthropologi'miz de ontologik temellere dayanır, yani kavramlardan değil, kavranandan kalkar; naiv ve dolaysız bir tavırla, insanın temel fenomenlerini' ele alır. biz, insanda karşılaşılan temel fenomenlere, insanın 'varlık şartları' adını veriyoruz. varlık şartları, yüksek ya da alçakları, gelişmiş olmaları ve olmamaları, hangi basamak üzerinde bulunursa bulunsun, bütün insan toplulukları için ortak olan fenomenler, olaydır." (takiyettin mengüşoğlu, “antropolojinin işığında eğitim”, felsefe kurumu seminerleri içinde, ttk, 1977.) ontoloji, “varolanın, varlığının yapılarının bir bütün olarak alındığı zaman incelenmesidir. bir dünya ya da insan gerçekliği olsun, varlığın, ‘oradalık’ını oluşturan şartlar içinde kendisinin incelenmesidir. (ç.n.)