bu çılgınca takibin burada sona ermesi mümkün mü? neyin peşindeyiz, bilmiyorum, ama zihinsel baştan çıkarmanın bütün hünerlerini işe koştuğumuza göre, bir şeyin peşindeyiz demektir. hiçbir şey -ne sodyum gibi alışılmadık metallerin kesit yüzeylerinin parlaklığı; ne bazı bölgelerde taş ocaklarının fosforışıllığı; ne kuyulardan yükselen harika parıltının parlaklığı; ne çalarken ölsün diye ateşe attığım bir duvar saatinin ahşabının çıtırtıları; ne l'embarquement pour cythêre [çuha adasına yolculuk] tablosunun çeşitli durum ve pozlarda sadece bir çifti sahneye koyduğu anlaşıldığı zaman fazladan kazandığı cazibe; ne gölet manzaralarının görkemi ne çiçecikleri ve baca gölgeleriyle yıkıntı duvarların ve yıkılmakta olan binaların şirinliği... bunların hiçbiri, benim için kendi ışığımı oluşturan şeyin hiçbir parçası unutulmadı. kimdik ki biz gerçekliğin önünde -o gerçeklik ki şimdi hilekâr bir köpek gibi nadja'nın ayaklarının dibinde yattığını biliyorum?.. bu şekilde, simgelerin gazabına teslim edilmiş, analoji cininin kurbanı, kendimizde gördüğümüz son raddelik eylemlerin, garip ve özel dikkatlerin nesnesi olarak, hangi enlem ve boylamlar altında bulunuyor olabiliriz? nasıl oluyor da, birlikte ve bir daha dönmemek üzere dünyadan bu denli uzağa fırlatılmış olarak, harika uyuşukluğumuzun bize bıraktığı kısa aralarda, eski düşüncenin ve bitip tükenmeyen hayatın dumanı hâlâ tüten harabeleri üstünden, inanılmaz derecede birbirine denk düşen birkaç görüş değiş tokuş etmiş olabiliyoruz? ben ilk günden son güne, nadja'yı hep özgür bir cin, bazı sihirbazlık uygulamalarının bir an için kendimize bağlamamıza imkân verdiği, ama asla sürekli [sürekli olarak] bize tabi kılınması söz konusu olmayan, şu havadan oluşmuş ruhlardan biri olarak algıladım. ona gelince, beni terimin en güçlü anlamıyla bir tanrı olarak algıladığı, zaman zaman benim güneş olduğuma inandığını biliyorum. yine hatırlıyorum ki, -şu anda hiçbir şey bundan hem daha güzel hem daha trajik olamaz- evet; ona sfenks'in ayakları dibinde yıldırımla vurulmuş bir adam gibi simsiyah ve soğuk görünmüş olduğumu da hatırlıyorum. eğrelti otu gözlerinin sabah muazzam bir umudun kanat çırpışlarının, dehşetengiz sesler olan diğer gürültülerden ancak şöyle böyle ayırt edebildiği bir dünyanın üstüne açıldığını gördüm; oysa şimdiye dek bu dünyanın üstüne hep gözlerin kapandığını görmüştüm.biliyorum ki nadja için, daha varmak istemenin bile bu kadar nadir ve bu kadar haddini bilmezlik olduğu bir noktada bu yola çıkış, gönüllü olarak son saldan çok uzakta kendimizi mahvettiğimiz anda yardıma çağırmanın âdet olduğu her şeyi, hayatın sahte ama hemen hemen direnilmez telafilerini oluşturan her şeyi, nazarı itibara almaksızın gerçekleşiyordu. orada, şatonun en üst katında, sağ kulesinde, herhalde bize gezdirmeyi akıllarına bile getirmeyecekleri, belki gerektiği gibi gezemeyeceğimiz, -zaten denemek için pek neden yok- fakat nadja'ya göre, örneğin saint-germain'de bilmeye ihtiyaç duyacağımız her şeyin olduğu bir oda var. geceleri, yasa dışı anlarda, bir idare lambasıyla aydınlattıkları bir kadın portresini rahatça seyredebilmek için, kendilerini bir müzeye kapattıran o insanları çok severim. bunu yaptıktan sonra nasıl olur da o kadın hakkında bizim bildiğimizden çok fazla şey bilmezler? hayat bir kriptogram gibi şifresinin çözülmesini isteyen bir şey olabilir. gizli merdivenler, içlerindeki resimlerin hızla yana kayıp kaybolarak yerlerini kılıcını kaldırmış bir baş meleğe ya da hep birbirini izleyen tablolara bıraktığı çerçeveler, çok dolaylı bir şekilde basılan ve koskoca bir salona dikine veya boyuna yer değiştirten ve [böylece] en hızlı dekor değişimini gerçekleştiren düğmeler: ruhun en büyük serüveni de tuzaklar cennetine bir yolculuk olarak tasarlanabilir. gerçek nadja kimdi? bir keresinde fontainebleau ormanı'nda, yanında bir arkeologla, bütün gece, -gündüzler çuvala mı girdi (pekâlâ gündüz de keşfedilebilirdi) denecek- bilmem hangi taş kalıntıları aradığını iddia eden kadın mı; -iyi ama ya o adamın tutkusu bu ise!- yani demek istiyorum ki sadece sokakta, kendisi için tek geçerli deneyim alanı olan sokakta, büyük bir ham hayalin peşinden koşan her insan bireyinin sorgulamasının erişebileceği yerde olmayı seven, her daim esinli ve esinleyici yaratık mı?.. yoksa (neden kabul etmemeli?), sonunda başkaları kendilerini ona laf atmaya izinli sandıkları, onda ancak tüm kadınların en zavallısını ve en savunmasızını görebildikleri için sık sık düşen kadın mı?
andre breton - nadja
çevirmen: i̇smet birkan,
jaguar yayınları, s.93-96
andre breton - nadja
çevirmen: i̇smet birkan,
jaguar yayınları, s.93-96