“canım kardeşim, doğum günümde gönderdiğin mektup için sana henüz teşekkür edemedim. o sırada zor günler geçiriyordum. mektup başucuma gelip beni uyandırdığında ve artık on sekizime bastığımı söylediğinde, bunu okumuş ve beni ilgilendirmiyormuş, doğru değilmiş gibi hissetmiştim. çünkü özgürlüğümün ve gençliğimin yarattığı mutluluğu dile getiren içindeki bütün o sözcükleri bana ulaştıran senin şefkatli elin ve çocukluğumdan beri bildiğim el yazın olmasaydı, bunları alay olarak algılardım.
çünkü buradaki yaşamımda her şey farklı, düşünemeyeceğin kadar farklı, umutlarımdan da farklı. sana bunları yazmak canımı acıtıyor, ama burada kimsem kalmadı. günlerdir kimseyle konuşmuyorum. bazen sokakta insanların peşine takılıyorum, sözcüklerin tınısını duyabilmek için konuşmalarını dinliyorum. hiçbir şey anlamıyorum, bilmiyorum, yapmıyorum, işe yaramamaktan tükeniyorum.
günlerce hiçbir şey yaşamıyorum, tanıdık bir yüz görmüyorum; binlerce insanın arasında yapayalnız olmanın ne anlama geldiğini bilemezsin.
schramek'le de her şey bitti. bir olay yaşandı, sana anlatamam, çünkü anlayamazsın. aslında kendim de anlayamıyorum, çünkü bunda ne onun ne de benim suçum var, aramıza iki uçlu kılıç benzeri bir şey girdi sadece. ve onu kaybettikten sonra anladım: viyana'da sahip olduğum en değerli şeydi o.
ve başkasına söylemeyeceğini bildiğim için bir tek sana açabileceğim bir şey daha var: artık okumuyorum. haftalardır hiçbir derse girmedim, kitaplarım toz içinde öylece duruyor. nedenini bilmiyorum, ama artık ders çalışamıyorum, hissizleştim, buradaki hiçbir meslek beni çekmiyor, çünkü bu korkunç ve boğucu yalnızlık duygusundan kimse beni çekip çıkarmıyor. burada hiçbir şey istemiyorum artık, her şeyden tiksiniyorum. bastığım her taştan nefret ediyorum, odamdan, karşılaştığım insanlardan nefret ediyorum, şiddetli soğuğun nemiyle yüklü kirli havayı solurken işkence çekiyorum. buradaki her şeyden boğuluyorum, tükeniyorum. bataklığa gömülür gibi batıyorum. belki çok gencim, çok güçsüz olduğum kesin zaten. yumruklarım yok, iradem yok, işleri başlarından aşkın insanların arasında bir çocuk gibi duruyorum.
ve bildiğim bir şey var: eve dönmeliyim. henüz tek başıma yaşayamıyorum, belki birkaç yıl sonra olur. ama şu an henüz sana ve annemle babama ihtiyacım var, beni seven, yakınımda olan ve bana yardım eden insanlara ihtiyacım var. evet, çocuksu bu, karanlık odada kalmış bir çocuğun korkusu bu, ama elimden başka türlüsü gelmiyor. okulu bırakıp eve dönmek, çiftçi ya da katip ya da her neyse olmak istediğimi annemle babama söylemelisin; söylersin, onlara açıklarsın, değil mi? lütfen bir an önce yap, burada bastığım zeminin ayaklarımı alev alev yaktığını hissediyorum. i̇çimdeki her şeyin ısrarla evimi istediğini hiç bilmezdim, ama, şimdi yazarken bütün özlemim uyanıyor ve biliyorum ki elimden başka türlüsü gelmiyor, yanınıza dönmeliyim.
bu bir kaçış, yaşamdan kaçış ve ben bunu ilk kez yapmıyorum. beni vaktiyle liseye götürdükleri günü anımsıyor musun? sınıfa ilk girdiğimde tanımadığım altmış oğlan merakla, kibirle, gülerek ve şaşkınlık içinde bana bakınca o zaman da kaçıp eve gitmiştim, bütün gün ağlamış ve okula dönmek istememiştim. ben bugün hala o günkü çocuğum, aynı aptalca korkularım var ve de sizlerin, beni seven herkesin çılgınca özlemini çekiyorum.
gitmeliyim, gitmeliyim buradan. bir kez gözden çıkardığıma göre artık bu yoldan dönüş olmadığını hissediyorum. eve döndüğümde nicelerinin sırıtacağını, güleceğini biliyorum, başarısız, yaşamın reddettiği biri olacağım; annemle babamın güzelim umutlarını yıkacağımı biliyorum; bu zayıflığın çocuksu ve korkakça olduğunu biliyorum, ama engelleyemiyorum, tek hissedebildiğim burada artık yaşayamayacak olmam. son zamanlarda burada nelere katlandığımı kimse öğrenemeyecek, kimse beni benden daha fazla hor göremez. kendimi perişan hissediyorum, hasta gibiyim, sakat gibiyim, çünkü herkesten çok farklıyım, gitgide daha kötü, daha değersiz, daha gereksiz olduğumu gözyaşları içinde hissediyorum, ben…”
stefan zweig
çünkü buradaki yaşamımda her şey farklı, düşünemeyeceğin kadar farklı, umutlarımdan da farklı. sana bunları yazmak canımı acıtıyor, ama burada kimsem kalmadı. günlerdir kimseyle konuşmuyorum. bazen sokakta insanların peşine takılıyorum, sözcüklerin tınısını duyabilmek için konuşmalarını dinliyorum. hiçbir şey anlamıyorum, bilmiyorum, yapmıyorum, işe yaramamaktan tükeniyorum.
günlerce hiçbir şey yaşamıyorum, tanıdık bir yüz görmüyorum; binlerce insanın arasında yapayalnız olmanın ne anlama geldiğini bilemezsin.
schramek'le de her şey bitti. bir olay yaşandı, sana anlatamam, çünkü anlayamazsın. aslında kendim de anlayamıyorum, çünkü bunda ne onun ne de benim suçum var, aramıza iki uçlu kılıç benzeri bir şey girdi sadece. ve onu kaybettikten sonra anladım: viyana'da sahip olduğum en değerli şeydi o.
ve başkasına söylemeyeceğini bildiğim için bir tek sana açabileceğim bir şey daha var: artık okumuyorum. haftalardır hiçbir derse girmedim, kitaplarım toz içinde öylece duruyor. nedenini bilmiyorum, ama artık ders çalışamıyorum, hissizleştim, buradaki hiçbir meslek beni çekmiyor, çünkü bu korkunç ve boğucu yalnızlık duygusundan kimse beni çekip çıkarmıyor. burada hiçbir şey istemiyorum artık, her şeyden tiksiniyorum. bastığım her taştan nefret ediyorum, odamdan, karşılaştığım insanlardan nefret ediyorum, şiddetli soğuğun nemiyle yüklü kirli havayı solurken işkence çekiyorum. buradaki her şeyden boğuluyorum, tükeniyorum. bataklığa gömülür gibi batıyorum. belki çok gencim, çok güçsüz olduğum kesin zaten. yumruklarım yok, iradem yok, işleri başlarından aşkın insanların arasında bir çocuk gibi duruyorum.
ve bildiğim bir şey var: eve dönmeliyim. henüz tek başıma yaşayamıyorum, belki birkaç yıl sonra olur. ama şu an henüz sana ve annemle babama ihtiyacım var, beni seven, yakınımda olan ve bana yardım eden insanlara ihtiyacım var. evet, çocuksu bu, karanlık odada kalmış bir çocuğun korkusu bu, ama elimden başka türlüsü gelmiyor. okulu bırakıp eve dönmek, çiftçi ya da katip ya da her neyse olmak istediğimi annemle babama söylemelisin; söylersin, onlara açıklarsın, değil mi? lütfen bir an önce yap, burada bastığım zeminin ayaklarımı alev alev yaktığını hissediyorum. i̇çimdeki her şeyin ısrarla evimi istediğini hiç bilmezdim, ama, şimdi yazarken bütün özlemim uyanıyor ve biliyorum ki elimden başka türlüsü gelmiyor, yanınıza dönmeliyim.
bu bir kaçış, yaşamdan kaçış ve ben bunu ilk kez yapmıyorum. beni vaktiyle liseye götürdükleri günü anımsıyor musun? sınıfa ilk girdiğimde tanımadığım altmış oğlan merakla, kibirle, gülerek ve şaşkınlık içinde bana bakınca o zaman da kaçıp eve gitmiştim, bütün gün ağlamış ve okula dönmek istememiştim. ben bugün hala o günkü çocuğum, aynı aptalca korkularım var ve de sizlerin, beni seven herkesin çılgınca özlemini çekiyorum.
gitmeliyim, gitmeliyim buradan. bir kez gözden çıkardığıma göre artık bu yoldan dönüş olmadığını hissediyorum. eve döndüğümde nicelerinin sırıtacağını, güleceğini biliyorum, başarısız, yaşamın reddettiği biri olacağım; annemle babamın güzelim umutlarını yıkacağımı biliyorum; bu zayıflığın çocuksu ve korkakça olduğunu biliyorum, ama engelleyemiyorum, tek hissedebildiğim burada artık yaşayamayacak olmam. son zamanlarda burada nelere katlandığımı kimse öğrenemeyecek, kimse beni benden daha fazla hor göremez. kendimi perişan hissediyorum, hasta gibiyim, sakat gibiyim, çünkü herkesten çok farklıyım, gitgide daha kötü, daha değersiz, daha gereksiz olduğumu gözyaşları içinde hissediyorum, ben…”
stefan zweig