seninle konuşmak, gergin bir ipte yürümeye benziyor artık.
tomris uyar
aramızdaki şey (1997)
ansızın, yürümeyi beceremediği gergin bir ipin ucunda bulmuştu kendini.
tomris uyar
ipek ve bakır (1971)
“dizilin, ellerinizi yıkayın, burnunuzu karıştırmayın, haydi yemek hazır." evin telaşından başalınmaz. ev, zorlama bir susma, bazı yasaklar. ne telaş! hep bir şeylere yetişme. saat da yok. yıllar geçer, yine aynı alışveriş, aynı file (belki artık naylon), aynı süpürüp taş yıkama. ama saat on buçukta ev durulur. kediler, çiçeklerin altına yayılır, taşlar serin, sümüklüböceğin gümüşlü izi seçilir toprakta. gazete katlanır. musluklar sızar (sessizliğin ilk şartı). genizde aynı köpük, aynı uğultu:
—i̇şiniz bitmiştir diye düşündüm, kahveye geldim size. bitmemiş miydi yoksa?
o zaman anneme. ben o zaman lülelerini rüzgara tutan, kara uzanıp boyunu ölçen küçücük bir kızdım ve annemin nusret hanım adındaki arkadaşını hiç sevmezdim.
—sen çabuk bitirirsin, bilirim. bak yemeği bile koymuşsun ateşe. koskoca kızın var yardımcı. kız, okula gitmedin mi sen? gezintiye çıktı sizin sınıf; demin geçtiler pencerenin önünden.
kahve, tabağa dökülünce soğur, dibe çöker ama olsun. yine de kadınların konuşmasına katılmaktır. hem gönlünce höpürdetebilirsin.
—bahri bey dönüyormuş bu akşam, biliyor musun? seninkinde bir telaş, bir telaş, görsen.
(nusret hanım, sözün tam burasında, sıradan-güzel sayılan kadınların en büyük ortaklaşa özelliği olan o anlamsız, yayık ağzını büsbütün dağıtır, bir kahkaha atardı; beyaz dişleri de böylelikle görünmüş olurdu. yüzü hep o yüzdü, her gün aynı boya potasından çıkma, saçlarını bile başka türlü taramazdı: kakül yandan, kenarlar içe kıvrık. kalın bacakları güçlükle taşırdı o iri kalçaları; tıkız, çatlaklarla dolu iri boynu da o kahkahaları).
tomris uyar
ipek ve bakır (1971)
tomris uyar
aramızdaki şey (1997)
ansızın, yürümeyi beceremediği gergin bir ipin ucunda bulmuştu kendini.
tomris uyar
ipek ve bakır (1971)
“dizilin, ellerinizi yıkayın, burnunuzu karıştırmayın, haydi yemek hazır." evin telaşından başalınmaz. ev, zorlama bir susma, bazı yasaklar. ne telaş! hep bir şeylere yetişme. saat da yok. yıllar geçer, yine aynı alışveriş, aynı file (belki artık naylon), aynı süpürüp taş yıkama. ama saat on buçukta ev durulur. kediler, çiçeklerin altına yayılır, taşlar serin, sümüklüböceğin gümüşlü izi seçilir toprakta. gazete katlanır. musluklar sızar (sessizliğin ilk şartı). genizde aynı köpük, aynı uğultu:
—i̇şiniz bitmiştir diye düşündüm, kahveye geldim size. bitmemiş miydi yoksa?
o zaman anneme. ben o zaman lülelerini rüzgara tutan, kara uzanıp boyunu ölçen küçücük bir kızdım ve annemin nusret hanım adındaki arkadaşını hiç sevmezdim.
—sen çabuk bitirirsin, bilirim. bak yemeği bile koymuşsun ateşe. koskoca kızın var yardımcı. kız, okula gitmedin mi sen? gezintiye çıktı sizin sınıf; demin geçtiler pencerenin önünden.
kahve, tabağa dökülünce soğur, dibe çöker ama olsun. yine de kadınların konuşmasına katılmaktır. hem gönlünce höpürdetebilirsin.
—bahri bey dönüyormuş bu akşam, biliyor musun? seninkinde bir telaş, bir telaş, görsen.
(nusret hanım, sözün tam burasında, sıradan-güzel sayılan kadınların en büyük ortaklaşa özelliği olan o anlamsız, yayık ağzını büsbütün dağıtır, bir kahkaha atardı; beyaz dişleri de böylelikle görünmüş olurdu. yüzü hep o yüzdü, her gün aynı boya potasından çıkma, saçlarını bile başka türlü taramazdı: kakül yandan, kenarlar içe kıvrık. kalın bacakları güçlükle taşırdı o iri kalçaları; tıkız, çatlaklarla dolu iri boynu da o kahkahaları).
tomris uyar
ipek ve bakır (1971)