sonra "ağaç öldü" diyorlar!
ben ölmedim dulcinea! ne tuhaf, şövalye hikayeleriyle dalga geçmek için beni yaratan cervantes öldü! onun için üzgün müyüm, bilmiyorum. üstünden dört yüz yıl geçti. cervantes beni yazarken belki de eğlenmişti. i̇nce uzun bacaklarımı yeni doğmuş bir tay gibi titrek göstererek, bırak canavarlara karşı savaşabileceğimi, ağır zırhları bile taşıyamayacağımı ima etmişti. kafama altın miğfer diye bir berber tasını oturttuğunda kendince büyük iş yapmış, milyonlarca kişiyi bana güldürmüştü. güya ben doğru düzgün muhakeme yapamayacak kadar ihtiyar, hatta bunaktım. bütün bunlar yetmezmiş gibi benim sevgili dostum rocinante ile "katır" diye dalga geçmişti. ne olmuş yani dulcinea, ne olmuş! diyelim ki bütün bunlar doğru olsun... şimdi ben de cervantes'e bakıp, beni çelimsiz bir bunak gibi gösteren adamın toprakta çürüyüp kaybolan cesediyle dalga mı geçeyim? o öldü! hala hatırlanana adını bile güçlü kollarına, sağlam muhakeme yeteneğine veya bindiği güzel atına değil, bana borçlu dulcinea, bana! don quixote de la mancha'ya...
ah leydim! ben zaten hiç aldırmadım bana gülenleri. benim güçsüz kollarımın ne önemi var ki? rocinante çelimsiz bir beygirse, canavarlar korkunç ve çok güçlüyse ne olmuş? asâlet ve aşk için ölümü göze alacak bir yürek yoksa en hızlı ata binip, en kuvvetli mızrağı savursan ne olur ki? hesaplanmış ve nasıl olsa kazanılacak bir savaşta, en şiddetli hücum bile aslında korkakça ve zavallıdır. ayağımı bastığım şu yeryüzü; çağlar boyunca kazanamayacağı savaştan uzak durmuş ve bugün külleri çoktan rüzgâra karışmış, bedenleri toprakta çürüyüp gitmiş akılcı korkakların cesetleriyle dolu. çünkü onlar; asâlete değil güce, hakkaniyete değil çıkara, cesarete değil mâkul olana inandılar. tatlı canları; bırak canlarını malları, güçleri, itibarları biraz riske girecek olsa her türlü rezilliğe göz yumup adını da alçakça akıllılık koydular. oysa biz akıllı olduğumuz için canavarlar korkunç olmaktan vazgeçmiyor, biz her şeyi çok iyi hesapladığımız zaman zalimler zulmetmekten geri durmuyordu. bilakis, bütün bu hesaplar sebebiyle savaşmaktan uzak durduğumuz her mevzi canavarların, zalimlerin, büyücülerin eline geçiyor; bir sonraki mevzi için bizim umudumuz azalırken zalimlerin cesareti artıyordu. zulüm ve bayağılık ortadan kalkmadıktan sonra çok akıllı olmanın övünülecek ne tarafı var ki? bak duicinea, hala bütün canavarlar beni görünce yel değirmeni taklidi yapıyor! benim kafama berber tasını geçiren ve hikayemi gülünç göstererek anlatan cervantes'in ise berber tası geçirecek bir kafası bile yok bugün. çünkü ben kazanıp kazanamayacağımın hesabını yapmadım. çelimsiz bacaklarımla korkunç canavarların havada dönüp duran kollarını mukayese etseydim; kılıcımı bir kez bile kınından çıkaramaz, rocinante'nin yelelerini rüzgârlarla sarmaş dolaş edip zulmün üstüne bir yıldırım gibi çökemezdim. size demiştim sevgili leydim, iman şövalyeliktir!
ahmet turan tiryaki - güvercinköy
tün kitap, s.144-146
ben ölmedim dulcinea! ne tuhaf, şövalye hikayeleriyle dalga geçmek için beni yaratan cervantes öldü! onun için üzgün müyüm, bilmiyorum. üstünden dört yüz yıl geçti. cervantes beni yazarken belki de eğlenmişti. i̇nce uzun bacaklarımı yeni doğmuş bir tay gibi titrek göstererek, bırak canavarlara karşı savaşabileceğimi, ağır zırhları bile taşıyamayacağımı ima etmişti. kafama altın miğfer diye bir berber tasını oturttuğunda kendince büyük iş yapmış, milyonlarca kişiyi bana güldürmüştü. güya ben doğru düzgün muhakeme yapamayacak kadar ihtiyar, hatta bunaktım. bütün bunlar yetmezmiş gibi benim sevgili dostum rocinante ile "katır" diye dalga geçmişti. ne olmuş yani dulcinea, ne olmuş! diyelim ki bütün bunlar doğru olsun... şimdi ben de cervantes'e bakıp, beni çelimsiz bir bunak gibi gösteren adamın toprakta çürüyüp kaybolan cesediyle dalga mı geçeyim? o öldü! hala hatırlanana adını bile güçlü kollarına, sağlam muhakeme yeteneğine veya bindiği güzel atına değil, bana borçlu dulcinea, bana! don quixote de la mancha'ya...
ah leydim! ben zaten hiç aldırmadım bana gülenleri. benim güçsüz kollarımın ne önemi var ki? rocinante çelimsiz bir beygirse, canavarlar korkunç ve çok güçlüyse ne olmuş? asâlet ve aşk için ölümü göze alacak bir yürek yoksa en hızlı ata binip, en kuvvetli mızrağı savursan ne olur ki? hesaplanmış ve nasıl olsa kazanılacak bir savaşta, en şiddetli hücum bile aslında korkakça ve zavallıdır. ayağımı bastığım şu yeryüzü; çağlar boyunca kazanamayacağı savaştan uzak durmuş ve bugün külleri çoktan rüzgâra karışmış, bedenleri toprakta çürüyüp gitmiş akılcı korkakların cesetleriyle dolu. çünkü onlar; asâlete değil güce, hakkaniyete değil çıkara, cesarete değil mâkul olana inandılar. tatlı canları; bırak canlarını malları, güçleri, itibarları biraz riske girecek olsa her türlü rezilliğe göz yumup adını da alçakça akıllılık koydular. oysa biz akıllı olduğumuz için canavarlar korkunç olmaktan vazgeçmiyor, biz her şeyi çok iyi hesapladığımız zaman zalimler zulmetmekten geri durmuyordu. bilakis, bütün bu hesaplar sebebiyle savaşmaktan uzak durduğumuz her mevzi canavarların, zalimlerin, büyücülerin eline geçiyor; bir sonraki mevzi için bizim umudumuz azalırken zalimlerin cesareti artıyordu. zulüm ve bayağılık ortadan kalkmadıktan sonra çok akıllı olmanın övünülecek ne tarafı var ki? bak duicinea, hala bütün canavarlar beni görünce yel değirmeni taklidi yapıyor! benim kafama berber tasını geçiren ve hikayemi gülünç göstererek anlatan cervantes'in ise berber tası geçirecek bir kafası bile yok bugün. çünkü ben kazanıp kazanamayacağımın hesabını yapmadım. çelimsiz bacaklarımla korkunç canavarların havada dönüp duran kollarını mukayese etseydim; kılıcımı bir kez bile kınından çıkaramaz, rocinante'nin yelelerini rüzgârlarla sarmaş dolaş edip zulmün üstüne bir yıldırım gibi çökemezdim. size demiştim sevgili leydim, iman şövalyeliktir!
ahmet turan tiryaki - güvercinköy
tün kitap, s.144-146