edebiyat nasıl okunur – tabutmag forum
tiyatro bize bir hakikat öğretebilir, ama bu ancak kendi varlığımızın yanıltıcı doğasının hakikatidir. hayatlarımızın rüyalara ne kadar benzediğini, kısalığını, değişkenliğini, temelsizliğini göstererek bizi uyarabilir ve bu şekilde faniliğimizi hatırlatarak tevazu erdemini aşılayabilir. bu kıymetli bir başarıdır, çünkü ahlâki sıkıntılarımızın çoğu bilinçdışımızdaki sonsuza dek yaşayacağımız varsayımından kaynaklanır. halbuki yaşamlarımız fırtına'nınki kadar kategorik bir son bulacaktır. bununla birlikte, bu durum kulağa geldiği kadar rahatsız edici değildir. eğer varlığımızın prospero'nun ya da miranda'nınki kadar kırılgan ve geçici olduğunu kabul edebilirsek, bundan fayda da sağlayabiliriz. hayata daha endişesiz bir şekilde bağlanabilir, böylece hem hayattan daha çok keyif alabilir hem de başkalarına daha az zarar verebiliriz. belki de prospero'nun, bağlamda biraz tuhaf kaçsa da, keyfimizi bozmamamızı istemesinin sebebi budur. her şeyin geçici olması hepten üzüntü verici bir şey değildir. aşkın da güzel bir şişe şarabın da sonu gelir, ama savaşların ve zalimlerin de öyle.

syf•58—

terry eagleton
edebiyat nasıl okunur

türkçesi: elif ersavcı
iletişim yayınları
İngiliz edebiyatının en meşhur açılış cümlelerinden biri de şöyledir: “Servet sahibi her bekâr erkeğin mutlaka bir eşe ihtiyaç duyduğu dünyaca kabul edilen bir gerçektir.” Jane Austen'ın Gurur ve Önyargı'sının bu ilk cümlesi kendi içinde küçük bir ironi başyapıtı olarak kabul edilir. İnce bir ironidir bu; söylenen şeyle —herkesin zengin erkeklerin eşe ihtiyaç duyduğu konusunda hemfikir olması— kastedilen şey —bu varsayımın aslında paralı koca arayan bekâr kadınlar arasında yaygın olması— arasındaki farkta yatar. İronik bir tersine çevirmeyle, yoksul ve evde kalmış kadınların arzusu zengin bekar erkeklere atfedilir.

Zengin erkeklerin eş ihtiyacı böyle evrensel bir gerçek gibi sunulduğunda kulağa bir geometri teoremi kadar tartışılmaz geliyor; neredeyse bir doğa yasası gibi. Eğer bu gerçekten doğa yasasıysa, evlenmemiş kadınlar müstakbel eşlerinin üstüne atladıkları için suçlanamazlar. Dünya böyle bir yerdir çünkü; bu kadınlar varlıklı bekârların isteklerine cevap veriyordur sadece. Austen'ın kelimelerindeki titiz diplomasi böylelikle genç bekâr kadınları ve onların ısrarcı annelerini sınıf atlama hevesi ve hırs gibi suçlardan beraat ettirir. Bu itibarsız isteklerin üstüne bir görgü perdesi çeker. Ama cümle bu perdeyi görmemize de izin verir ve ironi burada gizlidir. Öne sürdüğü şey şudur: İnsanlar kendi bayağı arzularını şeylerin olağan düzeninin bir parçası olarak rasyonalize edebilirlerse, bu arzuları karşısında kendilerini daha iyi hissederler. Onların bu aldatmacalarını izlemekten alınan bir keyif de var. Austen'ın aşina olduğumuz soyut, güzelce ölçülü ve bir nebze de kuru tarzını taşıyan cümlenin dili bu ironiyle biraz canlanır.

Austen'ın ironisi kimi ahlâki yargıları gibi sert ve sivri olabilir. Austen Persuasion'da [İkna] pek çok yazarın gitmeyeceği kadar ileri gidip karakterlerinden birinin hiç doğmasa daha iyi olabileceğini söyler. Daha sert bir örnek bulmak kolay değil. Gurur ve Önyargı'nın başındaki ironinin ise, aksine, nefis bir yumuşaklığı vardır, tıpkı Geoffrey Chaucer'ın Canterbury Tales'ın [Canterbury Hikâyeleri] Giriş’indeki ilk dizelere kodladığı ironi gibi:

Nisan tatlı yağmurlarıyla gelip
Kınınca Mart'tan kalan kurağı ve delip
Toprağı köklere işleyince, kudretiyle
Çiçekleri açtıran bereketli şerbetiyle
Yıkayınca en ince damarları,
Zephirus da dolaşarak kırları, bayırları
Soluyunca can katan ılık,
Tatlı nefesini körpecik

Filizlere, toy güneş yarı edince
Koç burcundaki devrini, bütün gece
Uyumayıp börtü böcek
Şarkılar söyleyince (tabiat dürtükleyerek
Uyanık tutar onlar) işte o dem,
Hacca gitmeye büyük bir özlem
Duyar insanlar...(*)

syf•31—33

Terry Eagleton
Edebiyat Nasıl Okunur

Türkçesi: Elif Ersavcı
iletişim Yayınları