topal'ın evveli
i̇nsanlar bilmiyorlar buruk oğlak. benim bildiklerimi çok azı hariç, bilmiyorlar. başta kaybetmeyi bilmiyorlar. ölümün soğuk yüzü burunlarının ucuna kadar sokulmadan ne olduğunu hayal bile edemiyorlar. kimseyi ayıpladığımdan değil. ben de bilmezdim başıma gelmeden. dağlana dağlana yaralarım, öğrendim. üstüne toprak ata ata kapattım acılarımı. yalnızlığın koynunda uyuttum sancılarımı. kaybetmemeye yemin ettim. benim demezsen kaybetmezsin. neyim varsa emanet belledim. emanet bekler gibi başını bekledim. aç kalmayacak kadar yedim, örtünecek kadar giyindim. harmanı savurdum; ama bir daneyi zayi etmedim. toprağı sürdüm ama bir evlek yeri boş bırakmadım. malı davarı sağdım; ama bir damla sütü yere damlatmadım. bir eş, iki evlat yitirdim; ama tek kalan oğulu sefil etmedim hayatta. ele güne avuç açtırmadım, muhannete muhtaç etmedim. kimsenin yüzüne karşı bu oğul benimdir, demedim. ana olamazdım ona elbet. say ki baba da olamadım. kendi öğrendi baka baka, düşe kalka. kaybede kaybede. en son üç parmağını bıraktı memleket uğruna. şimdi onun dahi emanet olduğunu biliyor. esaslı baba oldu benim gözümde. bir iki dil döktü. çalışıp kazandığını istemeye kalktı ima yollu. müsaade etmedim. kaybetmiş adam yine kaybetmeye meyyaldir diye… i̇stedim ki demir gibi erisin önce. dövüle dövüle gelsin kendine. pek anlamadı ya. ses etmedi yine. bu iyiye işaret. su böyle verilir çeliğe. böyle sertleşir.
gaddar değilim ben. ne yapıyorsam ona olan merhametimden, sevgimden. yüzüne karşı söyleyemediklerimi dağda bayırda sana söylüyorum buruk oğlak. devran böyle dönüyor. razı olduğun kadarı düşüyor payına. fazlasını talep edenin elindeki de gidiyor. ben bire üç kaybettim. hasan’ım bire beş kazanıyor. çocukları zehir gibi. hele hatice nur. gözbebeğimiz. hiç görmediği ninesinin kopyası. çok taze daha, çok toy. aynı ninesinin o yaşlarda olduğu gibi. dünyayı sigaya çekecek gücü var. çok soruyor, çok sorguluyor. gönlüne kafasına uyanı yapıyor. kadınımın huyları var onda. anasına pek benzemiyor. halbuki kız halaya çeker derdi büyükler. o yüzden aldım seher'i hasan'a. anasının bana yoldaşlığı nasılsa, onun da öyle olsun diye oğluma. allah var huyu iyidir. toz kondurmam. şükür ki torunum benzedi ninesine. şükür ki anasından hasan'a, hasan'dan hatice nur'a miras bir damar kaldı. yaşadığıma değdi hayat. çabama değdi.
kadınımı uzunpınar'dan belenardıç'a yayan yapıldak kaçırdığımda o on beş ben on yedi yaşımızdaydık. gelinin, damadın küçüğü olmazdı o vakitler. ama kız kavrayıp kaçırmanın kavgası büyük olurdu. oldu da. ağaları baba evimizin kapısına satırlarla dayanınca anlamıştım. korktum mu? allah var korktum. vallahi canımdan değil. sevdiğimi elimden alırlar mı acaba diye korktum. bir evin bir oğluydum. babam da öyle. arkamızda duracak hısım, akraba, emmi, dayı da yoktu. uzunpınarlılar kalabalık. vardım, küreği kavradım. vuruşacaktım ölümüne. gençlik işte. tam kapıya yürürken, sevdiğim kadınım, nuriye’m tuttu kolumdan: “geri dur. sen bilmezsin onların huyunu. ziyan vermeden bırakmazlar işin ucunu. bana güvenirsen bırak konuşayım.” dilim lal oldu sanki. bakakaldım. vardı, er gibi kapıyı açtı. sol eli belinde, sağ eli yumruk, haykırdı şaşkın şaşkın kendine bakan ağalarına:
“bana bakın bana. bundan böyle ben belenardıç geliniyim. gücünüz kudretiniz beni buradan sökmeye yetmez. sevdiğim adama vardım diye zulmedecekseniz aha karşınızdayım. karar benim kararım. kanımız aynı kan. yüreğiniz yetiyorsa dökersiniz. rahmetli babam, beni size hoş tutun diye emanet etti. mal gibi istediğinize peşkeş çekin diye değil! öleceğimi bilsem sevdiğimden vazgeçmem. hadi şimdi elinizden geleni ardınıza komayın.”
yaşı biraz büyük olanlar bu sözlerden dönüşü olmadığını anlamışlardı işin. uzatmadı uzunpınarlılar. düğün dernek yapıldı. nuriye’m oldu evdeşim. sandım ki o benim. senesine hasan doğdu. dedim bu da benim. beş yıla varmadan yine gebe kaldı nuriye’m. hastane yolu mu biliriz biz. ebe kadın baktı, dedi: “yavrular ikiz…” demez olaydım, “benim yavrularım onlar benim.” nah senin, dedi felek. kimine kavun kimine kelek! yedinci ay tamam oldu demişti nuriye’m. eli yüzü şişmeye başladı o gün. bir sancıdır tuttu bunu. su içecek mecali kalmadı. bir koşu ebeyi aldım getirdim. “yavrulardan ümidim yok; ama gelini kurtarsak bari. öldüyseler içeride zehirler bebeler gelini” deyince dünyam yıkıldı dünyam. kolay mı bir kere benim dediğinden vazgeçmek. veren allah tamam da alanın o olduğuna iman etmek? i̇nsan bir kere eline geçeni ebediyen kendisine aitmiş gibi benimsiyor. hâlbuki kazın ayağı öyle değil. kader ağlarını örüp pustuğu yerden gülümsüyor. kadınım da iki kuzusuyla göçüp gitti o gün. keyfini süremedik yalan dünyanın. yirmisinde ölür mü insan? neden ulan nuriye’m neden ulan? hasan beş yaşına varmadan öksüz kaldı. bir daha asla, kimin bu çocuk diye soranlara benim demedim. hep emanet işte, sahip çıkanı yoksa bu kapının, diye cevap verdim.
ene buruk oğlak eneee! ulan boynu küpeli. ulan uzun kulaklı. gören dert ortağım sanacak. i̇nsan insanı böyle dinlemez. yarım saattir başın dizimde, kıpırdamadın bile. üç gün sonra et tuttuğunda bıçağın altına da uzatacak mısın bu boynunu böyle? o gün de koklayacak mısın gömleğimin yenini? yoksa sen de herkes gibi gaddar olduğumu mu düşüneceksin? neyse ki senin düşünmek gibi derdin yok. gam, tasa, keder bilmezsin. ah be buruk oğlak. i̇nsanın yalan dünyada niye kimsesi yok?
sinan terzi
derdimize çare bir çiçek
ötüken neşriyat
i̇nsanlar bilmiyorlar buruk oğlak. benim bildiklerimi çok azı hariç, bilmiyorlar. başta kaybetmeyi bilmiyorlar. ölümün soğuk yüzü burunlarının ucuna kadar sokulmadan ne olduğunu hayal bile edemiyorlar. kimseyi ayıpladığımdan değil. ben de bilmezdim başıma gelmeden. dağlana dağlana yaralarım, öğrendim. üstüne toprak ata ata kapattım acılarımı. yalnızlığın koynunda uyuttum sancılarımı. kaybetmemeye yemin ettim. benim demezsen kaybetmezsin. neyim varsa emanet belledim. emanet bekler gibi başını bekledim. aç kalmayacak kadar yedim, örtünecek kadar giyindim. harmanı savurdum; ama bir daneyi zayi etmedim. toprağı sürdüm ama bir evlek yeri boş bırakmadım. malı davarı sağdım; ama bir damla sütü yere damlatmadım. bir eş, iki evlat yitirdim; ama tek kalan oğulu sefil etmedim hayatta. ele güne avuç açtırmadım, muhannete muhtaç etmedim. kimsenin yüzüne karşı bu oğul benimdir, demedim. ana olamazdım ona elbet. say ki baba da olamadım. kendi öğrendi baka baka, düşe kalka. kaybede kaybede. en son üç parmağını bıraktı memleket uğruna. şimdi onun dahi emanet olduğunu biliyor. esaslı baba oldu benim gözümde. bir iki dil döktü. çalışıp kazandığını istemeye kalktı ima yollu. müsaade etmedim. kaybetmiş adam yine kaybetmeye meyyaldir diye… i̇stedim ki demir gibi erisin önce. dövüle dövüle gelsin kendine. pek anlamadı ya. ses etmedi yine. bu iyiye işaret. su böyle verilir çeliğe. böyle sertleşir.
gaddar değilim ben. ne yapıyorsam ona olan merhametimden, sevgimden. yüzüne karşı söyleyemediklerimi dağda bayırda sana söylüyorum buruk oğlak. devran böyle dönüyor. razı olduğun kadarı düşüyor payına. fazlasını talep edenin elindeki de gidiyor. ben bire üç kaybettim. hasan’ım bire beş kazanıyor. çocukları zehir gibi. hele hatice nur. gözbebeğimiz. hiç görmediği ninesinin kopyası. çok taze daha, çok toy. aynı ninesinin o yaşlarda olduğu gibi. dünyayı sigaya çekecek gücü var. çok soruyor, çok sorguluyor. gönlüne kafasına uyanı yapıyor. kadınımın huyları var onda. anasına pek benzemiyor. halbuki kız halaya çeker derdi büyükler. o yüzden aldım seher'i hasan'a. anasının bana yoldaşlığı nasılsa, onun da öyle olsun diye oğluma. allah var huyu iyidir. toz kondurmam. şükür ki torunum benzedi ninesine. şükür ki anasından hasan'a, hasan'dan hatice nur'a miras bir damar kaldı. yaşadığıma değdi hayat. çabama değdi.
kadınımı uzunpınar'dan belenardıç'a yayan yapıldak kaçırdığımda o on beş ben on yedi yaşımızdaydık. gelinin, damadın küçüğü olmazdı o vakitler. ama kız kavrayıp kaçırmanın kavgası büyük olurdu. oldu da. ağaları baba evimizin kapısına satırlarla dayanınca anlamıştım. korktum mu? allah var korktum. vallahi canımdan değil. sevdiğimi elimden alırlar mı acaba diye korktum. bir evin bir oğluydum. babam da öyle. arkamızda duracak hısım, akraba, emmi, dayı da yoktu. uzunpınarlılar kalabalık. vardım, küreği kavradım. vuruşacaktım ölümüne. gençlik işte. tam kapıya yürürken, sevdiğim kadınım, nuriye’m tuttu kolumdan: “geri dur. sen bilmezsin onların huyunu. ziyan vermeden bırakmazlar işin ucunu. bana güvenirsen bırak konuşayım.” dilim lal oldu sanki. bakakaldım. vardı, er gibi kapıyı açtı. sol eli belinde, sağ eli yumruk, haykırdı şaşkın şaşkın kendine bakan ağalarına:
“bana bakın bana. bundan böyle ben belenardıç geliniyim. gücünüz kudretiniz beni buradan sökmeye yetmez. sevdiğim adama vardım diye zulmedecekseniz aha karşınızdayım. karar benim kararım. kanımız aynı kan. yüreğiniz yetiyorsa dökersiniz. rahmetli babam, beni size hoş tutun diye emanet etti. mal gibi istediğinize peşkeş çekin diye değil! öleceğimi bilsem sevdiğimden vazgeçmem. hadi şimdi elinizden geleni ardınıza komayın.”
yaşı biraz büyük olanlar bu sözlerden dönüşü olmadığını anlamışlardı işin. uzatmadı uzunpınarlılar. düğün dernek yapıldı. nuriye’m oldu evdeşim. sandım ki o benim. senesine hasan doğdu. dedim bu da benim. beş yıla varmadan yine gebe kaldı nuriye’m. hastane yolu mu biliriz biz. ebe kadın baktı, dedi: “yavrular ikiz…” demez olaydım, “benim yavrularım onlar benim.” nah senin, dedi felek. kimine kavun kimine kelek! yedinci ay tamam oldu demişti nuriye’m. eli yüzü şişmeye başladı o gün. bir sancıdır tuttu bunu. su içecek mecali kalmadı. bir koşu ebeyi aldım getirdim. “yavrulardan ümidim yok; ama gelini kurtarsak bari. öldüyseler içeride zehirler bebeler gelini” deyince dünyam yıkıldı dünyam. kolay mı bir kere benim dediğinden vazgeçmek. veren allah tamam da alanın o olduğuna iman etmek? i̇nsan bir kere eline geçeni ebediyen kendisine aitmiş gibi benimsiyor. hâlbuki kazın ayağı öyle değil. kader ağlarını örüp pustuğu yerden gülümsüyor. kadınım da iki kuzusuyla göçüp gitti o gün. keyfini süremedik yalan dünyanın. yirmisinde ölür mü insan? neden ulan nuriye’m neden ulan? hasan beş yaşına varmadan öksüz kaldı. bir daha asla, kimin bu çocuk diye soranlara benim demedim. hep emanet işte, sahip çıkanı yoksa bu kapının, diye cevap verdim.
ene buruk oğlak eneee! ulan boynu küpeli. ulan uzun kulaklı. gören dert ortağım sanacak. i̇nsan insanı böyle dinlemez. yarım saattir başın dizimde, kıpırdamadın bile. üç gün sonra et tuttuğunda bıçağın altına da uzatacak mısın bu boynunu böyle? o gün de koklayacak mısın gömleğimin yenini? yoksa sen de herkes gibi gaddar olduğumu mu düşüneceksin? neyse ki senin düşünmek gibi derdin yok. gam, tasa, keder bilmezsin. ah be buruk oğlak. i̇nsanın yalan dünyada niye kimsesi yok?
sinan terzi
derdimize çare bir çiçek
ötüken neşriyat