akşam trene bindiğimde karmaşık duygular içindeydim; basbayağı yorgun ya da sabahı serbest geçirdikten sonra belki dinlenmiş haldeydim; işsizlikten dolayı hoşnutsuz ama diğer yandan bunun meziyetinden teselli duyuyordum. kompartımanın bunaltıcı, tozlu havası ve diğer yolcular, içimdeki iyi niyetli temaşanın son bulmasına yol açtı.
bir değerlendirme yapmak istiyorum: orta yaşlı sayılabilecek biri olmam ve yeni farkına varmış olmamdan dolayı henüz üstüne fazla düşünemediğim basit bir şekilde söze dökeceğim. yanlış hatırlamıyorsam bir sene kadar önce ruhumda bir sonbahar çiçeği gibi fırladı, bütün yeniliklerde olduğu gibi kulağa saf gelen sözcükler şöyleydi: hayat ne kadar güzel, yaşadığım için çok mutluyum, en önemsiz anlarda bile bunun farkında olmalıyım, her şey bir anda tersine dönebilir ve her şeye hasret kalabilirim. fikrin özünün bu olduğunu sanmıyorum, yine de şunu ekleyebilirim: insanlar bunları genellikle "kapalı" bir ifade gibi okur ya da duyarlar, en azından bir an dahi olsa bu yaklaşımın yararlı olduğunun anlaşılmasıyla küçük şeylere duyulan bağlılık; bir tür çaresizlik felsefesi. bu şekilde onlar için mutluluk küçük şeylerde gizlidir, gerisi teferruattır.
benim yaklaşımıma göre durum farklı: ben mutluluğun karşı konulamaz bir ön duygu olduğunu düşünüyorum, insan acı çekmek pahasına da olsa, selamete giden çetin yolda, hazırlıksız olarak, ona doğru büyük adımlarla ilerlemekten başka bir şey yapamaz. doğru anladıysam insan, dikkatini küçük mutluluklara vererek büyüğe giden yolun önünü açıyor. öğrencilerimin benden nefret edeceklerinden çekinmesem o zaman her yerde özellikle burada, duygularımın neredeyse özünü oluşturan "eskatolojik perspektif"i ima ederdim.
tren çiçeklenmiş ağaçların arasından ilerledi. güneş doğrudan kompartımanın camından içeri parlıyordu. tarlaların yeşillikleri koyulaşırken gökyüzü aydınlanmaya başladı. manzara usta bir ressamın tablosu gibiydi ve yolcular samimi insanlar gibi görünüyordu. kendimi mutluluk vadisinin zirvesinde hissettim, her canlının karşılaştığı can sıkıntısı ve zorluklardan oluşan küçük tepelere rağmen. hayatı tasvip ediyorum. peki, daha sonra yenilenmiş bir ruhla uyandığımda, içimden yükselen bu kutsal duygu bir meyve değil de sonuç ya da ödül olabilir mi?
johan daisne
bir gece... bir tren
çevirmen: gül özlen,
alef yayınları,
s.17-18
bir değerlendirme yapmak istiyorum: orta yaşlı sayılabilecek biri olmam ve yeni farkına varmış olmamdan dolayı henüz üstüne fazla düşünemediğim basit bir şekilde söze dökeceğim. yanlış hatırlamıyorsam bir sene kadar önce ruhumda bir sonbahar çiçeği gibi fırladı, bütün yeniliklerde olduğu gibi kulağa saf gelen sözcükler şöyleydi: hayat ne kadar güzel, yaşadığım için çok mutluyum, en önemsiz anlarda bile bunun farkında olmalıyım, her şey bir anda tersine dönebilir ve her şeye hasret kalabilirim. fikrin özünün bu olduğunu sanmıyorum, yine de şunu ekleyebilirim: insanlar bunları genellikle "kapalı" bir ifade gibi okur ya da duyarlar, en azından bir an dahi olsa bu yaklaşımın yararlı olduğunun anlaşılmasıyla küçük şeylere duyulan bağlılık; bir tür çaresizlik felsefesi. bu şekilde onlar için mutluluk küçük şeylerde gizlidir, gerisi teferruattır.
benim yaklaşımıma göre durum farklı: ben mutluluğun karşı konulamaz bir ön duygu olduğunu düşünüyorum, insan acı çekmek pahasına da olsa, selamete giden çetin yolda, hazırlıksız olarak, ona doğru büyük adımlarla ilerlemekten başka bir şey yapamaz. doğru anladıysam insan, dikkatini küçük mutluluklara vererek büyüğe giden yolun önünü açıyor. öğrencilerimin benden nefret edeceklerinden çekinmesem o zaman her yerde özellikle burada, duygularımın neredeyse özünü oluşturan "eskatolojik perspektif"i ima ederdim.
tren çiçeklenmiş ağaçların arasından ilerledi. güneş doğrudan kompartımanın camından içeri parlıyordu. tarlaların yeşillikleri koyulaşırken gökyüzü aydınlanmaya başladı. manzara usta bir ressamın tablosu gibiydi ve yolcular samimi insanlar gibi görünüyordu. kendimi mutluluk vadisinin zirvesinde hissettim, her canlının karşılaştığı can sıkıntısı ve zorluklardan oluşan küçük tepelere rağmen. hayatı tasvip ediyorum. peki, daha sonra yenilenmiş bir ruhla uyandığımda, içimden yükselen bu kutsal duygu bir meyve değil de sonuç ya da ödül olabilir mi?
johan daisne
bir gece... bir tren
çevirmen: gül özlen,
alef yayınları,
s.17-18