bilmemek – tabutmag forum
bilmemek, hatırlama, yalnızlık, yabancılaşma, yurtsuzluk, bellek ve unutuş üzerine...

23

hayır, günlükte politikaya hiçbir ima yok. dönemden hiçbir iz yok, belki sadece, geri plandaki duygusal aşk idealiyle, komünizmin ilk yıllarındaki püritanizm dışında. josef, bakir çocuğun bir itirafına takılıyor: bir kızın göğsünü okşamaya kolayca cesaret edebilmektedir, ama kalçalarına dokunabilmesi için kendi utangaçlığını yenmesi gerekmektedir. ayrıntıya önem veriyor: “dünkü buluşmada d.'nin kalçasına ancak iki defa dokunmaya cesaret edebildim."

kalçalar onu ürkütmektedir, ama duygulara da bir o kadar açtır: "beni aşkına inandırdı, birleşme vaadi benim zaferim..." (açıkçası, birleşme aşka dair bir kanıt olarak onun için fiziksel eylemin kendinden çok daha fazla önem taşıyordu) "...ama hayal kırıklığına uğradım: buluşmalarımızda hiçbir heyecan yok. ortak hayatımızı hayal etmek beni dehşet içinde bırakıyor." ve daha ileride, "kaynağını gerçek bir tutkudan almayan sadakat ne kadar da bıktırıcı."

heyecan, ortak yaşam, sadakat, gerçek tutku. josef bu sözcükler üzerinde duruyor. olgunlaşmamış biri için bunların anlamı ne olabilirdi? dalgalar kadar iriydiler ve güçlerinin asıl kaynağı belirsizliklerindeydi. çocuk tanımadığı, anlamadığı duygulanımların arayışı içindeydi. onları kız arkadaşında (yüzüne yansıyan en küçük duyguyu kollayarak), kendinde (bitmek tükenmek bilmeyen içebakış saatlerinde) arıyordu, ama onlardan hep yoksun kalıyordu. şunları o zaman not etmişti (josef bu görüşteki insanı şaşırtan kavrayış derinliğini kabul etmek zorunda kalıyor): "ona acımak arzusuyla acı çektirmek arzusu tek ve aynı arzu." ve gerçekten de sanki bu cümlenin kılavuzluğunda gibi davranmaktadır: merhamet duymak için (merhametin heyecanına varmak için), kız arkadaşının acı çektiğini görmek için her şeyi yapıyordu; ona eziyet ediyordu: "onda aşkıma karşı kuşkular uyandırdım. kollarıma atıldı, onu teselli ettim, hüznünde yüzdüm ve bir an için, içimde küçük bir tahrik kıvılcımının fışkırdığını hissettim."

josef bakir çocuğu anlamaya, kendini onun yerine koymaya çalışıyor, ama bunu yapamıyor. sadizmle karışık bu duygusallık, bütün bunlar onun eğilimlerine ve doğasına tamamen aykırı. günlükten boş bir sayfa kopartıyor, bir kurşunkalem alıyor ve cümleyi aktarıyor: "hüznünde yüzdüm". uzun uzun iki yazıya dalıyor: eskisi biraz acemice, ama harfler şimdikiyle aynı biçimde. bu benzerlikten hoşlanmıyor, bu onu öfkelendiriyor, sarsıyor. birbirine bu kadar yabancı, bu kadar zıt iki insanın el yazıları nasıl olur da aynı olur? onu ve kendini bir şey sanan bu veledi tek bir kişi yapan bu ortak özün temeli ne?

milan kundera
bilmemek

s.59—60

türkçesi: aysel bora
can yayınları