“ve beklemeyle geçen bu yaşam. akşam yemeğini beklerim ve uykuyu beklerim. belli belirsiz bir umutla uyanmayı düşünürüm - neyin umudu? bilmiyorum. uyanma saati gelir ve öğle yemeğini beklerim. ve sonra ertesi güne kadar böyle... durmaksızın kendi kendine: şimdi bürodadır, öğle yemeğini yiyor, bürosundadır, iş bitmiştir - ve yaşamındaki, düşünülmesi gereken, düşünülünce, insanı haykıramayacak hale getiren şu boşluk...”
Roman. “Çektiğim acı, gözyaşlarım, o kız burada olduğunda ve birbirimize acı verdiğimizde bir anlam kazanırdı. O gözyaşlarımı görebilirdi. O gitti, o zaman bu acı boş bir hayal oldu, acı geleceksizdi. Ama, gerçek acı boş acıdır. Onun yanında acı çekmek tadına doyulmaz bir mutluluktu. Ama ıssız ve meçhul acı, bize sürekli olarak sunulduğu halde inatla görmezden geldiğimiz, oysa bir gün ölüm anından daha da korkunç bir anda mutlaka içmemiz gereken kadehtir.”
Acı içinde geçen geceler de ———aynı öteki geceler gibi, akşamdan kalma tatsız bir ağza neden oluyor.
Roman. “Son bir söz. Sorun, yitirilmiş güzel bir hayal ile tadına doyulmaz ama acı bir diyaloğa girişmek değildir. Sorun, benliğimin derinlerindeki hayali özenle yok etmek, belleğin yüreğime yaşattığı umutsuz irkilmeyi önlemek için bu yüzü şiddetle silmektir...” “Ey aşkım, bu aşkı öldürmek gerek.”
Trajedi, yalnız olmak demek değil, yalnız olunabilir demektir.
Bazen, insanların evreniyle bir araya gelmemek için, dünyaya her şeyi verebilirim. Ama, bu evrenin bir parçasıyım ve en büyük cesaret, evreni ve onunla birlikte trajediyi kabul etmektir.
Molière’in Don Juan’ına bir sahne yazılacak.
Piyes. Kin duyamayan bir adam.
İnsanlar yaşamayı yavaş yavaş öğreniyorlar. Ve yaşam benim için öylesine doğal olduğu halde, eylemlerim ya da düşüncelerim, başkalarının ya da kendimin acısı ya da huzursuzluğuna eklendiği ana dek, yaşamayı yavaş yavaş unutmuştum, bu dünyanın dayanılmaz ağırlığıyla, artık olabildiğince zevk almaya başladım.