sanat ve arzu – tabutmag forum
“eğer bir kurala zorla uyuyorsan, senin dışında bir neden seni uyduruyorsa bir kurala, kural önceden verilmişse ve senin içinde yer etmemişse bu kural, başka bir deyişle bu kuralı sen kendin koymamışsan, kendi davranış kuralını, kendin a priori olarak koymuyorsan ahlaki bir varlık değilsin, çünkü özgür bir varlık değilsin. ahlakiliği mümkün kılan şey doğrudan doğruya özgürlüktür. kant’ın, dolayısıyla bütün aydınlanma düşüncesinin çerçevesi bundan oluşuyor.”

30 nisan 1998
ulus baker —sanat ve arzu
Bakış açısı mefhumu, ya da görüş açısı mefhumu nerede işe yarar? Medyada yaradığı belli, onu biliyoruz ama medyanın da pek estetik bir tarafı yoktur. Televizyon dediğimiz şeyin, ya da basın dediğimiz şeyin…

Sanattan falan filan bahsederler ama yani Hulki Cevizoğlu’nun programında konuşan birisinin bakış açısında estetik olabilecek, estetiği içerebilecek herhangi bir görünüm bulmak olanaksız. Bakış açısının işe yaradığı, anlamamızda işe yaradığı şeylerden birisinin “zarafet” olduğunu düşünüyorum. Hiç yengeç gördünüz mü karada? Nasıl kötü yürüdüğünü, ya da bir kuğunun nasıl kötü yürüdüğünü gördünüz mü? Orada çok özel bir zarafet türü olduğuna dikkat edin, o karada yürüyüşte. Hayvanların çoğu zaman doğalarından gelen, insanlardan çok daha zarif yönleri vardır. Bir kedinin atlayışını düşünün, bir leoparın koşuşunu, bir ceylanın kaçışını. Bunlardaki çok özel zarafet sanata her zaman kaynaklık etmiş, ilham vermiş bir doğa zarafeti söz konusu. E peki yengeç gibi bir hayvan, suda tümüyle kendi dünyasında, bambaşka davranan ve kendine özgü o yengeç zarafetini taşıyan bir varlık, karada acaba aynı zarafeti taşımıyor mu? Ya da taşımadığını söylediğimiz zaman ne söylemiş oluyoruz? Buna ikinci bir temayı yardıma çağırarak cevap verme konusunda bir önerim var. O da philia, “sevme, hoşlanma” anlamında. Yani hafif anlamında philia, dostluk anlamında değil. Ama dostluğun başlangıcındaki bu ilk hoşlanma, karşılaşma halindeki bir philia temasından bahsediyorum. Hiçbir zaman öyle kendiliğinden güzel olan bir şeyi seviyor değiliz, dikkat ederseniz. Kendisine yakınlık duyduğumuz, sempati duyduğumuz, bize bu izlenimi verecek şeyde, yani kendisiyle dostluk kuracağımız her şeyde, şöyle bir “başka dünyadan”lık, bir tür beceriksizlik hali, bir tür tuhaflık olmazsa asla dostluk kurulamaz. “Acıma” demiyorum buna, yani bu tür bir dikkati çekmenin, acıma mekanizmasıyla, acıma affect’iyle işlemediğinin altını çizmek isterim. Bir tür beceriksizlik karşısında, bir tür afallama, desorientation [yer-yön kaybı] karşısında duyduğumuz belli bir duygu vardır ve bu doğrudan doğruya bizi o yöne doğru çeker, yani bir sevgi bağına, bir nevi dostluk bağına çeker. Bunu yaşamayan var mı içinizde, bilmiyorum. Ya da hoşlandığınız bir insan olabilir, bir hayvan olabilir, bilmiyorum, sanki böyle bir duygunun, böyle bir affect’in önceden uyanması gerekirmiş gibi geliyor bana. Niye bunu söylüyorum, bilmiyorum belki bir tür yaşam deneyimidir. Yengeçten bahsederek konuya girmemin nedeni de o, çünkü bir yengecin yürüyüşünde ve kuğunun paytak paytak yürümesinde, doğrudan doğruya estetik bir şey vardır. Bir tür hoşlanmayı davet eden bir şey vardır, hafifçe şaşırtan bir yön vardır. Bu yönün ana formülünün “başka bir dünya zarafeti” diye tanımlanabileceğini söylemek isterdim. Leibniz’de, biliyorsunuz bu, öteki dünyalar – tabii ahiret anlamında öteki dünyalar değil, olası mümkün dünyalarından bahsediyorum. Eğer Leibniz’den bir estetik kuramı türetmek isteyen birisi varsa -işte tez yazarken falan, bulabilirseniz- bunu mutlaka ve mutlaka bu mümkün dünyaların içerisinde teknik olarak oluşturabilecek durumda olursunuz. Adem’ in ahlaki direnişi nasıl öte dünyalarda, öteki mümkün dünyalarda ifade oluyorsa, estetik duyumsayış da, bu tür hoşlanmanın başlangıcı olan bir tür algı affect’ı de yine Leibniz’de bu öteki dünyalarda, yani öteki dünyaların bakış açısından ve bu öteki dünyalara bakışımız yönünden ifade edilecek bir hale geliyor bence. Basit impression’larla [izlenimlerle] ilerleyeceğimi söyledim. Merak etmeyin, öyle yapacağım ama çok zor bir mefhum değil herhalde ortaya attığım… bu tür hoşlanma affect’iyle ilgili, hoşlanma duygusuyla, duygulanış haliyle ilgili olarak söylediğim.

s.70—72

Ulus Baker
Sanat ve Arzu (5 Mart 1998 Tarihli Ders)

Editör: Tansu Açık
iletişim Yayınları, 2014
… ve bilirsiniz düşünceler insanların elinden çok kolay çıkar, kullanıma açık nesnelerdir, bedavadırlar her şeyden önce. Satılan düşünceyle bakış açısı falan oluşturulamaz. Düşüncenin pazarlan­dığını da hepimiz biliyoruz. Artık günümüzde reklamcılar “konsept” yaratıyorlar, Deleuze’ün söylediği gibi. Onla­rın elinden bunu nasıl alacağız, mesele o. Bir sanatçı sanat eserini reklam olmaktan nasıl çıkaracaktır? Ya da gazete köşe yazısı düzeyinde yürütülen bazı etik ve politik tartışma­ların elinden siyaset alanları nasıl kurtarılacak ve nasıl ye­niden inşa edilecektir? Ya da düşüncenin kurtarılması nasıl yeniden inşa edilecektir bu ortamın içerisinde? Şimdi ben düşüncenin kurtarılması gereken bir şey olduğuna gerçek­ten inanıyorum. Geçen gün Ahmet Cemal gibi bir adamın, herhalde kırk yılda bir, kafasına bir şey düştüğünde söyle­yebileceği sözler sarf ettiği bir yazısını okuduydum. Orada, sonuçta ilginç bir şey görmüş. “Düşünce olmadan düşünce özgürlüğünden nasıl bahsedersiniz?” gibisinden bir hatırlat­maydı bu. Böyle durumlarla karşılaşmamak için, özellikle bunu Ahmet Cemal gibi birisinin ağzından işitmemek için epeyce uğraşılması gerektiğine inanıyorum ben. Etik olarak, felsefi olarak bir çaba gösterilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu, medyada olmaz.

[kayıtta atlama]

s.36—37

Ulus Baker
Sanat ve Arzu (24 Şubat 1998 Tarihli Ders)

Editör: Tansu Açık
iletişim Yayınları, 2014