gündökümü – tabutmag forum
"sevginin yalnızca bir duygu olmadığını, bilgi de gerektirdiğini kendimden biliyorum. sevgi savurganlığım yüzünden ha bire su vererek çürüttüğüm kaktüsler hâlâ aklımda. bir dostum, "i̇yi ki akvaryumda balık beslemiyorsun," demişti, "herhalde havasız kalmalarına üzülür sudan çıkarırdın onları."

sevme yeteneğimin dağınık olduğu yıllarda, çocuklara karşı -şimdiye oranla- çok daha sevecendim. artık ailelerinin arabesk beğenileriyle yönlendirilmiş, büyümüş de küçülmüş çocuklara acımak bile gelmiyor elimden. her şıkıdım çocuk gördüğümde avucum kaşınıyor da neyse ki mantığım yardıma koşuyor: bütün çocukları sevmek zorunda olmadığıma göre buna niye kızayım?”

tomris uyar, gündökümü
26 Şubat

Milliyet Çocuk Dergisi'ne bir öykü yazmaya başladım.

Tüh! Öykü üstüne ne biliyorsam, ne öğrendiysem, unutmuşum sanki. Her tümcede bir titizlik, bir düzeltmedir gidiyor. Her sözcüğün kullanılışında zorla yanlışlık arıyorum, imgeleri kolay, sudan buluyorum.

Ara sıra, çok bunaldığımda, bu öyküyü devlet zoruyla yazmadığım geliyor aklıma, kimse başımda dikilip yazmamı beklemiyor; kendim istedim. Böyle güç olacağını baştan bilmiyor da sayılmam.

Unesco'nun yayımladığı çocuk resimleri gözümün önünden gitmiyor: çanlara, kulelere, kundaktaki bebelere düşkün Sovyet çocuklarının, renge cümbüş gözüyle bakan dünya çocuklarının ürünleri. Hele bizim çocuklarımız... toprağı karıştırırcasına, alçakgönülle boya karan, yalın renkler yaratan, ağırbaşlı köy çocukları...

Cemal Bingöl anlatmıştı. Yozgat'ta resim öğretmeniyken, bir kır yemeği resmi çizmelerini istemiş çocuklardan. Öğrencilerden biri, ağaçları, kırı falan bütün ayrıntılarıyla anlatmış da (resmi gördüm), yerdeki dört köşe beyaz bezin üstüne belirsiz bir şeyler çizmiş. İnsan çizmeyi beceremediği besbelli.

Cemal Hoca sormuş; resmin anlamını değil elbet, resme ilişkin sorular.

—Şu, sofradır, demiş öğrencisi, ama adamlar gezintideler, daha oturmadılar sofraya.

Bizim kentli çocuklarımızsa TV seyircisi, Zagor okuru, Asteriks düşkünü, Red Kit'çi; onlar için yazmak bu yüzden daha da güç. Hikâyeye bir "hikmet"le girmenize, ders vermeye çabalamanıza gülüp geçiyorlar; iyi-kötü karşılaştırmaları yapma, değer yargıları yerleştirme eğilimlerini de hemen saptayabiliyorlar. Hayvan masalını sevenini pek görmedim.

—Hayvana yalandan söyleteceğine, kendi söylesin. Hem beni ağlatmaya da çalışmasın! diye karşı çıkıyorlar.

Andersen'in "Çam Ağacının Öyküsü'ndeki Dede, çocuklara sorar: "Size ivedi Avede'nin masalını mı anlatayım, Klumpe Dumpe'yi mi?"

Andersen, ancak yazarlık sezgisi diye adlandırılabilecek korkunç bir ustalıkla, bu masalları anlatmadan geçer. Geriye yalnız sorulan soru kalır.

Oğluma sormuştum: Sence nasıl biri şu ivedi Avede?

—Biraz sarsak, şaşkın, telâşlı ama iyi kalpli diye yanıtladı sorumu. Yalnız, Klumpe Dumpe'den daha becerikli.

Çizdiği tip, Keloğlan'dı. Gelgelelim Keloğlan'dan sıtkı sıyrıldı artık. Küçük Prens'e de çok içerliyor, gülünü bırakıp gidiyor, gülünün sorumluluğunu taşımıyor diye; böylece cezasını hak etmiş oluyormuş (yeni bir yorum).

—Sen beni bırakıp başka gezegenlere gidiyor musun? diye iç burkucu yan etkiler getiren bir soru da sormadan edemedi.

Yazarın çıraklık döneminde ele alıp altından kalkamadan çekmecesine attığı çocukluk ürünlerini, çocuk yazını furyasından yararlanarak piyasaya sürmesi, gerçekten çok sakıncalı. Kendisi için başta. Deneydeki kurbağa gibi, yavaş yavaş ısıtılan suyun kaynadığını ayırdetmeden gümleyip gitmek var işin ucunda.

s.184-186
Tomris Uyar
Gündökümü (1875-1980)

Can Yayınları
“Yoz bir toplum düzeninde yaşamaktan usanıp yaşamlarına son verenlere, üstlerine gaz döküp kendini yakanlara, hasta gözüyle bakıyoruz.

Onları ruh hastası saymakla, insanın insanca yaşamak hakkına, insan olarak yaşayamıyorsa, yaşamı dışlama hakkına tepeden bakıyoruz.

İnsan yaşadığı toplumdan utanç duyduğu için pekala canına kıyabilir, inanıyorum buna.

Böyle önemli bir kararın arifesinde, öteki kararlardaki bocalamalara da yer yoktur üstelik: Kaldırım kirlense de olur, banyo kanlansa da, çocuklar korksa da, dostlar üzülse de.

Bu tür incelikler, kaygılar çok geride kalmıştır.”
10 Kasım

Birçok gündökümüme ve öyküme konuk-kahraman olarak katılan Hacer Hanım öldü. Bu tarihte ölmesinin kara-mizahı bir yana, gerçek bir kahramandı. Yaşamı süresince korkuyla içli dışlıydı: Önceleri yoksulluktan, parasızlıktan, cahillikten korktu, sonraları çalışamamaktan; yaşlanıp gündeliğe gidecek gücü kalmayınca da ölüsünün ortalarda kalacağından korktu. Kızlarının, damatlarının ilgisizliğinden korktu.

Ama bahar dallara yürüdü mü, en güzel otları toplamaktan vazgeçmedi. Yorgun bir iş gününün sonunda evine döndü mü çeşmeden su taşımaktan gocunmadı, bir çay demleyip ıhlamurun dibinde içip yorgunluğunu çıkartmaktan geri kalmadı. Genelde bütün çocuklara, özellikle torunlarına inanılmaz bir ilgi ve sevgi besledi, her fırsatta onların gönüllerini aldı. Son günlerine kadar mutfakta yere çöküp gazetelerin manşetlerini sökmeye uğraşmaktan vazgeçmedi. Gerçek bir kahramandı, dedim ya.

Geçenlerde evine gittiğimde onu mis gibi bir döşekte yatar buldum. Kızları pervane gibiydiler çevresinde. Demek korkuları boşunaymış güzelimin.

— Değil küçük hanımcığım, diye fısıldıyor. Aman kimse duymasın! Bir kere yattım ya artık kalkamam ben, biliyorum. En çok ölümden korkuyormuşum meğer! Ölmekten korkuyormuşum!

Bugün cenazesinde büyük kızı kulağıma eğildi: "Size söylememi istedi. Son günlerde artık korkmuyormuş. 'Ölüme de alışılıyormuş, küçük hanıma öyle söyle,' dedi."

s.340

Tomris Uyar
Gündökümü
Bir Uyumsuzun Notları 1

YKY