yolculuk günlükleri – tabutmag forum
13 temmuz

pırıl pırıl bir güneş, deniz yüzeylerini durmaksızın yalıyor. ve bütün gemi göz kamaştırıcı bir ışık içinde kalıyor. havuz, güneş. bütün öğle sonunu çalışarak geçiriyorum. akşam serin ve tatlı. i̇ki gün sonra varacağız. şu gemiden, her şeyden yüz çevirmiş bir yüreği uzun günler boyunca içinde koruyabildiğim şu kamaradan, bana onca iyilik etmiş olan şu denizden ayrılma düşüncesi, beni biraz ürkütüyor. yaşamaya, konuşmaya yeniden başlamak. kişiler, yüzler, oynanacak bir rol; bunun için daha çok cesaret gerekecek, bense bunu kendimde bulmuyorum. bereket versin ki gövdesel açıdan tam formundayım. yine de insan yüzlerinden kaçmak istediğim zamanlar oluyor.

gecenin ileri vaktinde, uyuklayan gemiden geceye bakıyorum. kendi doruğuna çökmüş olan tuhaf güney ay'ı, güney yönüne doğru suları aydınlatıyor. şu binlerce kilometreyi, içinde yoğun ve parlak suların yağlı bir kesek gibi balkıdığı(*) şu yalnızlıkları düşlüyor insan. hiç değilse, bu erinç verecek.

syf•57—58

albert camus
yolculuk günlükleri

türkçesi: ramis dara
can yayınları
Denizde

Bu dönüş yolculuğunun uzunluğu. Denizdeki akşamlar, batan güneşten aya geçiş, yüreğimi biraz yatışmış hissettiğim biricik anlar. Denizi hep seveceğim. O, içimdeki her şeyi, hep yatıştıracak.

Bu ortamın korkunç niteliksizliği. Şimdiye dek beni kuşatabilen niteliksizlikten bir kez olsun acı duymadım. Şimdiye dek. Ama burada bu içtenlik çok çok ötelere uzanıyor. Ve herkeste, aynı anda, ötelere gidebilecek olan bir şey, eğer yalnızca...

İki genç ve güzel varlık bu gemi üzerinde arı bir sevgiye başladılar, çevrelerini hemen bir tür kötü bir çember kuşattı. Şu aşk başlangıçları! Onları sever, yüreğimin dibinde duyumsarım —şu güverte üzerinde, güneşten parlayan Atlantik'in merkezinde, çılgınlık içindeki anakaraların ortasında, gençliğin ve aşkın gerçekliklerini koruyan kişilerin duyumsadığı aynı minnet duygusuyla. Ama yüreğimde duyumsadığım şu hevesin, bana yirmi yaşımdayken sahip olduğum sabırsız yüreği yeniden anımsatan şu fırtınalı arzunun adını niçin koymayalım! Ama ilacı biliyorum, uzun zaman denize bakacağım.

Kendimi yeniden öylesine güçsüz hissetmemin hüznü. Yirmi beş yıl sonra elli yedisinde olacağım. Yapıtımı oluşturmam ve aradığımı bulmam için yirmi beş yıl öyleyse. Ardından, yaşlılık ve ölüm. Benim için en önemli olan şeyi biliyorum. Ve küçük ayartmalara kapılmanın, boş konuşmalarla ya da kısır aylaklıklarla zaman yitirmenin bir yolunu hâlâ buluyorum. İçimdeki iki—üç eğilime egemen oldum. Ama öylesine gereksindiğim şu üstünlükten ne çok uzağım!

Atlantik'in üzerinde olağanüstü gece. Yiten güneşten henüz doğan aya, halen aydınlık olan batıdan çoktan kararmış doğuya giden şu saat. Evet, çok sevdim denizi —şu dingin sınırsızlığı —şu her yeri kaplayan dümen sularını şu akışkan yolları. İlk kez bir ufuk, bir insan soluğuna uygun; bir alan, gözüpek olduğu kadar büyük. İnsanlara özgü iştahım, çağlama merakım ile, kendimi şu unutuluş denizlerine, ölümün büyüsüne benzeyen şu ölçüsüz sessizliklere denk kılma arzusu arasında sürekli parçalanıp durdum. Dünyanın, benzerlerimin, insan yüzlerinin geçici beğenisine sahibim, ama bu yüzyılın yanında, deniz ve bu dünyada ona benzeyen her şey demek olan benim, kendi kuralım da var. Ey, bütün yıldızların salındığı ve gemi direklerinin üzerinde kaydığı gecelerin tatlılığı ve içimdeki şu sessizlik, en sonunda beni her şeyden kurtaran şu sessizlik.

syf•42—43

10 Temmuz

Sabahleyin Paris havzasının serin ve biraz sert havasıyla, ekvator çizgisinden geçiyoruz, gök köpüklü, deniz bir parça hırçın. Yolcuların azalmasıyla ekvatoru geçiş töreni ortadan kalktığından, onun yerini havuzda kimi su oyunlarından oluşma şu ayinler alıyor. Ve sonra geminin baş tarafında yüzlerini ıssız denize çevirerek akordeon çalan, şarkı söyleyen göçmenlerle geçen bir zaman. Aralarındaki, saçlarına çoktan aklar düşmüş, ama güzel, gururlu, tatlı yüzlü, çiçek sapları gibi elleri, bilekleri olan, eşsiz görünüşlü, üstün nitelikli bir kadın bir daha dikkatimi çekiyor. İriyarı, sarışın, sessiz biri olan kocası sürekli peşinde. Aldığım bilgilere göre kadın Polonya'dan ve Ruslardan kaçıyor, Güney Amerika'ya göç ediyor. Yoksul. Ama ona bakarken birinci mevkinin kimi kamaralarını işgal eden, iyi giyimli, çirkin kadınları düşünüyorum. Onunla konuşmaya henüz cesaret edemedim.

Sakin bir gün. Ekvatoru geçme şerefine verilen şampanyalı büyük akşam yemeği dışında. Dört kişiyi geçince topluluk bana dayanılmaz gelir. İşte Madam C.nin anlattığı bir öykü: “Büyükannem yakınır: ‘Vay başıma, yaşamda her şeye ancak teğet geçiyorum.’ Büyükbabam onu yatıştırır: ‘Dertlenme sevgilim, ne de olsa bana iki oğul verdin.’”

Akşam yemeğinden sonra yolculara bir Laurel ile Hardy şöleni çekiliyor. Ama ben Ay'ı ve boyuna kendisine doğru yol aldığımız Güneyhaçı Takımyıldızı'nı seyretmeye, geminin baş tarafına kaçıyorum. Şu güney göğünde ne denli az yıldız bulunduğu ve olanların da neredeyse solgunluğu karşısında şaşırıyorum. Karınca gibi kaynayan bizim Cezayir gecelerini düşünüyorum.

Uzun zaman denizin karşısında kalış. Bütün çabalarıma ve uslamlamalarıma karşın, artık nedenini bile anlamadığım şu hüznü dağıtamıyorum.

syf•56—57

Albert Camus
Yolculuk Günlükleri

Türkçesi: Ramis Dara
Can Yayınları