"Hiç gerçekten mutlu oldunuz mu? Mutluluğun ne demek olduğunu anladınız mı? Bir daha kurtulacağınıza asla inanmadığınız bir durumdayken?" Dedi ki: "Soruma bir yanıt istemi yorum."
Bir evin girişinde kunduracıyla sohbet eden hayvan gömücüye rastladıktan sonra, papazın evine ve oradan, düşkünler evinin bahçesinden geçerek köy meydanına geri geldik. "Gece, penceremi açışımı duyuyor musunuz?" dedi. "Sık sık kalkıyorum ve penceremi açıyorum. İleri geri, aşağı yukarı yürüyorum. Ama sakinleşemiyorum. Boğulacakmışım gibi geliyor bana: ama içeriye soğuk girdiğinde, başım daha da kötüleşiyor. Soğuk hava beni yeniden kendime getirecek sanıyorum, bir saatin kurulunca yeniden çalışmaya başlaması gibi. Oysa bu bir yanılsama yalnızca. Yeniden kendime gelmek için gösterdiğim çabalar ve yaptığım hileler, gittikçe zorlaşıyor. Bir saat mekanizması gibi, evet. Bu tamamen basit bir benzetme olsa da, konuşurken sadece tamamen basit benzetmeler kullanmaktan yanayım, tutunmak için tamamen yalın kazıklar... Uykusuzluk nedir bilmiyorsunuzdur herhalde. Her halükârda, uykusuzluktan şikâyetçi değilsiniz. Şimdi her şey eziyet veriyor bana, bakıp da içine atlayamadığı bir ırmağın insana eziyet verişi gibi. İnsanlarla ve geçmişleriyle bağlantılı iğrenç odaklar. Başarılmış hiçbir şey görmüyorum." Sonra, yeniden karaçam ormanına geldiğimizde: "Herkes bekliyor mu? Herkes benim gibi, her şeyi değiştiren, parçalayan, her şeye son veren bir şeyi bekliyor mu? Başka bir düzlemde ya da çok aşağılarda devam ettiren?" Bu sırada postacıya rastladık, handan geliyordu ve eliyle kasketine dokunarak bize selam verdi. Konuşmadan. Postacı iyice uzaklaştığında, ressam dedi ki: “Çoğu gibi, o da bu köpek hareketlerini yapıyor, bu köpek pati vuruşlarını. Karısından nefret ediyor. Çocuklarından nefret ediyor. İçiyor. Kuyruk sallıyor. İnsan insanın ideal cehennemidir. İnsanlar için her şey, oldukları gibi olmanın olgusal bir nedenidir." Kuru ot yığınının önünden geçiyorduk. Sonra çabucak hana vardık.
s.188-189
Thomas Bernhard
Don
Çeviren: Mustafa Tüzel
YKY
Bir evin girişinde kunduracıyla sohbet eden hayvan gömücüye rastladıktan sonra, papazın evine ve oradan, düşkünler evinin bahçesinden geçerek köy meydanına geri geldik. "Gece, penceremi açışımı duyuyor musunuz?" dedi. "Sık sık kalkıyorum ve penceremi açıyorum. İleri geri, aşağı yukarı yürüyorum. Ama sakinleşemiyorum. Boğulacakmışım gibi geliyor bana: ama içeriye soğuk girdiğinde, başım daha da kötüleşiyor. Soğuk hava beni yeniden kendime getirecek sanıyorum, bir saatin kurulunca yeniden çalışmaya başlaması gibi. Oysa bu bir yanılsama yalnızca. Yeniden kendime gelmek için gösterdiğim çabalar ve yaptığım hileler, gittikçe zorlaşıyor. Bir saat mekanizması gibi, evet. Bu tamamen basit bir benzetme olsa da, konuşurken sadece tamamen basit benzetmeler kullanmaktan yanayım, tutunmak için tamamen yalın kazıklar... Uykusuzluk nedir bilmiyorsunuzdur herhalde. Her halükârda, uykusuzluktan şikâyetçi değilsiniz. Şimdi her şey eziyet veriyor bana, bakıp da içine atlayamadığı bir ırmağın insana eziyet verişi gibi. İnsanlarla ve geçmişleriyle bağlantılı iğrenç odaklar. Başarılmış hiçbir şey görmüyorum." Sonra, yeniden karaçam ormanına geldiğimizde: "Herkes bekliyor mu? Herkes benim gibi, her şeyi değiştiren, parçalayan, her şeye son veren bir şeyi bekliyor mu? Başka bir düzlemde ya da çok aşağılarda devam ettiren?" Bu sırada postacıya rastladık, handan geliyordu ve eliyle kasketine dokunarak bize selam verdi. Konuşmadan. Postacı iyice uzaklaştığında, ressam dedi ki: “Çoğu gibi, o da bu köpek hareketlerini yapıyor, bu köpek pati vuruşlarını. Karısından nefret ediyor. Çocuklarından nefret ediyor. İçiyor. Kuyruk sallıyor. İnsan insanın ideal cehennemidir. İnsanlar için her şey, oldukları gibi olmanın olgusal bir nedenidir." Kuru ot yığınının önünden geçiyorduk. Sonra çabucak hana vardık.
s.188-189
Thomas Bernhard
Don
Çeviren: Mustafa Tüzel
YKY