halûkçuğum,
günler geçip gidiyor. birtakım şeyler yapıyoruz, ya da yapıyor gibi yaşıyor, oyalanıyoruz. sana uzun zamandır mektup yazmadığımı söylemek boş, biliyorsun. niye yazmadım diyerek birtakım nedenler göstermek de boş; çünkü bunların neler olabileceğini bilmen bir yana, hangi neden sevilen bir insana iki satır yazılmamasını hoş gösterebilir? yok öyle şey. gene de gündelik yaşayışın boktan pısırıklıkları, küçüklükleri içinde insan bu en büyük suçu işliyor. kısacık, ama beni fena silkeleyen mektubunu alalı da on beş gün oldu. ben nerelerdeyim?
yarımcalar gene uğradı daha doğrusu, ben uğradım. gene yarı uykuda, yarı düşte yaşar gibiyim. radyoda yeniden işe başladığımı biliyor muydun? onu da söyleyeyim bari. öyle canlı yayın değil. haftalık konuşmalar falan. ama dünya kadar vakit alabiliyor. şimdi, para kazanmak derdiyle yeni, haftanın altı saatini alacak yeni bir ders kabul ettim. evden taşınmamız gerek. bir yandan ev aramak, bir yandan da kitap, kâğıt toplayıp sarmalamak, öbür eve geçince de hepsini açıp yerleştirmek. geçenlerde güven yardım etti. edecek gene de. sağ olsun. bu arada ayların, yılların yitikleri de bulunuyor. pasaport, para dolu zarflar gibi... bu karışıklık içinde, bir yandan metin yazıyorum, bir yandan coğrafya kitabının parçalarını, bir yandan da öykü. yazıyorum ya, ne zaman ortaya çıkaracağım, bilemem. i̇stiyorum ki birkaç şey olsun elde, art arda çıksın. bu gidişle olabilecek galiba. mektup yazmadım bir buçuk, iki ay boyunca. şimdi teker teker yazmağa başladım. bunların hiçbiri bahane değil. gene söylüyorum. haberin olsun diye yazıyorum, o kadar.
"salgı" adlı öykün üzerine konuşmak isterdim. çok güzel olan şeyler var. çok güzel yaptıkların var. bir de traş edilmesi gereken, yontulması gereken noktalar var. bunları konuşmak gerek. yazmak, söyleyeceklerime (hepimiz yazarız da ondan) bir çeşit ağırbaşlılık, bilgiçlik taslayıcılığı getiriyor, ister istemez. yordam'daki öykülerini, söylemesi ne denli ayıpsa da, hâlâ okuyamadım. utanmak da para etmez. ahtapota benzemek güzel ya, ahtapotluğun tadı ancak altı aydan altı aya yapılacak "toplu bakış çalışması" ile çıkar. yoksa, gündelik ölçüler içinde dağınık, sekiz kolu sekiz ayrı hava çalan bir yaratıktan öte bir halimiz yok. bunu sen anlamazsan kimse anlamaz. yakın eşlerden dostlardan eczanede görüşüp tatlı tatlı sohbet ettiğimiz ağabeylere, amcalara dek herkes "yahu nerelerdesin" diye karşılıyor beni her gördüğünde.
ne marifet, değil mi?
sekiz, sen gittikten kısa bir zaman sonra bir sabah çıktı, bir daha da dönmedi. sekiz yok artık. arınmalar konusunda bir adım daha atmış olduk. bakalım, nereye vardıracağız işi?
eski, tarihsiz, öykünle birlikte yolladığın mektupta, eleştirmenler karşısındaki tutumu acı acı eleştiriyordun. biliyor musun? böyle şeyleri artık hemen hemen hiç görmüyorum. arada bir rastladıklarım var. ya, diyorum, bak bak, diyorum, yazık, diyorum. başka bir şey demek gelmiyor içimden. herkesin görüşünü herkesin görüşü diye kabul etmek zorundayız. beğenmesek de. bilmediğin şey değil. buna karşılık söylemek istiyorsan bir şeyler, söylersin. ama bu söylediklerinin ne ölçüde değeri, yankısı olur? o ayrı. ben şu ara, bir şeyler demektense, bir şeyler yazmak daha iyidir diye düşünüyorum galiba. metin incelemesini gereksiz görenler yanında gerekli görenler de var. yapanlar gerekli görüyorlardır. yapsınlar. hangi takımın "kazanacağı" zamanla belli olur. yok, gereksiz görenlerin düşünceleri seni etkileyebiliyor, seni bundan, diyelim, vazgeçirebiliyorsa, o da iyi, demek ki seni kandırabiliyorlar. vazgeçmiyorsan, zaten ortada bir sorun yok demektir. herkesin bizim gözümüzle görerek bizim kafamızın doğrultusuna gitmesini nasıl olsa bekleyemeyiz, değil mi?
metin incelemesi dedim de, askere gitmen yüzünden gerçekleştiremediğimiz tasarımız aklıma geldi. bir gün gene buna dönebiliriz belki. hele sen sağlıcakla işini bitir gel de...
bunca lakırdıdan sonra seni sormam gerek. senden haber beklerim. edebiyat, yazı, bizim her şeyimiz, en önemli derdimiz. i̇yi ama, yaşamadan ne edebiyat yapabiliriz ne yazı yazabiliriz. o halde, yaşamamız daha önemli oluyor. nasıl yaşıyoruz? ne yapıyoruz? bunların öyküsünü anlatabilirsin bana.
uzun susuşumu bağışla diyebilirim belki. gecikmeden yaz. ben de gecikmeden yazmağa söz veriyorum. saçmalığın bir yerinden dönülmesi şarttır. yoksa, öyle lağım sularında sürüklenen bok gibi olmak kime yarar? radyoda peter pan'ı dinledin mi hiç? bölge-i̇l radyolarında da yayınlanacaktı. dinlersen, sana benden selam olsun. şimdilik gözlerinden, yanaklarından sıkı sıkı öperim. bir daha ne zaman gelirsin buralara? istediğin bir şey var mı?
bilge karasu
hâluk'a mektuplar
metis kitap, s.66-68
günler geçip gidiyor. birtakım şeyler yapıyoruz, ya da yapıyor gibi yaşıyor, oyalanıyoruz. sana uzun zamandır mektup yazmadığımı söylemek boş, biliyorsun. niye yazmadım diyerek birtakım nedenler göstermek de boş; çünkü bunların neler olabileceğini bilmen bir yana, hangi neden sevilen bir insana iki satır yazılmamasını hoş gösterebilir? yok öyle şey. gene de gündelik yaşayışın boktan pısırıklıkları, küçüklükleri içinde insan bu en büyük suçu işliyor. kısacık, ama beni fena silkeleyen mektubunu alalı da on beş gün oldu. ben nerelerdeyim?
yarımcalar gene uğradı daha doğrusu, ben uğradım. gene yarı uykuda, yarı düşte yaşar gibiyim. radyoda yeniden işe başladığımı biliyor muydun? onu da söyleyeyim bari. öyle canlı yayın değil. haftalık konuşmalar falan. ama dünya kadar vakit alabiliyor. şimdi, para kazanmak derdiyle yeni, haftanın altı saatini alacak yeni bir ders kabul ettim. evden taşınmamız gerek. bir yandan ev aramak, bir yandan da kitap, kâğıt toplayıp sarmalamak, öbür eve geçince de hepsini açıp yerleştirmek. geçenlerde güven yardım etti. edecek gene de. sağ olsun. bu arada ayların, yılların yitikleri de bulunuyor. pasaport, para dolu zarflar gibi... bu karışıklık içinde, bir yandan metin yazıyorum, bir yandan coğrafya kitabının parçalarını, bir yandan da öykü. yazıyorum ya, ne zaman ortaya çıkaracağım, bilemem. i̇stiyorum ki birkaç şey olsun elde, art arda çıksın. bu gidişle olabilecek galiba. mektup yazmadım bir buçuk, iki ay boyunca. şimdi teker teker yazmağa başladım. bunların hiçbiri bahane değil. gene söylüyorum. haberin olsun diye yazıyorum, o kadar.
"salgı" adlı öykün üzerine konuşmak isterdim. çok güzel olan şeyler var. çok güzel yaptıkların var. bir de traş edilmesi gereken, yontulması gereken noktalar var. bunları konuşmak gerek. yazmak, söyleyeceklerime (hepimiz yazarız da ondan) bir çeşit ağırbaşlılık, bilgiçlik taslayıcılığı getiriyor, ister istemez. yordam'daki öykülerini, söylemesi ne denli ayıpsa da, hâlâ okuyamadım. utanmak da para etmez. ahtapota benzemek güzel ya, ahtapotluğun tadı ancak altı aydan altı aya yapılacak "toplu bakış çalışması" ile çıkar. yoksa, gündelik ölçüler içinde dağınık, sekiz kolu sekiz ayrı hava çalan bir yaratıktan öte bir halimiz yok. bunu sen anlamazsan kimse anlamaz. yakın eşlerden dostlardan eczanede görüşüp tatlı tatlı sohbet ettiğimiz ağabeylere, amcalara dek herkes "yahu nerelerdesin" diye karşılıyor beni her gördüğünde.
ne marifet, değil mi?
sekiz, sen gittikten kısa bir zaman sonra bir sabah çıktı, bir daha da dönmedi. sekiz yok artık. arınmalar konusunda bir adım daha atmış olduk. bakalım, nereye vardıracağız işi?
eski, tarihsiz, öykünle birlikte yolladığın mektupta, eleştirmenler karşısındaki tutumu acı acı eleştiriyordun. biliyor musun? böyle şeyleri artık hemen hemen hiç görmüyorum. arada bir rastladıklarım var. ya, diyorum, bak bak, diyorum, yazık, diyorum. başka bir şey demek gelmiyor içimden. herkesin görüşünü herkesin görüşü diye kabul etmek zorundayız. beğenmesek de. bilmediğin şey değil. buna karşılık söylemek istiyorsan bir şeyler, söylersin. ama bu söylediklerinin ne ölçüde değeri, yankısı olur? o ayrı. ben şu ara, bir şeyler demektense, bir şeyler yazmak daha iyidir diye düşünüyorum galiba. metin incelemesini gereksiz görenler yanında gerekli görenler de var. yapanlar gerekli görüyorlardır. yapsınlar. hangi takımın "kazanacağı" zamanla belli olur. yok, gereksiz görenlerin düşünceleri seni etkileyebiliyor, seni bundan, diyelim, vazgeçirebiliyorsa, o da iyi, demek ki seni kandırabiliyorlar. vazgeçmiyorsan, zaten ortada bir sorun yok demektir. herkesin bizim gözümüzle görerek bizim kafamızın doğrultusuna gitmesini nasıl olsa bekleyemeyiz, değil mi?
metin incelemesi dedim de, askere gitmen yüzünden gerçekleştiremediğimiz tasarımız aklıma geldi. bir gün gene buna dönebiliriz belki. hele sen sağlıcakla işini bitir gel de...
bunca lakırdıdan sonra seni sormam gerek. senden haber beklerim. edebiyat, yazı, bizim her şeyimiz, en önemli derdimiz. i̇yi ama, yaşamadan ne edebiyat yapabiliriz ne yazı yazabiliriz. o halde, yaşamamız daha önemli oluyor. nasıl yaşıyoruz? ne yapıyoruz? bunların öyküsünü anlatabilirsin bana.
uzun susuşumu bağışla diyebilirim belki. gecikmeden yaz. ben de gecikmeden yazmağa söz veriyorum. saçmalığın bir yerinden dönülmesi şarttır. yoksa, öyle lağım sularında sürüklenen bok gibi olmak kime yarar? radyoda peter pan'ı dinledin mi hiç? bölge-i̇l radyolarında da yayınlanacaktı. dinlersen, sana benden selam olsun. şimdilik gözlerinden, yanaklarından sıkı sıkı öperim. bir daha ne zaman gelirsin buralara? istediğin bir şey var mı?
bilge karasu
hâluk'a mektuplar
metis kitap, s.66-68