simgesel değiş tokuş ve ölüm – tabutmag forum
Modanın “Yapısı”

moda modernlik çerçevesi içinde değerlendirilmelidir. bir başka deyişle moda bir kopuş, gelişme ve yenilik şeması kapsamında ele alınmalıdır. akla gelebilecek herhangi bir kültürel bağlamda "eski" ve "modern" belirgin bir şekilde yer değiştirmektedirler. oysa aydınlanma çağı ve sanayi devriminden bu yana tarihsel ve tartışmalı bir değişim ve bunalım düzeniyle karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. görünüşe göre modernlik, teknik gelişme, üretim ve tarihin yol açtığı çizgisel bir zaman anlayışıyla birlikte modaya özgü bir de tekrarlardan oluşan döngüsel zaman anlayışını aynı anda üretmiştir. oysa bu apaçık bir çelişkidir, zira modernlik asla radikal bir kopuş anlamına sahip olmamıştır. zaten geleneksel de eskinin yeni karşısında üstün olduğu anlamına gelmemektedir. çünkü gelenek eski ve yeninin ne olduğundan bihaberdir. eski ve yeniyi üreten şey modernliktir; çünkü böylelikle hem neo hem retro, hem modern hem de çağdışı olabilmektedir. bu kopuş diyalektiği hızla bir alaşım ve yeniden kazanım dinamiğine dönüşmüştür. bu olay temel düzende hiçbir değişikliğe yol açmadan sistemin politika, teknik, sanat ve kültürde tahammül edebileceği değişim oranıyla açıklanmaktadır. moda alanında da keza böyle olmaktadır, üstelik moda çok açık seçik bir şekilde değişim efsanesine sahip çıkmakta, gündelik yaşamın en sıradan görünümleri içinde onu en yüce değer gibi görmektedir. yapısal değişim yasasına gelince, bu yasa modeller ve ayrımlayıcı karşıtlıklar oyunu üzerine oturtulmuş olduğu için bu düzen yerini kesinlikle gelenek koduna bırakmamaktadır. zira modernliğin özünde ikili mantık vardır. sonsuz farklılık ve kopuş “diyalektiğinin" sonuçlarını da bu, yerinde duramayan, kıpır kıpır mantığa borçluyuz. modernlik tüm değerlerin başka bir evrene taşınması değil, bu değerlerin karşılıklı olarak yer değiştirmeleri, oluşturdukları kombinatuvarlar ve belirsizlikler anlamına gelir. modernlik bir kodsa moda da onun amblemidir. yalnızca böyle bir bakış açısından yola çıkarak modanın sınırlarını belirleyebilir, yani aynı anda ortaya çıkmış şu iki önyargıyı aşabilirsiniz:

1. bu önyargılardan birincisi modanın sınırlarını antropolojiye, hatta hayvan davranışlarına kadar götürmektedir.

2. diğeriyse tam tersine güncel moda alanını giysi ve dışsal göstergelerle sınırlandırmaktadır.

modanın ritüel düzeniyle (ya da hayvan görünümleriyle mantıksal) bir ilişkisi yoktur. çünkü ritüel düzeni eski ve yeni arasındaki eşdeğerlik/yinelenmeden, ayrılayıcı karşıtlıklar sisteminden, dizisel ve kombinatuvar yayılma modellerinden bihaberdir. buna karşılık moda, bilim ve devrim de dahil olmak üzere modernliğin tam merkezinde yer almaktadır; çünkü cinsellikten iletişim araçlarına, sanattan politikaya, modernlik düzeninin tamamı bu mantığın egemenliği altındadır. ritüele en yakın moda görüntüsü -bir gösteri, bir şölen, bir harcama biçimi olarak moda- bile ritüel ve modernlik arasındaki farkı güçlendirmekten başka bir işe yaramamaktadır. çünkü moda ve törenseli özümsememizi sağlayan şey tam olarak estetik bakış açısıdır (örneğin, kimi güncel süreçlerle şölen kavramı gibi ilkel yapılan özümsememizi sağlayanlar). bu bakış açısının kökeninde modernlik (yararlılık/yararsızlık gibi ayrımlayıcı bir karşıtlık oyunu) vardır. biz de arkaik yapıları bu bakış açısı çerçevesinde değerlendirdiğimizden onları rahatlıkla kendi tümevarımlarımıza katabilmekteyiz. bizim modamız bir gösteriye benzemektedir. bu kendi yansımasına bakarak estetik anlamda, bu yansımadan, zevk alan bir toplumsallık anlayışını da beraberinde getirmektedir, yani modadaki bu değişiklik laf olsun diye yapılan cinstendir. i̇lkel düzendeyse göstergeler "estetik açıdan" asla böyle bir gösteriş düzeyine ulaşamamaktadırlar. yine şölenlerimiz bir yasak çiğneme “estetiği” gibidir. oysa ilkel değiş tokuşta böyle bir şey olmadığı halde, bu düzende, bizim şölenlerimize özgü bir model ya da bir yansıma yakalamak hoşumuza gitmektedir. potlaç "estetiğinin" düzeltilmesi, etnosantrik düzeltme gibi.

ritüel düzen ve modayı birbirinden ayırmak kadar, moda çözümlemesini de, içinde yaşadığımız sistem bağlamında radikalleştirmek gerekmektedir.

modanın olabilecek en kısa ve yüzeysel tanımını yaptığını düşünen (edmond radar: diogène): “dil düzeyinde modaya boyun eğen unsur söylevin anlamı değil öykünmeci dayanağı, yani sözcüklerin seçimi ve sıralanmasındaki ritim, tonlama ve eklemlenme biçimi.... mimiklerdir. bu olay varoluşçuluk ya da yapısalcılık gibi entelektüel modalar için de geçerlidir. bunların ödünç aldıkları şey bir araştırma yöntemi değil bir söz dağarcığıdır..."

böylelikle sanki modaya özgü, aşılıp geçilmesi olanaksız, derin bir yapı korunmuş olunmaktadır. oysa yapılması gereken şey modanın bizzat anlam üretim sürecindeki en “nesnel" yapılar içinde aranmasıdır; çünkü bunların da simülasyon ve kombinatuvar yenilikler oyununa boyun eğdikleri görülmektedir. giysi ve beden konusunda da aynı derinliğe inilmesi gerekmektedir; çünkü bugün bizzat bedenin sahip olduğu kimlik, cinsiyet ya da statü bir moda malzemesine dönüşmüştür. giysi bunların arasında yer alan bir istisnadır. bu böylece sürüp gitmektedir. modanın "etkileri"yle karşılaşılan alanlardan biri de hiç kuşkusuz bilimsel ve kültürel basitleştirmedir. oysa asıl sorgulanması gerekenler, sahip oldukları “özgün" süreçler nedeniyle bizzat bilim ve kültürdür; çünkü böylelikle modaya özgü bir yapıya sahip olup olmadıkları anlaşılabilecektir. eğer bir basitleştirme varsa ki, böyle bir durumla başka hiçbir kültürde (fotokopi, özetlenmiş edebiyat [digest], sahte, simülasyon, basitleştirilmiş biçimlere sahip çoğullaştırılmış yayım olayıyla ritüel söz, metin ya da kutsal jest düzeninde asla) karşılaşılmamaktadır. bu da bize bu alanlardaki yenilik kaynağının analitik modeller, basit unsurlar ve düzenlenmiş karşıtlıklar düzeyinde bir güdümlemeyle karşı karşıya olduğunu ve bunun da temelde "özgün" ve basitleştirilmiş düzeyleri türdeşleştirerek, aralarındaki farklılıkların tamamen taktik ve ahlâksal hale getirilmiş olduğunu göstermektedir. keza radar, söyleve özgü "mimiklerin" ötesine geçildiğinde modanın söylevin anlamına egemen olduğunu ve o andan başlayarak belli bir kültürel alanın tamamen kendi kendine gönderme yaptığını, salt speküler özellikler taşıyan kavramların birbirlerini doğurup, sorgulayıp yanıtladıklarını görememektedir. bilimsel varsayımlar için de benzer bir durumdan söz edilebilir. kuramsal ve klinik düzeydeki psikanalizin bile bu modalaşma yazgısının elinden kaçamadığı görülmektedir. o da kurumsal düzeyde, sahip olduğu temel kavramların yol açtıkları simülasyon modelleri geliştirerek, bir yeniden üretim aşamasına ulaşmıştır. eğer bir zamanlar bilinçaltına özgü bir işleyiş biçimi ve dolayısıyla öznesini belirleyen bir nesneye sahip psikanalizden söz edilebilse bile, günümüzde nesnenin bu belirleyiciliğinin yavaş yavaş ortadan kaybolduğunu ve yerini bilinçaltını belirleyen bir psikanalize bıraktığını söyleyebiliriz. bundan böyle psikanaliz bir yandan bilinçaltını yeniden üretirken bir yandan da kendi kendinin göndereni olmaya çalışacaktır (bir başka deyişle moda gibi kendi kendini ifade edecektir yoksa başka bir şeyi değil). böylelikle bir geleneğe dönüşecek bilinçaltı büyük bir talep alanı haline gelecek ve psikanaliz de kod gibi bir toplumsal güce sahip olabilecektir. bu güce, hepsi bilinçaltı konusunda birbirinin yerini alabilecek ve temelde birbirlerinden farksız, olağanüstü düzeyde karmaşık hale getirilmiş kuramlar eşlik edecektir.

modanın bir dünyevi yanı vardır. moda olan düşler, fantazmlar, psikozlar; moda olan bilimsel kuramlar, dilbilim okulları gibi moda olan sanat ve politika vardır. ancak bütün bunlar önemsiz şeylerdir. moda birer modele dönüşmüş disiplinlerin yakasına, şan ve şöhretlerini artırabilmek için aksiyomlarını özerkleştirmeyi başardıkları ve estetik, hatta oyuncul bir aşamaya geçtikleri ölçüde, çok daha derinlemesine yapışmaktadır. çünkü bu aşamada kimi matematik formüllerdeki gibi geçerli olan tek şey, çözümleme modellerine özgü kusursuz bir kısırdöngüleşmedir.

s.156—160

jean baudrillard
simgesel değiş tokuş ve ölüm

çeviren: oğuz adanır
boğaziçi üniversitesi yayınevi