tam da o sırada yegor mihayloviç konağın kapısında gözüktü. şapkalar art arda başlardan alındı, kâhya yaklaştıkça ortasından, önünden dazlak, kırlaşmış, yarı kırlaşmış, kızıl-siyah, sarı saçlı kafalar peşi peşine ortaya çıktı; sesler yavaş yavaş dindi, sonra tümüyle kesildi. yegor mihayloviç sahanlığa geldi, konuşmak istiyormuş gibi durdu. uzun pardösüsünün ön ceplerine ellerini beceriksizce sokmuştu. başında öne eğik hasır şapka, gergin bacaklarının üzerinde dimdik, konağın önünde toplananlara tepeden bakıyordu. büyük bir bölümü yaşlı, çoğunluğunun yüzleri güzel ve tümü kendisine çevrilmiş, sakallı dik başlar önünde komut verecekmiş gibi duran bu adam, hanımefendinin karşısında olduğundan başka bir görünüş sergiliyordu. gerçekten görkemli bir duruşu vardı.
"dinleyen arkadaşlar, hanımefendinin kararı şu: uşağını vermek istemiyor, aranızdan seçeceğiniz birisi gidecek. şimdi bize üç kişi gerek. daha doğrusu bir kişi. sırası gelen bu yıl gitmezse, önümüzdeki yıl gidecek nasıl olsa."
sesler, "öyle! bunu biliyoruz," diye bağırdılar.
yegor mihayloviç devam etti:
"sonuç olarak, horyuşkin ile mityuşkinlerin vaska gidecekler bir kere. tanrı böyle buyurdu."
sesler, "tamam, doğru," dediler.
"üçüncü kişi olarak ya dutlov'un bir oğlu ya da iki kuralılardan biri gidecek. buna bir diyeceğiniz var mı?"
sesler yükseldi: "dutlov'un oğlu gitsin! dutlov'lar üç kişi!"
gene çığlıklar yükseldi, konuşmalar döndü dolaştı, köydeki tarlaya, konaktan çalınan telislere gelip dayandı. yegor mihayloviç yirmi yıldır hanımefendinin mülkünü yönetiyordu; akıllı, deneyimli bir adamdı. çeyrek saat kadar durdu, dinledi ve birden herkesi susturarak dutlov'lara kura çekmelerini söyledi. üç çocuktan biri gidecekti. kuraları yazdılar, hrapkov silkelediği şapkasından kâğıtları çekmeye başladı. kura i̇lyuşkin'e çıktı. herkes suspus olmuştu.
i̇lya kısılan sesiyle, "bana mı? ver bakayım," dedi.
kimse konuşmuyordu. yegor mihayloviç, ertesi gün gelirlerken acemi er parası olan adam başına yedi kapik getirmelerini söyledi, her şeyin bittiğini bildirerek toplantıyı dağıttı. kalabalık kımıldandı, köşeyi dönenler ardı ardına şapkalarını giydiler. konuşmalardan, ayak patırtılarından büyük bir uğultu çıkıyordu. kâhya sahanlıkta kalmıştı, gidenlere arkadan bakıyordu. genç dutlov'lar köşeyi kıvrılınca, bir ara geride duraklayan dutlov'u yanına çağırdı, onunla birlikte yazıhaneye girdi. masanın önündeki koltuğa oturarak, "sana acıyorum ihtiyar," dedi. "ne yapalım, sıra senindi. hak yerini buldu. yeğeninin yerine para ödeyecek misin, ödemeyecek misin, şimdi onu söyle!"
onun bakışına karşılık kâhya, "bundan kurtuluş yok. çok uğraştım, ama bir şey yapamadım," dedi.
"parasını seve seve öderdim, ama elimizde avucumuzda bir şey kalmadı. yazın iki atımı çaldılar. yeğenimi severim. namuslu yaşadığımız için alnımıza böylesi yazılmış demek. o, aklına geleni söylesin." (rezun'u kastediyordu.)
yegor mihayloviç eliyle yüzünü sıvazladı, esnedi. anlaşılan, canı sıkılmıştı. çay içme zamanı da gelmişti zaten.
"i̇htiyar, günaha girme," dedi. "sandığının köşesini arayıver, belki küflü altınlarını bulursun. topu topu üç yüz ruble, ne olacak! sana öyle bir gönüllü satın alırım ki bayılırsın! son günlerde böyle birinin olduğunu işittim."
dutlov, "i̇lde mi?" diye sordu. (i̇lden kenti kastediyordu.)
"ne diyorsun, kurtulmalığı ödeyecek misin?"
"seve seve öderdim. tanrı adına yemin ederim, ama...
yegor mihayloviç, dutlov'un sözünü sertçe kesti:
"bak, ihtiyar, dinle beni! yeğenin i̇lyuşka'nın kendine bir şey yapmasından korkuyorum. bugün mü olur, yarın mı, onu hemen gönderelim. kendi elinle götüreceksin, bir terslik çıkarsa sorumlusu sensin. tanrı esirgeye, ona bir şey olursa büyük oğlunu tıraş eder, askere gönderirim. anlıyor musun?"
dutlov kısa bir sessizlikten sonra, "i̇ki kişilik kuralıları da katsaydınız, yegor mihayloviç, yazık değil mi bize?" dedi.
ağlamaya, kâhyanın ayaklarına kapanmaya hazırdı.
"kardeşim askerde öldüğü gibi, elimden bir de oğlunu alıyorlar. bize niçin böyle saldırdıklarını anlayamıyorum," diye sürdürdü konuşmasını.
yegor mihayloviç, "hadi git artık," dedi. "elimizden başka bir şey gelmez, düzenin gereği bu. i̇lyuşka'ya dikkat et, ondan sen sorumlusun."
böylece dutlov evine yollandı. yürürken sopasını düşünceli düşünceli yolun taşlarına vuruyordu.
tolstoy - polikuşka
çevirmen: mehmet özgül,
can yayınları, s.34-37
"dinleyen arkadaşlar, hanımefendinin kararı şu: uşağını vermek istemiyor, aranızdan seçeceğiniz birisi gidecek. şimdi bize üç kişi gerek. daha doğrusu bir kişi. sırası gelen bu yıl gitmezse, önümüzdeki yıl gidecek nasıl olsa."
sesler, "öyle! bunu biliyoruz," diye bağırdılar.
yegor mihayloviç devam etti:
"sonuç olarak, horyuşkin ile mityuşkinlerin vaska gidecekler bir kere. tanrı böyle buyurdu."
sesler, "tamam, doğru," dediler.
"üçüncü kişi olarak ya dutlov'un bir oğlu ya da iki kuralılardan biri gidecek. buna bir diyeceğiniz var mı?"
sesler yükseldi: "dutlov'un oğlu gitsin! dutlov'lar üç kişi!"
gene çığlıklar yükseldi, konuşmalar döndü dolaştı, köydeki tarlaya, konaktan çalınan telislere gelip dayandı. yegor mihayloviç yirmi yıldır hanımefendinin mülkünü yönetiyordu; akıllı, deneyimli bir adamdı. çeyrek saat kadar durdu, dinledi ve birden herkesi susturarak dutlov'lara kura çekmelerini söyledi. üç çocuktan biri gidecekti. kuraları yazdılar, hrapkov silkelediği şapkasından kâğıtları çekmeye başladı. kura i̇lyuşkin'e çıktı. herkes suspus olmuştu.
i̇lya kısılan sesiyle, "bana mı? ver bakayım," dedi.
kimse konuşmuyordu. yegor mihayloviç, ertesi gün gelirlerken acemi er parası olan adam başına yedi kapik getirmelerini söyledi, her şeyin bittiğini bildirerek toplantıyı dağıttı. kalabalık kımıldandı, köşeyi dönenler ardı ardına şapkalarını giydiler. konuşmalardan, ayak patırtılarından büyük bir uğultu çıkıyordu. kâhya sahanlıkta kalmıştı, gidenlere arkadan bakıyordu. genç dutlov'lar köşeyi kıvrılınca, bir ara geride duraklayan dutlov'u yanına çağırdı, onunla birlikte yazıhaneye girdi. masanın önündeki koltuğa oturarak, "sana acıyorum ihtiyar," dedi. "ne yapalım, sıra senindi. hak yerini buldu. yeğeninin yerine para ödeyecek misin, ödemeyecek misin, şimdi onu söyle!"
onun bakışına karşılık kâhya, "bundan kurtuluş yok. çok uğraştım, ama bir şey yapamadım," dedi.
"parasını seve seve öderdim, ama elimizde avucumuzda bir şey kalmadı. yazın iki atımı çaldılar. yeğenimi severim. namuslu yaşadığımız için alnımıza böylesi yazılmış demek. o, aklına geleni söylesin." (rezun'u kastediyordu.)
yegor mihayloviç eliyle yüzünü sıvazladı, esnedi. anlaşılan, canı sıkılmıştı. çay içme zamanı da gelmişti zaten.
"i̇htiyar, günaha girme," dedi. "sandığının köşesini arayıver, belki küflü altınlarını bulursun. topu topu üç yüz ruble, ne olacak! sana öyle bir gönüllü satın alırım ki bayılırsın! son günlerde böyle birinin olduğunu işittim."
dutlov, "i̇lde mi?" diye sordu. (i̇lden kenti kastediyordu.)
"ne diyorsun, kurtulmalığı ödeyecek misin?"
"seve seve öderdim. tanrı adına yemin ederim, ama...
yegor mihayloviç, dutlov'un sözünü sertçe kesti:
"bak, ihtiyar, dinle beni! yeğenin i̇lyuşka'nın kendine bir şey yapmasından korkuyorum. bugün mü olur, yarın mı, onu hemen gönderelim. kendi elinle götüreceksin, bir terslik çıkarsa sorumlusu sensin. tanrı esirgeye, ona bir şey olursa büyük oğlunu tıraş eder, askere gönderirim. anlıyor musun?"
dutlov kısa bir sessizlikten sonra, "i̇ki kişilik kuralıları da katsaydınız, yegor mihayloviç, yazık değil mi bize?" dedi.
ağlamaya, kâhyanın ayaklarına kapanmaya hazırdı.
"kardeşim askerde öldüğü gibi, elimden bir de oğlunu alıyorlar. bize niçin böyle saldırdıklarını anlayamıyorum," diye sürdürdü konuşmasını.
yegor mihayloviç, "hadi git artık," dedi. "elimizden başka bir şey gelmez, düzenin gereği bu. i̇lyuşka'ya dikkat et, ondan sen sorumlusun."
böylece dutlov evine yollandı. yürürken sopasını düşünceli düşünceli yolun taşlarına vuruyordu.
tolstoy - polikuşka
çevirmen: mehmet özgül,
can yayınları, s.34-37