gün içinde tarih – tabutmag forum
Dayı Bey

Dayı Bey bir tekir kediydi, 1938’de, Kâtip’in anası Büyük Ceylan’ın ikiz kardeşi olarak Büyük Nazlı’dan doğmuştu. İri ya­pılı, tulumbacının terbiyelisi, şahbaz kediydi, fakat pençesini hiçbir zaman te­cavüzde kullanmamıştır, nefis müdafaasında kullanırdı. Yüz çizgileri, nakış­ları ile güzeldi, ilk adı Tulumbacı’ydı. İsim babası da muhterem dostum Üskü­darlı halk şairi Vasıf Ho­ca merhum, “Tulumbacı çalımı ile yürüyor çapkın,” demişti. Her gelişinde de “Benim Tulumbacı ne âlemde?” diye sorardı. Dayı Bey adını şu vaka üzerine almıştır:

Kız kardeşi Büyük Cey­lan ikinci üçüzlerini doğurmuştu. Küçük Elif Bey, Karakaş Oğlan ve Pıtırcık Kız. Kem gözün yıl­dırım gibi yakıcı tesirini biz Büyük Ceylan’da gör­dük:

Yaz günü, lohusanın se­peti mutfak kapısı önüne konmuş, yavrularını keyif­li keyifli emziriyor. Çok çok arkalarda oturur Gi­ritli bir kadın, yoldan geçerken gördü, “Ne de sütlü kedi… İnek gibi… Hani kovayı koy, sağ, doldursun,” dedi.

Efendim, kadın daha kö­şeyi dönmeden Büyük Cey­lan acı bir feryat ile fırladı, yavrularını bırakıp bahçeye kaçtı, akşama ka­dar görünmedi. Henüz göz­leri açılmamış yavrular aç bağrışır. Ablam ağlar… Koş­tum, eczaneden bir emzik aldım ama yalnız beslen­mek kâfi değil; yalanmak, ısınmak, bakım lazım. Öbür dişi kediler tıslamadılar ama yavruların yanında da yatmadılar. Okşadık olmadı, dövdük olmadı. Tulumbacı yetişti imdadımıza. Se­petin başında yavruların emzikle beslendiğini sey­retti, sonra sepete girdi, kız kardeşinin çocuklarını bağ­rına aldı, ısıttı, yaladı, tok yavrular da dayılarının sütsüz çakıllarını ağızları­na aldılar, oyalanarak uyu­dular ve bu hal haftalarca sürdü. Tulumbacının adı da Dayı Bey oldu.

Ana, Büyük Ceylan ertesi sabah meydana çıktı, yürekler sızlatan bir halde. Bütün memeleri neşterle delinmiş gibi yara. Meme değil, hepsi birer kanlı çıban. Süt yerine irin akıyor. Yavrularına melül melül baktı, kokladı, yaladı. Fakat sepete girmedi. Bize bakıp bakıp miyavlarken titreyen sesi yü­rekler sızlattı. Dayı Bey geldi, iki kardeş koklaş­tılar ve Dayı Bey sepete girdi, kız kardeşi de onu yalamaya başladı.

Büyük Ceylan’ın meme yaraları uzunca bir tedaviden sonra iyileşti. Üç sefer daha doğum yap­tı. Fakat ne kadar garip bir hadisedir, artık yavrularını memeden kesmedi. Koca koca kedi oldular, bebeklerle birlikte meme emdiler. Cey­lan bununla da kalmadı, evde bir dişi kedi yavruladı mı, gider sepetinin başında otururdu. Anaları çıkınca hemen sepete girer, süt ninelik yapar­dı.

Büyük Ceylan yıllarca sonra yine memelerin­de açılan yaralardan öldü. Lohusa değildi. Bir sa­bah yerde baygın gördük. Hemen bir arabaya koy­duk, Haydarpaşa’daki Baytar mektebine götürür­ken yolda öldü. Acaba bir kedi kanseri miydi?

O zamanlar Göztepe’de sakatatçı yoktu. İstan­bul Balıkpazarı’ndan her akşam ciğer taşınırdı evimize. Ciğercimiz de Baki Efendi’ydi. Şimdi ne alemdedir, bilemiyorum. En azından beş koyun ak­ciğeri alınırdı her akşam.

tercüman gazetesi
i̇nci eki (1971)
reşat ekrem koçu