Sokrates'in hatırlama ve her insanın evrensel insan olduğu teorisi kabul edilmeyecek olursa, “öğrenme”nin ima ettiği geçişi yalnızca güç değil olanaksız hale getirmek üzere Sextus Empiricus hazır bekler, onun kaldığı yerden de Protagoras devam edip her şeyin ölçüsünün insan olduğunu anlatır; asla Sokratik anlamda, yani bireyin kendi kendisinin ölçüsü olduğu, bundan daha fazlası ya da daha azı olmadığı anlamında değil, kendisinin başkaları için ölçü olduğu anlamında.
Öyleyse insanın ne olduğunu biliyoruz; değerini en az benim küçümseyeceğim bu bilgelik ve dolayısıyla hakikat, sürekli zenginleşip daha anlamlı hale gelebilir. Ama o zaman anlayış Sokrates gibi sessiz kalır, zira şimdi anlayışın çatışmayı isteyen paradokslu tutkusu uyanır ve kendini gerçekten anlamadan kendi çöküşünü ister. Erotik aşk paradoksunda da aynı şey olur. Kişi kendi içinde sakince yaşar, sonra kendinin sevgisi, bir başkasına duyulan, yokluğu hissedilen birine duyulan sevgi olarak uyanır. (Her sevgide, kendinin sevgisi temeldir ya da temele çöker;* kavrayabileceğimiz her sevgi dininin, gerçekten olduğu kadar epigram olarak da, yalnızca tek bir koşul varsaymasının ve bu koşulu verili kabul etmesinin nedeni budur: “Komşunu kendin gibi sev” buyruğuna uygun olarak kendini sevmek.) Tıpkı bu sevgi paradoksunun seveni neredeyse kendini artık tanımayacağı ölçüde değiştirmesi gibi (şairler, erotik aşk adına konuşanlar da buna sevenler kadar tanıklık ederler, zira sevenler onların kendi durumlarını değil ama sözlerini almasına izin verirler), anlayışın sözünü ettiğimiz paradoksu da kişiyi ve kişinin kendini bilmesini o şekilde etkiler ki, kendini bildiğine inanan kişi artık, Tiphonos'tan daha karmaşık ve tuhaf bir hayvan mıdır yoksa varlığının daha soylu ve kutsal bir tarafı mı vardır, emin olamaz.
“Bunun hakkında değil, kendim hakkında birşeyler bilmek isterim: Tiphonos yılanından daha karmaşık, daha saldırgan bir canavar mıyım, yoksa doğanın daha kutsal, daha alçakgönüllü bir kader bahşettiği, daha uysal, daha basit türden bir yaratık mıyım?”
Phaidros 230 a—
* Hegel, Mantık Bilimi: “....olgu, koşulsuz olmakla kalmaz, aynı zamanda temelsizdir, temelden ancak temel ‘yere düşüp (temele çöküp)' temel olmaktan çıktığı ölçüde doğar: Olgu temelsiz olandan, yani kendi özsel negatifliğinden ya da saf biçiminden doğar. Temel ve koşulun dolayımladığı ve dolayımın aşılması yoluyla kendiyle özdeş olan bu dolaysızlık, mevcudiyettir.” (ç.n.)
s.35—36
Søren Kierkegaard
Felsefe Parçaları ya da Bir Parça Felsefe
Çeviren: Doğan Şahiner
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Öyleyse insanın ne olduğunu biliyoruz; değerini en az benim küçümseyeceğim bu bilgelik ve dolayısıyla hakikat, sürekli zenginleşip daha anlamlı hale gelebilir. Ama o zaman anlayış Sokrates gibi sessiz kalır, zira şimdi anlayışın çatışmayı isteyen paradokslu tutkusu uyanır ve kendini gerçekten anlamadan kendi çöküşünü ister. Erotik aşk paradoksunda da aynı şey olur. Kişi kendi içinde sakince yaşar, sonra kendinin sevgisi, bir başkasına duyulan, yokluğu hissedilen birine duyulan sevgi olarak uyanır. (Her sevgide, kendinin sevgisi temeldir ya da temele çöker;* kavrayabileceğimiz her sevgi dininin, gerçekten olduğu kadar epigram olarak da, yalnızca tek bir koşul varsaymasının ve bu koşulu verili kabul etmesinin nedeni budur: “Komşunu kendin gibi sev” buyruğuna uygun olarak kendini sevmek.) Tıpkı bu sevgi paradoksunun seveni neredeyse kendini artık tanımayacağı ölçüde değiştirmesi gibi (şairler, erotik aşk adına konuşanlar da buna sevenler kadar tanıklık ederler, zira sevenler onların kendi durumlarını değil ama sözlerini almasına izin verirler), anlayışın sözünü ettiğimiz paradoksu da kişiyi ve kişinin kendini bilmesini o şekilde etkiler ki, kendini bildiğine inanan kişi artık, Tiphonos'tan daha karmaşık ve tuhaf bir hayvan mıdır yoksa varlığının daha soylu ve kutsal bir tarafı mı vardır, emin olamaz.
“Bunun hakkında değil, kendim hakkında birşeyler bilmek isterim: Tiphonos yılanından daha karmaşık, daha saldırgan bir canavar mıyım, yoksa doğanın daha kutsal, daha alçakgönüllü bir kader bahşettiği, daha uysal, daha basit türden bir yaratık mıyım?”
Phaidros 230 a—
* Hegel, Mantık Bilimi: “....olgu, koşulsuz olmakla kalmaz, aynı zamanda temelsizdir, temelden ancak temel ‘yere düşüp (temele çöküp)' temel olmaktan çıktığı ölçüde doğar: Olgu temelsiz olandan, yani kendi özsel negatifliğinden ya da saf biçiminden doğar. Temel ve koşulun dolayımladığı ve dolayımın aşılması yoluyla kendiyle özdeş olan bu dolaysızlık, mevcudiyettir.” (ç.n.)
s.35—36
Søren Kierkegaard
Felsefe Parçaları ya da Bir Parça Felsefe
Çeviren: Doğan Şahiner
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları