drei tage – tabutmag forum
ÜÇ GÜN
Hamburg, 5 Haziran 1970.

Drei Tage (1970)

On beş veya on altı yıl evvel
Wellingsbüttel'e yakın bir yerde dolanıyor...

...ve akademi için Lessing'in "Genç Bilge" oyunundaki yaşlı Chrysander rolünün ezberini yapıyordum.

Her gün aynı şeyler tekrarlanıyordu.

Kalkıyordum, bahçeye çıkıyordum,
ilk cümleyi söylüyordum ve devam edemiyordum.

İkinci gün de aynı şeyler olup durdu.
Öğleden sonra dörde kadar üçüncü, dördüncü...

...ve beşinci cümleye kadar geldim,
ama devamını getiremiyordum.

Böyle devam etti bu
ve ilk sayfayı geçemedim bir türlü.

Dört hafta sonra oradan ayrıldım.

Şimdi aklıma geliyor bu, çünkü bir cümleden sonra devam edemeyişim "Kireç Ocağı"nda da aynı şekilde var.

Daha doğrusu, kitabın ana karakteri Konrad,
on beş yılda çalışmasının sadece ilk cümlesine kadar geliyor.

Yirmi yıldan beri yapmak istediği bir çalışma,
ama beceremiyor.

Birdenbire oturuyor ve herkesin hayal ettiği çalışmayı yazmayı başarıyor.

Fakat bunu sadece düşlüyor,
eşi odaya giriyor ve durumun farkına varıyor.

"Benim ardımdan, gerçekten de bu çalışmayı
yazabilir miydin? Yetti artık!" diyor kadın...

...ve adamın ellerinden her şeyi alıyor
ve her bir sayfasını yakıyor.

Adamın tek duyduğu, kadının
"Pekala, şimdi yeniden başlayabilir...

...ve yine 20 yıl bu cümle için uğraşabilirsin." deyişi oluyor.

BİRİNCİ GÜN

İlk anılarım, ilkokula kaydolmaya gidişime,
birinci sınıfın ilk gününe ait.

Yolum bir kasaptan geçiyordu. Kapısında kancalar, baltalar, bıçaklar düzenli bir biçimde asılıydı.

Bir yanda kanlı öte yanda göz kamaştırıcı
parlaklıkta kesim aparatları vardı.

Sonra koca göbekleriyle
yere düşen atların sesleri vardı...

...çöküyorlardı, kemikleri, irinleri, kanları...

Kasaptan sonra birkaç merdiven çıkınca mezarlık vardı...

...düzgün bir biçimde yatabileceğiniz
bir salon, bir morgdu.

Okulun ilk gününü, morgda bulunan peynircinin
soluk bir delikanlı olan oğlunu hala hatırlıyorum.

Genç bir kadın öğretmen vardı sınıfta,
kalbimin atışını hatırlıyorum.

Büyükannem beni daima
kendisiyle birlikte götürürdü.

Gerçi sabahları kendi başıma mezarlığın yanından geçerdim, öğlenleri ise beni morga götürüp havaya kaldırır ve şöyle derdi:

"Bak, orada başka bir kadın yatıyor."

Ölü insanlardan başka bir şey yoktu.

Herkes için çok büyük bir önem taşır aslında.
Bundan çeşitli sonuçlara varılabilir.

Benim için çocukluk, birbiri ardına
sıralanmış müzik parçaları gibidir.

Ama elbette ki
klasik olmayan müziklerdir.

Mesela...

...1944'te Traunstein'da okula
biraz daha uzakta yaşıyordum.

Büyükannem ile büyükbabam şehrin bir ucunda
yaşıyorlardı, okula dört kilometre uzaklıktaydım.

Yolun yarısında bir yerde bir çalılık vardı,
başka ne vardı hatırlamıyorum.

Ne zaman onun yanından geçsem,
bir kadın oradan sıçrar ve bağırırdı:

"Büyükbabanı Dachau toplama kampına
göndereceğim bir gün!"

1945'te bir başka hikaye, bir başka müzik,
belki on iki ton müziği söz konusuydu.

Erkek kardeşimin bir arkadaşı vardı,
yedi yaşındaydı, bense on dört yaşındaydım.

Elini bir bazukanın içine soktu
ve tamamen parçalara ayrıldı.

Vachendorf'da oldu bu olay. Erkek kardeşimle beraber bisikletle cenazeye katılmaya gidiyorduk.

Yukarıdaki borudan ayağımı zar zor çıkarıyordum,
erkek kardeşim ise gidonun önünde yukarıda oturuyordu.

Yolda giderken çiçek topladık.

Ancak cenazeye giderken yarı yolda
ormandan genç bir adam çıktı...

...ve benimle kardeşimi bisikletten zorla indirdi,
çiçekleri parçaladı...

...ve bisikleti çiğneyerek dümdüz etti.

Önce tekerleği sonra gidonu en son da
çamurluğu parçalara ayırdı.

Ardından beni tokatladı,
kardeşimin karnına vurdu.

Polonyalı veya Çek'ti,
tam bilmiyorum.

Çok tuhaftı.
Derenin kenarında oturmuş ağlıyorduk.

Geriye yürüyerek döndük,
artık cenazeye gitmek söz konusu değildi.

Eve vardığımızda
bu tuhaf hikayeyi anlattık.

Bunun gibi pek çok hikaye var.

Ah ışıkmış bu,
güneş dönmüş zanettim.

İşe yarayan iki okul vardır elbette:
Bir yanda yalnızlık, soyutlanma, dışlanma vardır.

Daha sonra, yalnızlığın, soyutlanmanın ve dışlanmanın oluşturduğu başkalarına güvensizlik izler bunu.

Ve o zamanlar,
ben hala bir çocuktum...

Annem beni başkasına vermişti.

Bir yıl boyunca Hollanda Rotterdam'da
balıkçı filikasından bir kadının himayesine bırakıldım.

Annem beni her üç ya da dört
haftada bir ziyaret ederdi.

O zamanlar beni çok umursadığını düşünmüyorum. Sonrasında elbette ki durum tamamen değişti.

Bir yaşındayken Viyana'ya taşındık.

Annemin aksine beni gerçekten seven dedemin yanına gittiğimde bile güvensizlik yine de devam etti.

Sonra onunla yürüyüşlerim oldu. Daha sonra
kitaplarımda anlattığım tüm o karakterler...

...erkek karakterler her biri benim
anne tarafımdan dedemdi aslında.

Fakat dedemin olduğu tüm o
karakterlere rağmen, yalnızdım.

İnsan sadece kendi başına gelişebilir.

Kendi içinden çıkamadığı bilinciyle
insan daima yalnızdır.

Geri kalan her şey bir sanrıdır, şüphelidir.
Asla değişmez bu.

Okul yıllarında tamamen yalnızsınızdır.

Sıra arkadaşınız vardır ve yalnızsınızdır.
İnsanlarla konuşursunuz, yalnızsınızdır.

Fikirleriniz vardır, gariptir,
size aittir, her zaman yalnızsınızdır.

Ve bir kitap yazdığınızda, veya benim gibi kitaplar
yazdığınızda çok daha yalnızsınızdır.

Kendini anlaşılır kılmak imkansızdır.

Tek başınalıktan, yalnızlıktan çok daha
yoğun bir yalnızlık, bir soyutlama doğar.

Nihayetinde, yer değiştirirsiniz. Daha çabuk başka
yere gidersiniz, daha büyük şehirlere kaçarsınız.

Küçük şehirler size yeterli gelmez.
Viyana yeterli değildir, Londra yeterli değildir.

Dünyanın başka yerlerine
gitmelisinizdir.

Yabancı dillerin konuşulduğu
bir yerlere gidip gelmeye çalışırsınız.

Belki de Brüksel'dir orası,
ya da Roma'dır.

Bu yüzden, nereye giderseniz gidin daima
yalnızsınızdır, kendinizle bir başınasınızdır.

Gittikçe berbatlaşan
işlerinizle yalnızsınızdır.

Kendi ülkenize geri dönersiniz,
çiftlik evine geri yerleşirsiniz...

...kapıları kapatırsınız, benim gibiyseniz
günlerce içeride kapalı kalırsınız...

...ve sizi memnun eden
ve gittikçe büyüyen şey işiniz olur.

İnşa ettiğiniz kelimelerdir,
cümlelerdir işiniz.

Aslında bir oyuncak gibidir, birbiri ardına
dizersiniz parçaları, tıpkı müzikal süreç gibi.

Belli bir seviyeye ulaştığınızda, inşa ettiğiniz şey
dördüncü veya beşinci kata ulaştığınızda...

...olan biten her şeyi görürsünüz,
bir çocuk gibi yıkarsınız her şeyi.

Tüm bunlardan kurtulduğunuzu düşündüğünüz an, bir yerlerden ülser çıkıverir.

Bunu vücudunuzdaki yeni bir çalışma,
yeni bir roman olarak ele alırsınız ve gittikçe büyür.

Esasında, bir kitap, belki de habis bir ülserden,
kanserli bir urdan başka bir şey değildir.

Ameliyat edip çıkartırsınız ve
metastazların zaten tüm vücuda bulaştıklarını...

...ve bir kurtuluşun artık
mümkün olmadığını bilirsiniz.

Zaman geçtikçe kötüleşir, daha güçlenir
ve bir kurtuluş ve geri dönüş olmaz.

Benden önce gelen insanlar,
atalarım, harika insanlardı.

Böyle bir şeyin soğuk bir bankta otururken
aklıma gelmesi de tesadüf değildir.

Her şeylerdi: Pis zenginler, aşağılık fakirler,
suçlular, canavarlar...

Neredeyse hepsi bir açıdan sapık,
mutlu ve çok gezmişlerdir.

Çoğu bir noktada
aniden kendilerini öldürdüler...

...hele ki hayatlarını hiçbir zaman
bir kurşun veya bir atlayışla...

...sonlandırma fikrine sahip
olmayacağı düşünülenler.

Biri bir gün
hava şaftına atladı...

...öbürü kafasına bir kurşun sıktı.

Üçüncüsü arabasını nehre sürdü.

Bu insanları düşünmek
hoş olduğu kadar korkunç da.

Sanki tiyatronun önünde
oturmuşuz da perde açılmış gibi.

Karşımızda sahnede gördüğümüz insanlar var
ve onları iyiler ve kötüler olarak ayırıyoruz.

Sadece iyi ve kötü karakterler olarak değil,
iyi ve kötü oyuncular olarak da ayırıyoruz.

Bu düşünceyi zaman zaman tekrar düşünmek
kesinlikle çok zevklidir.

İKİNCİ GÜN

Zor olan, başlamaktır.

Ahmak biri için hiç zor değildir bu,
zorluğun ne olduğunu bilmez bile o.

Çocuklar yapar ve kitaplar üretir;
art arda kitaplar ve çocuklar çıkar ortaya.

Her şeye karşı kayıtsızdır;
bir şey üzerine düşünmez bile.

Ahmak insan zorluk nedir bilmez, kalkar, yıkanır,
dışarı adımını atar, çiğnenir, ezilir, umurunda değildir.

En baştan beri
yalnızca direniş vardır.

Direniş! Nedir direniş? Direniş, materyaldir.
Beynin direnişe ihtiyacı vardır.

Beyin direnişleri toplayarak
malzemeleri oluşturur.

Pencereden dışarı bakmak direniştir...

...birine mektup yazmanın gerekmesi direniştir, elbette bunu istemeyiz, ama bize bir mektup gelir, direniştir bu.

Her şeyi çöpe atarız, yine de mektuba
cevap veririz zamanı geldiğinde.

Dışarı çıkarsınız, bir şeyler alırsınız, bir bira içersiniz, usandırıcı gelir her şey, direniştir bu.

Hasta düşersiniz, hastaneye gidersiniz,
işler zorlaşır, bu da direniştir.

Aniden ölümcül hastalıklar ortaya çıkar, yok olur,
size yapışıp kalır; bunlar da direniştir elbette.

Kitaplar okursunuz, direniştir bu!

Kitaplarla ilginiz olmasın istersiniz...

...düşüncelerle ilginiz olmasın istersiniz, dille veya
kelimelerle veya cümlelerle ilginiz olmasın istersiniz...

...hikayelerle ilginiz olmasın istersiniz,
hemen hemen hiçbir şeyle ilginiz olmasın istersiniz.

Yine de uyursunuz, uyanırsınız.
Uyumanın sonucunda uyanırsınız.

Uyanmanın sonucunda ayağa kalkarsınız.
Ayağa kalkmalısınız, tüm direnişlere karşı dik durmalısınız.

Odanızdan dışarı çıkmalısınız.

Kağıt çarpar yüzümüze,
cümleler çarpar yüzümüze.

Aslında nereden çıktığını bilmediğimiz aynı
monoton cümleler vardır karşımızda, değil mi?

Bunlardan yeni direnişler ortaya çıkar.

Bunu fark edince tek istediğiniz uyumak olur.
Daha fazla bilmek istemesiniz. Arzu aniden azalır...

Neden karanlık?

Kitaplarımda neden daima aynı karanlık var?

Çok basit:

Kitaplarımda her şey yapaydır.

Diğer bir deyişle, tüm karakterler,
durumlar, vakalar bir oyundaymış gibi...

...sahnede canlanırlar ve
sahne alanı tamamen karanlıktır.

Dörtgen şeklindeki sahneye
çıkan karakterler...

...doğal ışığın altındakinden
daha belirgin hatlara sahiplerdir.

Aşina olduğumuz nesir de
buna benzerdir.

Karanlıkta her şey netleşir.

Durum sadece görüntülerde ve
betimlemede böyle değildir, dilde de böyledir.

Kitabın sayfalarını
kapkaranlık düşünmeniz gerekmektedir.

Kelime aydınlanır ve bu aydınlanma
açıklık hatta aşırı açıklık kazandırır.

En baştan beri kullandığım
sanatsal araç budur.

Kitaplarımı açtığınızda bir tiyatroda
olduğunuzu hayal etmeniz gerekir.

İlk sayfada perdeyi açarsınız.

Ad görünür,
tamamen karanlıktır.

Yavaş yavaş arka plandan,
karanlıktan, kelimeler gelir.

Kelimeler yavaş yavaş hem iç
hem dış doğayı içeren olaylara dönüşür.

Özellikle yapay oldukları için böylesi
bir dönüşüm geçirmiş olurlar kelimeler.

İnsanların bir yazarı nasıl hayal ettiğini bilmiyorum, ancak bu konuda her türlü hayal yanlıştır.

Söz konusu bensem,
ben bir yazar değilim, yazan biriyim sadece.

Ama öte yandan,
Almanya'dan mektuplar alıyorum...

...veya taşra kasabalardan,
büyük şehirlerden, yayıncılardan...

...veya büyük şirketlerden
mektuplar geliyor.

Oralarda sahneye çıkıyorum.
Acıklı ve kasvetli bir yazar olarak sunuluyorum.

Methiyelerde veya bilimsel
olmayan konuşmalarda bile...

...böyle tanıtılıyorum uzun zamandır.

Şu veya bu şekilde sınıflandırılmış
bir yazar vardır karşılarında.

Kitapları kasvetlidir, karakterleri kasvetlidir, tabiatı kasvetlidir,dolayısıyla karşımızdaki kişi de kasvetlidir.

Böyle bir methiye sizi siyah takımlar içinde
kasvetli birine indirger.

Elbette ki ciddi bir yazar olarak
tanımlanıyorum.

Bela Bartok'un
ciddi bir bestekar olması gibi.

İtibarım böyle yayılıyor.
Ancak temelde rezil bir itibar bu.

Beni son derece rahatsız ediyor.

Öte yandan, doğal olarak neşeli bir yazar da değilim. Öykü anlatan birisi değilim...

...öykülerden nefret ederim.
Öykü yok edicisiyim ben.

Çalışmalarımda herhangi
bir öykünün belirtisi olursa...

...veya uzakta bir nesrin tepesinin ardında bir öykünün imasını bile görürsem onu alaşağı ederim.

Cümlelerde de durum budur.

Oluşabilecek tüm cümlelerin başını
daha oluşmadan ezmekten zevk duyarım.

Öte yandan...

Hayır, aklıma bir şey gelmiyor.
Tok karnına bir şey gelmiyor. Aynı eski hikaye.

Bitti.

En çok yalnız olmayı seviyorum.

İdeal durum temelde budur.

Evim de aslında kocaman bir hapishanedir.
Böyle olmasını seviyorum.

Mümkün olduğu kadar boş duvarlar.

Boş ve soğuk.

Çalışmama olumlu etkileri var.

Kitaplarım veya yazdıklarım
yaşadığım yere benziyor.

Kimi zaman bir kitaptaki bölümler,
evdeki odaları andırıyor bana.

Duvarlar yaşıyorlar, değil mi?

Sayfalar da duvarlar gibidir,
bu kadarı da yeterlidir.

Sadece yoğun bir biçimde
bakmanız gerekmektedir.

Beyaz bir duvara baktığınızda, onun aslında
beyaz ve boş olmadığını fark edersiniz.

Uzun bir zaman yalnız olursanız, yalnız olmaya
alışırsanız, yalnız olmayı tecrübe ederseniz...

...sıradan insanların bir şeyler keşfedemeyeceği
her yerde bir şeyler keşfedersiniz.

Duvarda çatlaklar, pürüzler, düzensizlikler,
haşereler keşfedersiniz.

Duvarda inanılmaz bir hareket vardır.

İşin aslı, duvarlar ile kitabın sayfaları arasında
pek bir fark yoktur.

Dışarıdan bakan insanlar
yaşam biçimimi monoton bulurlar.

Etrafımdaki insanların çok daha
heyecan verici bir yaşamı var...

...veya daha heyecan verici değilse bile
en azından daha ilginç bir yaşamı var.

Benim için komşularımın yaşamları
ki, gayet basit bir yaşam sürerler...

...zanaat işleri yaparlar, yan komşum çiftçidir,
çaprazımda yaşayan kağıt işçisidir...

...tam yanımdaki marangozdur...

...mahallenin diğer kısmındakiler de
ya kağıt işçisi ya esnaf ya da çiftçidir.

Onları çok ilginç bulurum.

Her biri tam olarak aynı şekilde yüzbinlerce defa
tekrarlanan uğraşılar olsa da bana çok çarpıcı geliyor.

Bana her seferinde
yeniymiş gibi geliyor.

Günlük yaşamım bana monoton,
can sıkıcı, içeriksiz geliyor.

En korkunç bulduğum şey,
nesir yazmaktır.

Benim için açık ara
en zor şey budur.

Bunu fark ettiğim ve bilincinde olduğum andan beri artık sadece nesir yazmaya ant içmiştim.

Elbette ki bambaşka
bir şey de yapabilirdim.

Farklı pek çok disiplin
üzerinde çalışmıştım...

...ama hiçbiri bana
korkutucu gelmiyordu.

Mesela, gençken çizim dersleri almıştım ve muhtemelen
orta karar bir çizimci olabilirdim, benim için pek de zor olmazdı bu.

Müzik çalışmıştım, enstrüman çalmak, müzik yapmak, yani beste yapmak epey kolay gelmişti bana.

Kaderimin orkestra şefi olmak olduğunu
düşündüğüm bir dönem vardı.

Müzik estetiği üzerine okudum
ve teker teker enstrümanları öğrendim.

Fakat bana kolay geldiği için
hepsini bıraktım.

Sonrasında bir oyuncu veya yönetmen
veya dramaturg olmak istedim.

Bir süreliğine beni kendisine
bağladı bunlar.

Heyecan vericiydi. Çokça oynadım, yönetmenlik yaptım, özellikle komik rollerde oynadım.

İşletme okuluna da gittim, dolayısıyla tüccar
olabileceğimi düşündüğüm bir dönem de oldu.

Bu alanda kendimi geliştirme fikri
ilgimi çekiyordu.

Genç yaşlarımdan beri, on yedi veya on sekiz yaşlarımda,
kitaplar kadar hiçbir şeyden nefret etmedim.

Dedemle yaşıyordum, yazıyordu o
ve kocaman bir kütüphanesi vardı.

Daima bu kitapların arasında olmak,
kütüphanenin içinde dolaşmak benim için korkunçtu.

Peki ne oldu da yazmaya başladım?
Neden kitaplar yazdım?

Hem de aniden kendime karşı
bir duruş sergileyerek...

Çünkü daha önce dediğim gibi,
benim için direniş her şey demektir.

Ben bu müthiş direnişi istiyordum.

Bu sebeple de
nesir yazıyorum.

Belki de daha on sekiz yaşındayken hastaneye kaldırılmış
ve bir yıl orada yatmış olmam bir sebep olabilir.

Orada artık öleceğim düşünülerek
vücudum yağlandı.

Oradan sanatoryuma geçtim.

Aylarca orada, dağlarda yattım.
Önümde daima aynı dağ manzarası vardı.

Gri bir örtünün olduğu tahta bir yatakta
tek bir kalın yün battaniyeyle yatıyordum.

Sonbahar ve kış boyunca,
gece ve gündüzleri dışarıda duruyordum.

Tamamen can sıkıntısından...

...sonuçta durmaksızın tek bir dağın karşısında yatamazsınız...

...yani elbette ki hareket edemiyordum...

...ve böylece yazmaya başladım.
Sebep ve vesile buydu muhtemelen.

Can sıkıntısından ve bir dağ ile
yalnız başına kalmaktan...

...ki dağın adı Heukareck'ti...

...Schwarzach St. Veit'in tepesinde,
iki bin metre yükseklikteydi.

Aylar boyunca bakarsınız, ama daima aynıdır,
asla değişmez, çünkü gölgeli tarafıdır orası.

Durum böyle olunca da ya delirirsiniz
ya da yazmaya başlarsınız.

Ben de elime kurşun kalem ve kağıt aldım
ve kendim için notlar aldım.

Kitaplara, yazmaya,
kalemlere olan nefretimi yazarak aştım.

Hiç kuşku yok ki, şu an uğraştığım
tüm sıkıntının sebebi budur.

Bitti.

Aslında rahat bırakılmaktan
başka bir şey istemiyorum.

Çok güç bir şey bu
ve zaman geçtikçe...

...dış dünyadaki değişikliklerle
ilgilenmekten bile vazgeçtim.

Aslında her zaman
aynı değişiklikler olur.

Bunlarla başkaları ilgilensin.

Beni sadece
benim süreçlerim ilgilendirir.

Çok merhametsiz olabiliyorum.

Çiftliğimdeyken veya
herhangi bir şehirdeyken...

...Brüksel olsun ya da
Viyana ya da Salzburg...

...fark etmez, herhangi bir yerde
etrafımdaki her şeyin çöküp çökmemesi...

...veya olduğundan daha da saçma
olup olmaması umurumda olmuyor.

Benim için anlamsızdır bu.
Beni ileriye götürmüyor.

En azından kendimi
kendime götürmüyor.

Yeni bir fikre de götürmüyor.

Evet, bitti.
Bunu kesebiliriz, değil mi?

- Gördüğümüz gibi kaydedilecek, değil mi?
- Evet, bunun gibi.

ÜÇÜNCÜ GÜN

Felsefe ile ilgili olan yazılı metinler
son derece tehlikelidirler. Özellikle benim için.

Sıklıkla saatlerce, günlerce,
haftalarca lafı geveleyip duruyorum.

Kimseyle irtibat kurmak istemiyorum,
hiçbir şey istemiyorum.

Öte yandan, en önemli
bulduğum yazarlar...

...aslında en büyük karşıtlarım
veya düşmanlarımdır.

Sizi çoktan teslim almış insanlarla
sürekli bir şekilde tartışıyorsunuz.

Mesela Musil'e kapılmıştım ben,
Pavese'ye, Ezra Pound'a.

Elbette ki şiirsel değildir onlar,
kesinlikle nesir insanlarıdır.

Birkaç kelimeyle kurulmuş
gayet basit cümleler, bir tasvir vardır.

Pavese'nin günlüğünde vardır bu,
Lermontov'un kaba taslaklarından birinde...

...doğal olarak Dostoyevski'de, Turgenyev'de,
aslında tüm Ruslarda...

Valery hariç
Fransızlar hiç ilgimi çekmedi.

Valery'den
"Monsieur Teste"...

Bu kitabın sayfalarını
o kadar karıştırdım ki...

...her defasında yeni bir nüshasını almam gerekiyor. Dağılıyor çünkü daima, parçalara ayrılıyor.

Henry James ile de
tartışıyorum sürekli.

Bir parça düşmanlık bile
söz konusu.

Ancak daima değişiyorum.

Bu insanlara kıyasla gülünç bir durumda
olduğunuzu düşünürsünüz çoğu zaman.

Ancak zaman geçtikçe güç kazanırsınız,
çoğundan daha güçlü olursunuz.

Onları ezebilirsiniz.

Kendinizi Virginia Woolf'un
veya Forster'in üstünde görebilirsiniz.

Böylece yazmak zorunda kalırım.

Ustalaşmak zorunda kaldığım
bir sanat olur bu.

Anlamı olan tek okul budur,
sizi ileriye götürür.

Bir bütün olarak var olamaz,
parçalara ayırmanız gerekir.

İyi ve güzel olan her şey
daha fazla şüpheli hale gelir.

Üstelik elbette ki yol boyunca
en beklenmedik noktada kopmanız gerekmektedir.

Bu açıdan, bir bölümü sonuna dek
düzgün bir biçimde yazmak yanlıştır.

En büyük hata, bir yazarın
sonuna dek bir kitap yazmasıdır.

İnsanlarla olan ilişkilerinizi aniden kesmeniz,
aslında iyi bir şeydir.

Melankoli oldukça güzel bir durumdur.

Ona kolayca
ve seve seve kapılırım.

Kırsalda çalışırken çok az
veya hemen hemen hiç kapılmam...

...ama şehirdeyken
hemen kapılırım.

Bana göre Viyana'dan
daha güzel bir yer yoktur.

O şehirdeyken daima
bir melankoli halinde oluyorum.

Orada yirmi yıldır tanıdığım
melankolik insanlar var.

Viyana'nın sokakları...

...şehrin atmosferi...

...üniversite şehri olması
pek tabii ki...

Orada insanların bana söylediği
değişmeyen cümleler var.

Muhtemelen ben de bu insanlara
aynı cümleleri söylüyorum.

Melankoli için muhteşem bir ön şart.

Parkın bir köşesinde oturursunuz...

...saatlerce...

...bir kafede oturursunuz...

...saatlerce...

...melankoli.

Geçmişin genç yazarları,
artık genç olmayan yazarlar var.

Birdenbire artık genç olmayan birini fark edersiniz,
ama genç biri gibi davranır o.

Muhtemelen benim de artık genç biri
olmamama rağmen genç biri gibi davranmam gibi.

Zaman geçtikçe güçleşir bu,
ama oldukça güzelleşir.

Viyana'daki mezarlıklara veya
bana yakın olan Döblinger Mezarlığı'na...

...veya "Neustift am Wald"daki
mezarlığa gitmeyi çok severim.

Daha önceki ziyaretlerimden
tanıdığım isimleri görmek hoşuma gidiyor.

Melankoli bir dükkana girdiğinizde
vurur sizi:

Yirmi yıl önce inanılmaz bir hızla
hareket eden aynı satıcı kadının...

...artık yavaşlamış olduğunu görürsünüz.

Torbalara ağır ağır doldurur şekeri.

Parayı eline alışı ve kasayı kapatışı
tamamen farklılaşmıştır.

Kapıdaki zil aynı sesi çıkarır,
ama melankoliktir.

Bu durum haftalarca sürebilir.

Belki de melankolinin
tek veya ideal ilacı...

...devamlı bir biçimde
melankoli hapı içmektir.

Daima kardeşimle
olmayan bir konuşmayı...

...annemle olmayan bir konuşmayı sürdürdüm.

Aynı şekilde babamla da olmayan
bir konuşmayı sürdürdüm.

Artık var olmayan ve bir daha asla var olmayacak
bir geçmişle var olmayan bir konuşma sürüyor.

Uzun ve var olmayan cümlelerle
süren bir konuşma bu.

Var olmayan bir doğayla
süren bir diyalog...

...var olmayan ve asla kavram olmayacak
kavramlarla süren bir münasebet.

Daima kusurlu olan
bir konu ile süren bir ilişki.

Cevap vermeyen meselelerle
süren bir görüşme.

Her şeyi mahveden mutlak
bir sessizlik var...

...içinden asla çıkamayacağımız
mutlak bir umutsuzluk var.

Sadece hayal etmeye devam
edebilmek amacıyla...

...kendiniz için inşa ettiğiniz
hayali beklentiniz var.

Temas edebileceğinizi düşündüğünüz...

...anı eriten meselelerle
yüzleşme girişiminiz var.

Yanılgı olduğu ortaya çıkan
hakikatlerle kurduğunuz ilişki var.

Hiçbir zaman bir arada olmamış
bir zaman dilimini...

...bir araya getirme çabanız var.

Doğası gereği yanlış olduğu
kanıtlanması gereken şeylerin temsilini...

...hayal gücünde el yordamıyla
araştırma girişiminiz var.

Cümlelerden ortaya çıkmış şeylerle
oluşmuş kimliğiniz var...

...ve siz ne cümleler hakkında
ne de o şeyler hakkında bir şey biliyorsunuz.

Tekrar ve tekrar
hiçbir şey bilmiyorsunuz.

Elbette ki bu, kendinizi uzak
tutmanız gereken günlük meseledir.

Her şeyi geride
bırakmak zorundasındır...

...arkada kalan kapıyı sadece kapatmak değil,
çarparak çekip gitmek gerekir.

Her şey defalarca kendi başına ve
gitgide sessizce yok olmak zorundadır.

Ömrümüz boyunca
hakim olamadığımız...

...ve en sonunda da
hakim olamayacağımız karanlıktan çıkıp...

...önümüzdeki diğer ikinci
nihai karanlığa girmeliyiz.

Mümkün olduğu kadar çabuk,
doğrudan doğruya...

...filozofumsu ukalalıklar
yapmadan girmeliyiz.

Belki de gözlerimizi kapatarak,
karanlığı erkene çekebiliriz.

Gözlerimizi sadece nihai
karanlığa girdiğimizden...

...emin olduğumuzda açarız tekrar.

Çeviri:
Matthias Kyska

Editörler:
Kerem Duymuş