sabahın ilk saatlerinde mendelssohn bartholdy çalışmama başlama niyetimi başaramadığıma göre, dedim kendi kendime, mutfağa oturup kahvaltı yapabilirim. i̇stemeye istemeye ekmeğimi yerken ve bu arada soğumuş çayımı içerken, çünkü yenisini yapmayı canım istemiyordu, ablamın birçok kez benim yanıma viyana'ya gelsene, birkaç hafta, göreceksin sana yarayacak, seni her şeyden koparacak, kendi dışına çıkaracak diye ısrarla konuştuğunu duydum. viyana'da ablamla birlikte olma düşüncesi bile midemi bulandırdı. yüz kere haklı olsa da bunu asla yapmayacağım.
viyana'dan nefret ediyorum. i̇ki kez kärntner caddesi ve graben'de bir aşağıya bir yukarıya gitmem ve kohlmarkt'a bir bakış atmam midemin bulanmasına yetiyor. otuz yıldır aynı görüntü, aynı insanlar, aynı ahmaklık, aynı ahlaksızlık, aynı alçaklıklar, yalanlar. kendisine graben'de sahibi olduğu binanın en üst katında üç yüz metre karelik tamamen lüks bir kat yapmış, burayı görmeliymişim. asla, diye düşündüm ve hayat ekmeğimi çiğnedim. buraya, beni inandırmaya çalıştığı gibi hasta birini, belki de bir ölümcül hastayı, ki belki de öyleydim, iyileştirmeye değil, söylemeye cesaret edemediği ifadeyle bir deliye bakmaya gelmişti. çünkü bana tamamen bir deli muamelesi yapıyor, onun davrandığı gibi yalnızca bir deliye davranılır, bir çılgına demek zorunda kaldım ekmeğimi çiğnerken.
sonunda apaçık biçimde ziyaretimin gördüğüm kadarıyla sana hiçbir faydası dokunmadı. neyse ki komşularınla bir iki iyi iş bağladım, dedi. pişkince, soğuk ve çıkarcı. sana yardım edilemez, sana kimse yardım edemez, dedi son öğle yemeğimizde. sen her şeyi küçük görüyorsun, dedi, dünyadaki her şeyi, bana zevk veren her şeyi küçük görüyorsun. ama en çok da kendini küçük görüyorsun. herkesi her şeyle suçluyorsun, senin felaketin de bu. bunu gerçekten de söyledi ve ben bu sözü bütün akıl almazlığı içinde tam olarak kavrayamamıştım, ancak şimdi onun isabetli bir şey söylediğini kavrıyordum. yaşam bana zevk veriyor, acılarım olduğu halde, herkeste bu acılar vardır, benim sevgili küçük erkek kardeşim, ama sen yaşamı küçük görüyorsun, senin felaketin bu, bu yüzden hastasın, bu yüzden ölüyorsun. ve eğer değişmezsen yakında öleceksin, dedi.
thomas bernhard
beton
çev.: sezer duru
viyana'dan nefret ediyorum. i̇ki kez kärntner caddesi ve graben'de bir aşağıya bir yukarıya gitmem ve kohlmarkt'a bir bakış atmam midemin bulanmasına yetiyor. otuz yıldır aynı görüntü, aynı insanlar, aynı ahmaklık, aynı ahlaksızlık, aynı alçaklıklar, yalanlar. kendisine graben'de sahibi olduğu binanın en üst katında üç yüz metre karelik tamamen lüks bir kat yapmış, burayı görmeliymişim. asla, diye düşündüm ve hayat ekmeğimi çiğnedim. buraya, beni inandırmaya çalıştığı gibi hasta birini, belki de bir ölümcül hastayı, ki belki de öyleydim, iyileştirmeye değil, söylemeye cesaret edemediği ifadeyle bir deliye bakmaya gelmişti. çünkü bana tamamen bir deli muamelesi yapıyor, onun davrandığı gibi yalnızca bir deliye davranılır, bir çılgına demek zorunda kaldım ekmeğimi çiğnerken.
sonunda apaçık biçimde ziyaretimin gördüğüm kadarıyla sana hiçbir faydası dokunmadı. neyse ki komşularınla bir iki iyi iş bağladım, dedi. pişkince, soğuk ve çıkarcı. sana yardım edilemez, sana kimse yardım edemez, dedi son öğle yemeğimizde. sen her şeyi küçük görüyorsun, dedi, dünyadaki her şeyi, bana zevk veren her şeyi küçük görüyorsun. ama en çok da kendini küçük görüyorsun. herkesi her şeyle suçluyorsun, senin felaketin de bu. bunu gerçekten de söyledi ve ben bu sözü bütün akıl almazlığı içinde tam olarak kavrayamamıştım, ancak şimdi onun isabetli bir şey söylediğini kavrıyordum. yaşam bana zevk veriyor, acılarım olduğu halde, herkeste bu acılar vardır, benim sevgili küçük erkek kardeşim, ama sen yaşamı küçük görüyorsun, senin felaketin bu, bu yüzden hastasın, bu yüzden ölüyorsun. ve eğer değişmezsen yakında öleceksin, dedi.
thomas bernhard
beton
çev.: sezer duru