aşka övgü – tabutmag forum
Meşhur'ların, televizyon Olympos'unun o yeni tanrılarına duyulan hayranlık sizce sadece siyasal aldatmacadan mı ileri geliyor, yoksa genel anlamda aşkın yoğunluğunun bilinmesinden kaynaklanan, aşk öykülerine düşkünlüğü mü yansıtıyor?

Bu olay bence iki farklı şekilde okunabilir. Siyasal şemada, söz konusu olanın bir dolap olduğunu kolayca anlıyorsunuz. İnsanlar bu öykülerle eğlendiriliyor, büyüleniyor, bu da onları işin özünden uzaklaştırıyor. Siyasette, Carla'nın Cécilia'nın yerini almasının ne önemi olabilir? Tabii ki hiçbir önemi yok. Ama kendi kendinize “Neden işe yarıyor bu?" diye sorarak, bu olayların tanıtımını başka türlü okumaya da çalışabilirsiniz. İşe yarıyor, çünkü aşk öykülerine özel bir ilgi var. Üst düzey insanların aşkları her zaman daha alt düzeydeki insanlar için sahneye taşınmıştır. Peki neden? Bu sorunun da iki yanıtı var. Doğrudan aşkın evrenselliği ileri sürülebilir. Sarkozy bile acı çekebilir, cep telefonuna bir türlü gelmek bilmeyen bir mesajı bekleyebilir. Ölçeği değiştirirsek, siyasal gerçeklerden aşkla ilgili gerçeklere geçersek, siyasal düşman her şeye karşın size benzemeye başlar, bu gurur verici bir şey olmasa da dinlendiricidir. Bir kralın aşk acısı çekebilecek olması bir şekilde onu köylüyle ilişkilendirir. O ölçekte, köylü de kraldır. Bu işin duygusal yanıdır, aşk her zaman her yerdedir. Ama ikinci okumaya göre, görünüşteki bu tutku ortaklığı aynı zamanda kralda, başkanda, Führer'de, halkların babasında olağanüstü bir yan olmadığını gösterir. O halde, onlara saygı göstermenin, onlardan korkmanın pek bir anlamı yoktur. Buradan da yine siyasete ya da en azından siyasetin temel, öznel alt katmanına geçilir.

Siyasette, söylediğimiz gibi, düşmanlar vardır. Dolayısıyla, onların aşk acısıyla ilgilenilmeyecektir. İfadeyi bağışlayın ama yutmayacağız bunu! Siyasal anlamda aklımız başımızdaysa, karısının Sarkozy'yi aldatıp aldatmaması kesinlikle bizim sorunumuz değil diyeceğiz. Ama başka bir açıdan, aşkın özellikleriyle ilgili yaygın bilgi açısından, bir yandan da Hıristiyanlığın pekiştirdiği bir bakış açısından bakıldığında, insanların aşkın görünürlüğüyle ilgilendikleri açıktır. Sonuç olarak, bu görünürlük, içinde uygunsuz malzemelerle siyasal cesaretin biçimlendiği o sınırsız alanın parçasıdır, bu anlayışa göre düşmanların doğaüstü bir anlamı, üstün bir gücü yoktur. —Sarkozy'nin anlamsız serüvenlerine takılıp kalmamak için— tarihimizden yoğun, yüce bir aşkı düşünüyorum: Fronde döneminde naibe Anne d'Autriche'le çok zeki, kokuşmuş ve kurnaz siyasetçi Mazarin arasındaki aşkı. Onlara karşı ayaklananların bakış açısından, o aşk kesinkes korkunç bir engel (naibe erkeğini asla bırakmayacaktır) ve halk arasında Mazarin'i sapkın, rezil bir adam olarak gösteren söz dalaşının temel öğelerinden biri olmuştur. Olsa olsa siyasetle aşk arasında yalnızca ikircilli ilişkiler, geçirgen bir ayrım ya da yasaklı bir geçiş noktası olduğu söylenebilir, bunu ancak tiyatro terimleri açıklayabilir. Bu güldürü müdür? Yoksa tragedya mı? İkisi birden. Sevmek demek her türlü yalnızlığın ötesinde, dünyada yaşamı hareketlendiren her şeyle mücadele etmek demektir. Bu dünyayı doğrudan, ötekiyle birlikte olmanın bana kazandırdığı mutluğun kaynağı olarak görüyorum ben. “Seni seviyorum” sözü şuna dönüşür: Senin benim yaşamım için oluşturduğun kaynak bu dünyada var. Bu kaynağın sularında, sevincimizi, öncelikle seninkini görüyorum. Mallarmé'nin şu şiirindeki gibi görüyorum onu:

Döndün dalga içinde
Çıplak sevincine

s.75—77

Alain Badiou
Nicolas Truong

Aşka Övgü

Türkçesi: Orçun Türkay

Can Yayınları