varoluşçu psikoterapi – tabutmag forum
“ölmek üzere olan kanser hastalarıyla yaptığım klinik çalışmalarda insan varoluşu için anlam sistemlerinin önemini gözleyebilecek ayrıcalıklı bir konumdaydım. tekrar tekrar fark ettim ki, hayatlarında derin bir anlam duygusu yaşayan hastalar daha dolu yaşar görünmekte ve hayatları anlamdan yoksun olanlara göre ölümle daha az umutsuz bir biçimde yüzleşmektedirler. (jung(*) şu yorumda bulunmuştur, "anlam birçok şeyi —belki de her şeyi— dayanılır hale getirir.*) bu önemli anda hastalar, hem dinsel hem de din dışı açıdan birkaç tipte anlam yaşasalar da hiçbiri özgecilikten daha önemli değildir. bazı klinik örnekler aydınlatıcı olabilir.”

* c.jung, akt. jaffe, myth of meaning, s.146

irvin d. yalom
varoluşçu psikoterapi

çev. zeliha iyidoğan babayiğit
kabalcı yayınevi
Yalıtılmış Hastayla Yüz Yüze Gelme

Tedavideki önemli bir diğer adım, hastanın varoluşsal yalıtımına doğrudan dikkatini vermesine ve keşfetmesine, kendi kaybolmuşluk ve yalnızlık duygularına dalmasına yardımcı olmayı içermektedir. Hastanın terapide keşfetmesi gereken temel gerçeklerden biri, kişilerarası etkileşimin varoluşsal yalıtımı hafifletse de yok edemeyeceğidir. Psikoterapide gelişen hastalar yakınlığın yalnızca ödüllerini değil sınırlarını da öğrenmektedir: diğerlerinden neleri alamayacaklarını öğrenirler. Birkaç yıl önce bölüm 6'da anlattığım bir projede meslektaşlarım ve ben, çok sayıda başarılı psikoterapi hastasını inceledik ve terapi deneyimlerinin en fazla hangi yönlerinin yararını gördüklerini belirlemeye çalıştık. Sıralı düzenleme (Q-sort) işlemine tabi tutulan altmış maddeden, yakınlık sınırlamalarına karşılık gelen madde ("Diğer insanlara ne kadar yaklaşırsam yaklaşayım, yine de hayatla tek başıma yüzleşmeliyim") birçok hasta tarafından üst sıralara yerleştirilmişti ve genelde altmış madde içinde yirmiüçüncü sırayı almıştı. (1. Yalom, Theory and Practice of Group Psychotherapy (New York: Basic Books, 1975), s. 78-83.)

Kuşkusuz yalıtım için bir "çözüm" yoktur. Bu varoluşun bir parçasıdır ve onunla yüzleşmemiz ve anlamamız gerekmektedir. Diğerleriyle alışverişte bulunmak yalıtım korkusunu hafifletmede en önemli elde edilebilir kaynağımızdır. Karanlık bir denizde yalnız gemileriz hepimiz. Diğer gemilerin ışıklarını görürüz uzanamadığımız, ama varlıkları ve benzer durumlarının bize biraz rahatlama sağladığı gemilerdir bunlar. Mutlak yalnızlığımızın ve çaresizliğimizin farkındayız. Ama eğer penceresiz hücremizden kaçarsak aynı yalnız korkuyla yüz yüze olan diğerlerinin farkına varırız. Bizim yalıtım hissimiz diğerleri için şefkat duymamıza izin verir ve artık o kadar çok korkmayız. Görünmez bir bağ aynı deneyimi yaşayan insanları bağlar - ister zaman ve mekanda paylaşılan bir hayat deneyimiyle olsun (örneğin aynı okula gitmek), isterse yalnızca bir olayın seyircileri olarak.

Ama şefkat ve ikizi olan eşduyum belirli derecede bir denge gerektirir; bunlar panik üzerine inşa edilemezler. Kişi varoluşsal yalıtımla tam olarak başa çıkabilmek üzere elde edilebilir bütün kaynakları kullanabilmek için yalıtımla yüzleşmeye ve ona katlanmaya başlamalıdır. Tanrı birçokları için yalıtımdan kurtuluş vermiştir; ama Alfred North Whitehead'in iddia ettiği gibi, yalıtım gerçek bir ruhsal inanç durumudur: “Din insanın kendi yalnızlığıyla yaptığı bir şeydir ...ve eğer yalnız değilseniz asla dindar değilsinizdir.” (A. Whitehead, Religion in the Making (Londra: Cambridge University Press, 1962), s. 16.) Terapistlerin görevlerinin bir kısmı hastaya yalıtımla yüzleşmede yardımcı olmaktır - başlangıçta anksiyete yaratan, fakat sonunda kişisel gelişimi hızlandıran bir girişimdir bu. Sevme Sanatı'nda Fromm, "yalnız olma yeteneği, sevme yeteneğinin bir şartıdır." demektedir ve o günlerde Birleşik Devletler'de, 1960'lardan ve transandantal meditasyondan önce bilinçlilik üzerinde tek başına yoğunlaşma tarzları önermekteydi. (E. Fromm, The Art of Loving (New York: Bantam Books, 1963), s. 94.)

Clark Moustakas yalnızlık üzerine yazdığı makalede aynı noktaya işaret etmektedir:

“Yalnız olan insan, eğer izin verilirse, kendisini yalnızlık içinde fark edecek ve diğerleriyle bir bağ ya da temel ilişki duygusu geliştirecektir. Yalnızlık bireyi ayırmaktan ya da benliğinde parçalanma ya da bölünmelere neden olmaktan çok bireyin bütünlüğünü, algısını, duyarlılığını ve insancıllığını arttınr.” (Moustakas, Loneliness (New York: Prentice-Hall, 1961), s. 47.)

Başka pek çok kişi yalıtımın aşılmasından önce yaşanması gerektiğine katılmaktadır. Örneğin Albert Camus şunları söylemektedir: “İnsan acısıyla tek başına kalmayı, -kâğıt üzerinde değil- kaçma isteğinin üstesinden nasıl geleceğini öğrendiğinde öğrenecek çok az şey kalmıştır.” (A. Camus, akt. M. Charlesworth, The Existentialists and Jean-Paul Sartre (Brisbane, Australia: University of Queensland Press, 1975), s. 5.)

Benzeri şekilde Robert Hobson: “İnsan olmak demek yalnız olmak demektir. İnsan olmaya devam etmek yalnızlığımızda dinlenmenin yeni yollarını keşfetmek anlamına gelir.” (R. Hobson, "Loneliness," Journal of Analytic Psychology (1974) 19:71-89.)

“Yalnızlığımızda dinlenmenin yeni yollarını keşfetmek” ifadesine bayılıyorum. Terapistin işini ilginç bir şekilde tanımlıyor. Ama ifade aynı zamanda klinik bir problem mikrobunu da taşıyor: psikoterapi hastası yalnızlığında “dinlenmek” yerine kıvranmaktadır. Problem öyle görünüyor ki, zenginin daha da zengin, yoksulun daha yoksul haline gelmesidir. Yüzleşip yalıtımlarını keşfedebilenler diğerleriyle olgun sevgi dolu bir tarzda ilişki kurabiliyorlar; ama ancak diğerleriyle halihazırda ilişki kurabilen ve birazcık olgunluğa erişmiş olanlar yalıtıma katlanabiliyorlar. Örneğin, Robert Bollendorf, bireyin kendini gerçekleştirme düzeyi ne kadar fazlaysa (Kişisel Yönelim Sıralaması'yla ölçülmüştür), onaltı saat boyunca tek başına bir yere kapatıldığında bireyin yaşadığı yalıtım anksiyetesi (IGPE sıralamasının Anksiyete Ölçeği'yle ölçülmüştür) o kadar az olmaktadır. (R. Bollendorf, yayımlanmamış doktora tezi, Northern Illinois University, 1976.)

Otto Will, hasta ergenleri ve genç yetişkinleri tedavi sonucunda edindiği uzun süreli deneyim perspektifine dayanarak, sevgi dolu, karşılıklı saygılı ailelerden gelen bireylerin göreli olarak daha kolay bir şekilde ailelerinden ayrılabildiğini ve ayrılığa ve genç yetişkin yalnızlığına daha kolay katlanabildiklerini gözlemlemiştir. Sıkıntı veren, oldukça çatışmalı ailelerde büyüyenlere ne olmaktadır? İnsan birinin böyle bir aileden ayrılma olanağı karşısında sevinçten havaya zıplayacağını düşünür. Ama tersi gerçekleşmektedir: aile ne kadar dengesizse çocukların ayrılması o kadar zor olmaktadır: ayrılmak için iyi donanımlı değillerdir ve yalıtım anksiyetesine karşı korunmak için ailelerine sıkıca sarılırlar. (O. Will, sözlü iletişim, child psychiatry grand rounds, Stanford University, Department of Psychiatry, 1978.)

Terapist hastanın uygun bir dozda ve hastaya uyan bir destek sistemiyle yalıtımla karşılaşması için bir yol bulmalıdır. Bazı terapistler, terapinin ileri aşamalarında (diğer anksiyete kaynakları üzerinde çalışıldıktan ve terapötik ilişki olumlu ve güçlü hale geldikten sonra) terapi süreci boyunca zorunlu yalıtım süreleri belirleyebilir ya da tavsiye edebilir. Böylesi yalıtımda iki olası fayda vardır. Birincisi önemli malzeme elde edilebilir. Bölüm 5'teki, birkaç saatlik yalnızlık sonucu, tüm hayatı boyunca işkoliklik ve zorlantılı cinsellik yoluyla kaçtığı yalnızlık ve ölüm korkusunun farkına varan Bruce'u hatırlayın. İkincisi, hasta gizli kaynaklar ve cesaret bulabilir. Linda Sherby, semptomları, sözde ilişkilere doğru çılgınca bir etkinlik ve tatmin edici olmayan, bağımlı bir tutum geliştirmek olan bir hastayı tarif etmektedir. (L. Sherby, "The Use of Isolation in Ongoing Psychotherapy," Psychotherapy Theory, Research and Practice, (1975) 12:173-74.) Kördüğümü aşma çabasıyla terapist hastaya bütün oyalayıcılardan (insanlar, televizyon, kitaplar, vs.) uzak bir şekilde bir motel odasında yalnız başına yirmidört saat geçirmesini önerir. Bir tek duygu ve düşüncelerinin günlüğünü tutacaktır. En önemli sonuç, ki bu hasta için büyük önem taşımaktadır, yalnızlığa paniğe kapılmadan katlanabildiğini öğrenmek olmuştur. Hastanın bu konudaki notları çok açıktır: “Kafamın derli toplu olduğunu görmekten şaşkınım hâlâ - belki de sevinmek için çok erken henüz, ama şu ana kadar dokuz saat oldu ve çökeceğimi sanmıyorum.” Yirmidört saatin sonuna doğru terapistine hitaben şunları yazar: “Delirmeyeceğim çok açık ve sizin bunu baştan beri bildiğinizi düşünüyorum. Keder benim bir parçam haline geliyor ve ondan bir daha kaçmanın o kadar kolay olacağından şüpheliyim!”

Birkaç yıl önce ben ve meslektaşlarım, tesadüfen, kişisel gelişmenin yalnızlıkla hızlandırılma derecesini gösteren bir deney yaptık. (Yalom, vd., “The Impact of a Weekend Group Experience on Individual Therapy,” Archives of General Psychiatry (1977) 34:399-415.) Duygusal uyarılmanın uzun dönemli bireysel terapi üzerindeki etkisini sınama çabasıyla üç hasta grubu için kırdaki bir otelde hafta sonu grup yaşantısı düzenledik: iki deneysel duygu uyarım Gestalt grubu ve Zen meditasyon kontrol grubu. Gestalt grup deneyiminin denekler üzerindeki etkisini ölçmeye çalıştık ve duygu uyarımı olmayan zen meditasyon grubunun göreli olarak sabit bir kontrol şartı oluşturacağını varsaydık. Sonuçlar tersini gösterdi. Sonucu büyük ölçüde etkileyen, planlanmamış “özgül olmayan” değişkenler söz konusuydu. Özgül olmayan değişkenlerden biri yalıtım deneyimiydi. Hem deneysel hem de kontrol grubundaki pek çok kişi yaşantılarının önemli bir niteliğinin, tanıdık çevrelerinden uzaklaştırılmış ve yalıtımla karşılaşmış olmaları olduğunu söylemişti. Gerçekten kadın deneklerden birkaçı hafta sonunun, yıllardır (birisinde bu süre yirmi yıldı) ailelerinden ayrı geçirdikleri ve yataklarında kocaları ve yan odalarda çocukları olmaksızın gece tek başına uyudukları ilk hafta sonu olduğunu söylediler. Yalıtımla karşılaşmanın etkisi o kadar güçlüydü ki, bazıları için duygu uyarımının, yani inceleme altındaki değişkenin etkisini küçültmüştü.

Meditasyon uygulaması yalıtım farkındalığına giden başka bir yol sağlamaktadır. Meditasyon yoluyla terapistler ve öğretmenler meditasyonun yararını kesin olarak bu şekilde kavramsallaştırmasalar da, meditasyonda gelişimi meydana getiren birincil faktörlerden birinin, bireylerin, yalıtımla bağdaştırdıkları anksiyeteyle yüzleşmek ve onu aşmak için anksiyeteyi azaltan duruma (yani, anksiyeteyi hafifleten kas gevşetme egzersizleri, beden duruşu, soluk alıp verme, zihin temizleme) girmelerine izin vermesi olduğuna inanıyorum.

Bireyler en fazla korktukları şeyle yüzleşmeyi öğreniyorlar. Yalıtıma doğrudan doğruya dalmaları isteniyor - ve daha da önemlisi, alışılmış inkâr kalkanı olmaksızın çıplak bir şekilde dalmaları isteniyor. “Bırakmaları” isteniyor (başarmaları ve kazanmaları değil), (deneyimlerini sınıflandırıp analiz etmekten çok) zihinlerini boşaltmaları isteniyor ve dünyaya tepki vermeleri ve ona uymaları isteniyor (onu kontrol edip boyun eğdirmeleri değil). Elbette ki meditasyon durumunun açık amaçlarından biri, insanın aydınlanma yolunda başarması gereken durumlardan biri (satori), fiziksel gerçekliğin aslında gerçekliği gizleyen bir örtü olduğunun ve insanın ancak yalnızlığının derinliklerine dalarak bu örtüyü kaldırabileceğinin farkında oluştur. Fakat gerçekliğin hayali yapısının kabul edilmesi veya bölüm 6'da tarif ettiğim gibi insanın yaratıcı işlevinin farkındalığı, insanı kaçınılmaz bir şekilde varoluşsal yalıtıma, insanın yalnız diğerlerinden değil dünyadan da yalıtılmış olduğu gerçeğinin farkındalığına itmektedir.

s.624—630

irvin D. Yalom
Varoluşçu Psikoterapi

Türkçesi: Zeliha iyidoğan Babayiğit
Kabalcı Yayınevi
(…) gerçeklik perdesinin bir an için açıldığı ve bizim arkaplandaki mekanizmayı gördüğümüz anlar vardır. Kendisi hakkında düşünen her bireyin yaşadığına inandığım böyle anlarda, nesneler anlamlarını yitirdiğinde, semboller parçalandığında ve insan kendini “evindeymiş gibi” hissettiği rahatlıktan koparıldığında ani bir bildik olandan uzaklaşma ortaya çıkar. Albert Camus ilk eserlerinden birinde, yabancı bir otel odasındayken yaşadığı böyle bir anı anlatmaktadır.

“İşte tabelalarını bile okuyamadığım bir şehirde savunmasızım ... konuşacak bir arkadaşım yok, kısa süre sonra oyalanacak bir şeyim de kalmayacak. Yabancı bir şehrin seslerinin nüfuz ettiği bu odada, hiçbir şeyin beni bir evin ya da sevilen başka bir yerin daha sevgi dolu ışığına çekmeyeceğini biliyorum. Birine seslenecek miyim? Bağıracak mıyım? Yabancı yüzler görünürdü... Şimdiyse kalbin cansızlaştığı, yavaşça yükselip anksiyetenin soluk yüzünü açtığı bu alışkanlık perdesi, jest ve sözcük dokusunun rahatlığı var. İnsan kendisiyle yüz yüze: Mutlu olması için meydan okuyorum ona...*”

* A. Camus, “La Mort dans l'âme,” L'Envers et l'endroit (Paris: Librairie Gallimard, 1937), s. 87-88; çeviri Marilyn Yalom'un.

s.564—565

irvin D. Yalom
Varoluşçu Psikoterapi

Çev. Zeliha iyidoğan Babayiğit
Kabalcı Yayınevi