umutsuzlar parkı – tabutmag forum
pesüs:

ii
“bir kedi ayaklarıma sürtünerekten geçerdi
—ki benim yaşamamda
her zaman bir kedi bulunur, onu ben
bir imza gibi yazılarıma koyarım—”



“yapayalnız bir ben kurardım
yapayalnız bir ben kurardım
ve kedi
salona girerdi birden,
başlama saatini
bir o somutlardı sanki.”



“gökler kalıplı ve kalın
duruyordu bir buz dağı gibi şehrin üstünde
ve dolap buzlanıyordu durmadan. öyle ki
önce mutfağı dondurdu bir buzdolabı mantığıyla
odalara girdi sonra, veznedarı
heykeli, hasta kadını, giderek
koltuğu, masanın altındaki kediyi -evet kediyi­”



“kedi
çıkardı birden salondan.
ve bitiş saatini
bir o somutlardı sanki.)”

saray köftesi:

“aç bir kedi duvara sürtünüyor
onu da görün
atın kendinizi çalgıların çağanların içine
uygarlığı insan işlerini bilginler düşünsün”

var var:

“yok denecek bir şey ama
var var
(…)
çiçekleri,
kedileri bakmak bakmak
yapan elim”

çember:

“herkes birbirine bakıyor
bulan bulana kendini
üç ayaklı bir kedi geçiyor hızlanarak sanki yüzümün bir kenarı dünya”

umutsuzlar parkı:

ix

“bardaklar büyümüş - o gün
bugündür anlatamam büyümeyi
çoraplar, gömlekler, gravatlar taşıyordu sokağa
bir kedi esniyordu - ben gördüm - üstünde şehirlerin”

xii

“bir kedi başını kaldırdı, ve adam esnedi —tak

bir yüzü vardı
kocaman düşüverdi avuçlarına bilmem ki gelir miydi?



bir kedi ürperdi, ve adam yeniden esnedi —tak
acaba?”

çoğullama:

“biz kadınız,
bilmeden seviyoruz bu kedileri”

ne gelir elimizden
insan olmaktan başka:

ii
“sizlere gelmek
için, geçerek bir ot kokusundan
atlayıp bir çiti birden,
okşayıp bir kediyi”

bir yitişten sonra:

“anlaşıldı yarın bir gün kar yağacak
bir çorapçının gözlerine kollarına
kedi gibi yumuşak bir çarşının
bir türlü bitmeyen eşyasızlığına.”

manastırlı hilmi beye birinci mektup:

“ne diyordum? yağmurlar,
evet
üşümüyorum ürperiyorum sadece
biçimini zorlayan bir kedi gibi
dur biraz
kapı çalındı, hayır, telefon telefon
kapı telefon



“bahçedeki ceviz ağacından
i̇çeri sürüklenen.”

yaşam öyküsü:

“küçük komiler garson, garsonlar patron oldu çoktan. öyleyse ben kaç yaşımdayım? sarı bir tuzluğun rengi yansıyor madeni kül tablasından. mavi bira kasalarını üst üste koymuşlar.

saçaklarda kediler kavgalaşıyor. artık karidesleri, pavuryaları boyuyorlar. boyasınlar. beyaz peynirle rakı yeter de artar bile. hem ben çalışırken içkinin damlasını koymam ağzıma. kapalıçarşı'daki dükkanı satalı iki yıl oldu. çoğu kez deniz kıyılarında dolaşıyorum. rumelihisar en çok sevdiğim semtlerden biri. arada bir oyun yazmak istiyor canım. hemen vazgeçiyorum. şiir varken...”

bir olay: ruhi bey ve gülcünün ölümü

“dışarda kar vardı

saat dokuzu on geçiyordu,
balıkpazarı'nın her günkü sabahı

yıllardır hep aynı sabah
i̇ri bir kayabalığının içbükey karnı

ve binlerce,
on binlerce kedinin hep birden

kente hiç uymayan bir yaratık gibi kımıldandığı

o sabah.”

acaba:

“bütünüyle bir semte benziyor ruhi bey
binlerce, on binlerce kedinin hep birden kımıldadığı
kedilerden örülmüş bir semte”

amerikan bilardosuyla penguen:

v

“siz değil, o kadar ayrı gidiyor ki sizden
o ne mi, yaşadıklarınız belki
bir umut oluyorlar sizden önce
bir aşk, kahveye vurmuş asker ağızları gibi
siz sabahları şehirlere bakarsınız
siz sabahları dünyaya bakarsınız şehirlerden
bir deniz, bir itfaiye eri
bir pencere sokağa girdi girecek
damları çiziyor istemenin elleri
bir çocuk kiremitlerle karışıyor
cam kırıklarıyla bir kedi
bir vapur girintiler yapıyor anılarda
yaşamanın hızları gibi
eski bir gündüzü açıyor bacaklarınız
ve elleriniz
sevişenleri avlıyor bir bitmeyende
ölüler gülüyor ölüler
kırın şu sürahileri!
soğukta durdurulmuş boyunlar gibi
ve işte
sizi gösteriyor sizi
bu yoksulluk odası”