Simone de Beauvoir - tabutmag forum
“Yaşamla karşıtlık oluşturan, ölümden ziyade, yaşlılıktır. Yaşlılık, hayatın parodisidir; oysa ölüm, hayatı bir yazgıya dönüştürür: Ona bir kesinlik boyutu kazandırarak, onu sınırlamak ve korumak yoluyla bir yazgıya dönüştürür. Ölüm, zamanı yürürlükten kaldırır.”

Yaşlılık (1970)
"«İnsan uzaklara özgü bir varlıktır» der Heidegger; «hep kendinden başka yerdedir.» Dünyanın hiçbir köşesi yok ki insan güvenle, «Ben buyum!» diyebilsin. Çünkü yapılışı gereği insan, ancak kendinden başka olanla bağlantıları içinde varolur. Heidegger, «Durmaksızın artan bir varlıktır insan,» der; «bir anda varolan şeye indirgenseydi yok olurdu!» Her düşünce her bakış, her eğilim bir aşkınlıktır. Bundan ötürü, sevinci incelerken şunu görüyoruz: Sevinç yalnız geçmişi değil, geleceği de içine alıyor, bütün dünyayı kucaklıyor. Dağın doruğunda gölgede yatan kimse, yalnızca orada, bedenini dinlendirdiği o toprak parçası üzerinde değildir: Gördüğü şu dağlardadır aynı zamanda, şimdi bir yokluk gibi uzakta kalmış kentlerdedir. Bu yokluk, bu ayrılık, kentlerden uzak kalış sevinç verir ona. Gözlerini yumsa, bir şey düşünmemeye çalışsa bile, gene de oradaki kımıltısız sıcakla çatışma içinde duyar kendini, uzaktan uzağa da olsa.

Dışında dünya olmasaydı, tek başına insan da olamazdı."

_
Denemeler
"(...) nasıl olur da insan kendine uygun gördüğü rol uğruna kendini ortadan kaldırır? Bunun gerçekliğini inkâr etmenin düşüncesizlik olduğunu öğrendim; insan başkası için ifade ettiği şeyi üstlenmeli: diğer taraftan, eğer yetenekleri varsa onları kullanmalı, gerektiğinde onlarla övünebilmelidir: bir insanın hakikati onun nesnel varoluşunu ve geçmişini sarmalar: ama bu hakikat kendini bu gibi taşlaşmalara indirgemez."

Simone de Beauvoir, Koşulların Gücü I
Payel Yayınevi, Çev.: Betül Onursal
O yatağa bedbinlik, merak ve meydan okuma duy­gularının yanı sıra, benim bile tam olarak tanımlayamadığım bir şeyleri kanıtlamak için girmiştim. Kuşkusuz istediğimin tam ak­sini kanıtlamıştım. Aynanın önünde dikilmiş duruyordum. “De­ğişik bir yaşam sürebilirdim,” diye düşündüm. Şık giyinen, öyle veya böyle dikkati çeken biri... Gösterişçi duygulara kendimi kaptırarak tutkulu ilişkilere girebilirdim. Ama çok geçti artık. Ve birden geçmişimin bana neden zaman zaman bir başkasının geçmişi gibi göründüğünü anladım: Şu anda bir başkası oldu­ğumdan! Otuz dokuz yaşında bir kadın. Yaşını duyumsayan bir kadın!

Yüksek sesle, “Bunun farkındayım,” dedim. Savaş öncesi, yılların yükünü hissetmeyecek kadar gençtim. Sonra beş yıl bo­yu kendimi tamamen unuttum. Ve nihayet kendime kavuştu­ğumda, boyun eğdiğim gerçekle karşı karşıya kaldım. Yaşlılığım beni bekliyor, kaçacak deliğim yok. Onu şimdiden aynanın de­rinliklerinde görür gibiyim. Hâlâ kadınım ben! Hâlâ her ay regl oluyorum; değişen bir şey yok. Ne var ki bunu artık biliyorum. Saçlarımı hafifçe kaldırıyorum; bu beyaz teller bir belirti, bir özellik değil, bir başlangıç. Başım henüz canlıyken kemiklerimin rengini alacak. Tenim hâlâ kırışıksız ve diri görünebilir, ama bir anda maske düşecek, yaşlı bir kadının kıpkırmızı gözleri ortaya çıkacak. Mevsimler yeniden başlar, yenilgilerin üstesinden geli­nir! Ama çöküşü durdurmanın hiçbir çaresi yok. “Artık kaygı­lanmak için çok geç,” diye düşündüm, aynadaki görüntümden bakışlarımı çevirerek. “Artık pişmanlık duymak için bile çok geç; tek çare yaşamayı sürdürmek...

Simone de Beauvoir
Mandarinler
Fransızca aslından çeviren: İlkay Kurdak
Aptallık, yalan, haksızlık, acı! Çevreme büyük bir kaos hâkimdi. Hele o yıldan yıla, haftadan haftaya, hiçbir yere varmaksızın yinelenen günler, ne büyük bir saçmalıktı! Yaşamak, kırk yıl, altmış yıl boşluk içinde, yerinde sayarak ölümü beklemek demekti. Bunun içindir ki bu kadar büyük bir istek ve çabayla çalışıyordum; salt kitaplar ve düşüncelerdi ayakta kalabilen. Bana gerçek görünen sadece bunlardı.

Simone de Beauvoir
Mandarinler
Fransızca aslından çeviren: İlkay Kurdak
“‘Bir ev kadını olmamaya dikkat ediniz’ de diyordu. Bir ev kadını haline dönüşme tehlikesi benim için yoktu ama o beni özgürlükleri için savaşıp da sonradan bir erkeğin eşi olmakla yetinen Meredith'in kadın kahramanları ile karşılaştırıyordu. Onu düş kırıklığına uğrattığım için kendime kızıyordum. Evet, vaktiyle mutluluğa bel bağlamamış olmakta haklıydım. Çehresi ne olursa olsun, beni her türlü çekilmeye sürüklüyordu. Sartre ile tanıştığımda her şeyi kazandığımı sanmıştım; onun yanında kendimi gerçekleştirmemem olanaksızdı; şimdi ise kendi kendime, kendinden başkasının kurtuluşunu ummanın kendini yitirmeye koşmanın en emin yolu olduğunu söylüyordum.(••)

Ama sonuçta, bu pişmanlıklar, bu korkular niyeydi? Kuşkusuz, feminizmin bir militan değildim, kadınların hakları ve görevleri ile ilgili hiçbir kuramım yoktu; nasıl eskiden "kız çocuğu" olarak belirtilmeyi reddediyorduysam, şimdi de kendimi "kadın" gibi düşünmüyordum: ben bendim. Kendimi bu nitelikle suçlu buluyordum. Tanrı’dan koptuktan sonra kurtuluş (selâmet) fikri bende yaşamaya devam etmişti ve başta gelen inançlarımdan biri, herkesin kendi kurtuluşunu bizzat kendisinin sağlaması gerektiğiydi. Bana acı veren tutarsızlık toplumsal değil, ahlâki, hatta dini düzene aitti. İkinci sınıf bir varlık olarak yaşamayı kabul etmek, "görece" bir varlık olmak, insan niteliği taşıyan yaratık sıfatıyla alçalmaktı; butün geçmişim bu aşağılanmaya başkaldırıyordu.”

Üstteki kısa bölümün şöyle bir çevirisi de var. (Yayınevi ve çeviri sahibini bilmiyorum)

(••) “Sartre’la karşılaştığım zaman, her şeyi kazandığıma inanmıştım. Onun yanında benim kendimi gerçekleştirmem başarısızlığa uğrayamazdı. Şimdi kendi kendime şunu söylüyorum: kurtuluşu bir başkasında görmek, yıkılmanın en güvenli yoludur.”

Simone de Beauvoir
Olgunluk Çağı I

Çev.: Betül Onursal