geniş çayırdan ayrılınca meyve bahçemiz diye adlandırdığımız dört elma ağacının arasına girdim ve patikadan dereye doğru indim. derenin yanına gömülü olan gümüş dolarlarla dolu kutum güvendeydi. derenin yakınlarında, iyice gözden ırak bir yerde saklanma yerlerimden biri vardı; burayı özene bezene hazırlamıştım ve sık sık kullanıyordum. i̇ki-üç kısa çalı koparıp zeminini düzlemiştim; etrafı daha da fazla çalı ve ağaç dalıyla çevriliydi, girişi de neredeyse yere değen bir dalla kapanıyordu. böyle gizliliğe aslında gerek yoktu, ne de olsa kimse buraya beni aramaya gelmiyordu ama içeride jonas'la birlikte uzanmak ve asla bulunamayacağımı bilmek hoşuma gidiyordu. yatak niyetine yaprakları, dalları kullanıyordum, constance da bana bir battaniye vermişti. çevredeki ve tepedeki ağaçlar öyle sıktı ki içerisi hep kuruydu; pazar sabahı da jonas'la buraya uzanıp onun hikayelerini dinledim. tüm kedi hikayeleri aynı cümleyle başlar: "bunu bana yeryüzündeki ilk kedi olan annem anlatmıştı." başım jonas'ın yanında, uzanarak dinledim onu. değişim rüzgarlarının estiği yok, diye düşündüm burada, sadece bahar rüzgarları bunlar, bu kadar korkmam aptallıktı. hava ısınacak, julian amca güneşin altında oturacak, constance bahçede çalışırken gülecek ve her şey olduğu gibi sürecekti. jonas anlattı da anlattı ("sonra şarkı söyledik! sonra şarkı söyledik!") tepemizdeki yapraklar kımıldandı... her şey aynı kalacaktı.
derenin yanında bir yılan yuvası buldum ve yavru yılanların hepsini öldürdüm; constance hiçbir canlıyı öldürmememi söylememişti ama yılanları sevmiyordum. eve dönüş yolundaydım ki çok kötü bir alamet buldum, en kötüsünden. çam ormanında ağaca çaktığım defter düşmüştü. çivinin paslanıp çürüdüğünü ve defterin -babamızın küçük not defterlerindendi, ona borcu olan ve kendisine iyilik yapması gerektiğini düşündüklerinin adını yazdığı defter- artık koruyucu gücünün kalmadığını düşündüm. defteri ağaca çakmadan önce kalın kalın kağıtlara iyice sarmıştım ama çivi paslanıp çürümüş ve defter düşmüştü. artık fiilen kötülük içermesi ihtimaline karşın en iyisinin onu yok etmek ve ağaca başka bir şey getirmek olduğunu düşündüm, belki annemizin bir eşarbını ya da eldivenini. aslında çok geç kalmıştım, tabii o zaman henüz farkında değildim bunun; o, eve gelmek üzereydi çoktan. ben kitabı bulduğumda herhalde çantasını postaneye bırakmış, yol tarifi alıyordu. o sırada jonas'la benim tek bildiğimiz aç olduğumuzdu, birlikte eve koştuk ve rüzgarla birlikte mutfağa dolduk.
"çizmelerini gerçekten de unuttun mu?" dedi constance. kaşlarını çatmaya çalıştı, sonra güldü. "şapşal merricat."
"ama jonas'ın çizmesi yoktu. harika bir gün."
biz hep şatoda yaşadık
çeviren: berrak göçer
derenin yanında bir yılan yuvası buldum ve yavru yılanların hepsini öldürdüm; constance hiçbir canlıyı öldürmememi söylememişti ama yılanları sevmiyordum. eve dönüş yolundaydım ki çok kötü bir alamet buldum, en kötüsünden. çam ormanında ağaca çaktığım defter düşmüştü. çivinin paslanıp çürüdüğünü ve defterin -babamızın küçük not defterlerindendi, ona borcu olan ve kendisine iyilik yapması gerektiğini düşündüklerinin adını yazdığı defter- artık koruyucu gücünün kalmadığını düşündüm. defteri ağaca çakmadan önce kalın kalın kağıtlara iyice sarmıştım ama çivi paslanıp çürümüş ve defter düşmüştü. artık fiilen kötülük içermesi ihtimaline karşın en iyisinin onu yok etmek ve ağaca başka bir şey getirmek olduğunu düşündüm, belki annemizin bir eşarbını ya da eldivenini. aslında çok geç kalmıştım, tabii o zaman henüz farkında değildim bunun; o, eve gelmek üzereydi çoktan. ben kitabı bulduğumda herhalde çantasını postaneye bırakmış, yol tarifi alıyordu. o sırada jonas'la benim tek bildiğimiz aç olduğumuzdu, birlikte eve koştuk ve rüzgarla birlikte mutfağa dolduk.
"çizmelerini gerçekten de unuttun mu?" dedi constance. kaşlarını çatmaya çalıştı, sonra güldü. "şapşal merricat."
"ama jonas'ın çizmesi yoktu. harika bir gün."
biz hep şatoda yaşadık
çeviren: berrak göçer