Samuel Beckett - tabutmag forum
Proust (10, 11, 12)

Yitik Zaman’ın en ünlü epizodu: Marcel bir gün çayına kurabiye batırır ve ıslanmış kurabiyenin kokusu bütün bir yitik zamanın anımsanmasını, geri alınmasını sağlar, istençdışı belleğin Proust’udur bu, Bergson felsefesinin edebiyattaki uzantısı sayılan Proust. Doluluğun, varlığın, huzursuz da olsa huzurun, sürekliliğin Proust’u: Kendisi ne derse desin, aslında “yekpare, geniş bir ânın parçalanmaz akışında” yüzmekte olduğuna ikna edilmek istenen bir Proust. Bu Proust, uzun sürmüştür. Belli bir işe yaradığı için belki de.

Proust, Bergson’u seviyordu. “Bergson’u okuman ve kendini ona yakın hissetmen beni çok memnun etti,” diye yazmıştır bir arkadaşına, “Sanki aynı yüksek tepenin üzerinde birlikte duruyor gibiyiz… Ona ne kadar hayran olduğumu sana söylemiştim, bana her zaman ne kadar iyi davrandığını da.” 1

Ama Bergson, felsefesine rağmen yanılmayan sezgisiyle, bu hayranlığa tam karşılık veremeyeceğini görmüştü. Proust’un mektubunu aktaran Maurois, şunu da belirtiyor: “Bergson, ömrünün sonuna doğru, Floris Delattre’a şöyle demişti: Ruhu yüceltmeyen ve güçlendirmeyen bir sanata gerçekten büyük sanat denilemez ve Yitik Zamanın İzinde’nin yaptığı da hiç kuşkusuz bu değildir.” Gerçek şu ki Proust da Bergson’u zor durumda bırakmayacak kadar nazikti. Yukarda değindiğim söyleşiden bir bölüm:

"Yapıt ilerledikçe sadece aynı karakterler tıpkı Balzac’ın bazı dizilerinde olduğu gibi farklı görünümlerle ortaya çıkmakla kalmayacak, tek bir karakterdeki bazı derin, neredeyse bilinçdışı izlenimler de yeni görünümler altında belirecek. Bu açıdan, kitabım belki de “Bilinçdışının Romanları” gibi bir dizi yaratma çabası olacaktır, “Bergsoncu romanlar” demekten de hiç utanç duymazdım, eğer inansaydım buna, çünkü her çağda edebiyat kendini o günün geçerli felsefesine bağlamaya çalışır – şüphesiz post hoc biçimde, yani “olaydan sonra”. Ama bu tam doğru olmazdı, çünkü benim yapıtım istençdışı bellek ile istençli bellek arasındaki farkın egemenliği altındadır; oysa Mösyö Bergson’un felsefesinde bu fark sadece hiç ortaya çıkmamakla kalmaz, o felsefe ile arasında bir çelişki bile vardır." 2

Yayımlanmamış bir notunda da şu cümleler yer alıyor:

"Bu noktada seçkin bir filozoftan, büyük Bergson’dan farklı düştüğümü üzülerek görüyorum. Onunla anlaşamadığım pek çok konudan sadece birine değineyim. Mösyö Bergson bilincin bedenden taştığını ve onun ötesine geçtiğini öne sürüyor. Bellek ya da felsefî düşünce söz konusu olduğunda bu elbette böyledir, Ama Mösyö Bergson’un kastettiği bu değil. Ona göre, tinsel öğe, fiziksel beyinle sınırlı olmadığı için, ondan sonra da yaşayabilir ve yaşamak zorundadır. Ne var ki herhangi bir beyin travmasının sonucunda bilinç de zayıflar, dumura uğrar. Sırf bayılmak bile bilinci ilga etmek demektir. Şu halde bedenin ölümünden sonra da bilincin sürüp gideceğine nasıl olur da inanılabilir?" 3

Bu gençlik notunda öne sürülen itirazı Bergson ya da ondan sonra gelenler kolayca çürütebilirlerdi herhalde – baygınlık sonucu “ilga olan” içkin bilinçle bedenden sonra da sürüp giden aşkın tin’in aynı şey olmadığını (“aynı düzlemde yer almadığını”) belirtmek bile Proust’u durdurmaya yeterdi. Ama burada önemli olan, Proust’un amatör materyalizminden çok, bu materyalizmin kaybolan, silinen, ve geri alınamayacak olan şeylere karşı keskin bir duyarlığa yol açmış olmasıdır. Ya da zaten bu duyarlığın ifadesi olması. Beckett de Proust’un bu negatif yanını öne çıkaracaktır: “Bu noktada küçük bir münasebetsizliğe yer var. Tıpkı Suç ve Ceza’nın ne suçtan ne de cezadan söz eden bir başyapıt olması gibi, Yeniden Bulunmuş Zaman’ın Proust’gil çözümün çok uygun bir örneği olmadığını söylemek mümkündür. Zaman geri alınmaz, ortadan kaldırılır.” Beckett’in bu metni yazdığı tarihten yaklaşık elli yıl sonra, eleştirmen Leo Bersani de, Beckett’in adını hiç anmadan, Proust’un asıl kuvvetli yapıtını Yitik Zaman’ın ilk birkaç cildinde ortaya koymuş olduğunu, son ciltte vurgulanan telafi ve geri kazanma motiflerinin de adı üstünde sadece bir telafi çabası olduğunu belirtecektir.



1 Andre Maurois, The Questfor Proust, Peregrine: Harmondsworth 1962, s. 61.

2 Marcel Proust, Against Sainte-Beuve and Other Essays, Penguin: Londra, 1994, s. 235.

3 A. Maurois, a.g.y., s. 18. Maurois, bu itirazı kaydettikten sonra bi­le Proust’tan “Bergson’un bu tilmizi” diye söz etmektedir.
"saatlerden ve günlerden kaçış yoktur. ne yarından ne dünden. dünden kaçış yoktur çünkü dün bizi çarpıtmıştır ya da biz onu. ruh halinin hiç önemi yoktur. çarpılma gerçekleşmiştir. dün, aşılmış bir kilometre taşı değil, yılların aşınmış yolunda bir gün taşıdır ve onulmaz biçimde parçamız olmuştur, içimizdedir, ağır ve tehlikeli. dünden ötürü sadece daha yorgun değilizdir; başkayızdır, dünün felaketinden önceki halimizden farklıyızdır."

samuel beckett, proust
“Kelimelerin içindeyim; kelimelerden, başkalarının kelimelerinden yapıldım. Bütün bu kelimelerim ben, bütün bu yabancılar, bu fiil tozları...” (s.12)

Eşlik
(...) Belki çok geç, belki çoktan oldu. Bunu nasıl bilebilirim? Asla bilemeyeceğim. Sessizlikte bunu bilmek mümkün değil. Belki kapı. Belki de kapının önündeyim. Şaşırtırdı bu beni. Belki benim, bendim, bir yerlerdeyim, yola çıkabilirim. Tüm bu süre boyunca yolculuk ediyordum, bunu bilmeden. Kapının önünde duran benim. Hangi kapının? Bu kapının burada işi ne? Bunlar son sözcükler, bu sefer gerçekten son ya da mırıltılar, mırıltılar olacak, bunu biliyorum ya da bunu bile bilmiyorum. Mırıltılardan söz ediliyor. Uzaktaki çığlıklardan, önce, sonra, ne kadar söz edilebilirse o kadar söz ediliyor, bunlar da yalan, sessizlik olacak fakat uzun sürmeyecek bu sessizlik, kesintiye uğrasın, ses bozsun diye dinlediğimiz, beklediğimiz sesizlik. Belki de bir tek ses, bilmiyorum, önemi de yok. Tüm bildiğim bu, ben değilim, tüm bildiğim bu, bu benimki değil. Bu sahip olduğum tek şeydi, bu doğru değil, sürüp giden bir başkasına daha sahip olmalıydım, fakat devam etmedi. Anlamıyorum. yani devam etti aslında, hala da ediyor, ordayım, oraya bıraktım kendimi, orada bekliyorum, bu belki de bir rüya, şaşırtırdı bu beni, uyanacağım sessizlikte ve bir daha uyumayacağım, ben olacağım ya da sessizliğin rüyasını tekrar göreceğim, rüyanın sessizliğini, mırıltılarla dolu, bilmiyorum, sözcükler bunlar, beni hiç uyandırmayacak sözcükler, bunlar dışında bir şey yok, devam etmeli, tüm bildiğim bu, duracaklar, bunu biliyorum, beni bırakacaklar hissediyorum, sessizlik olacak, kısa bir an, uzun bir an, benimki olacak devam eden, devam etmeyen, halen devam eden, ben olacağım, devam etmek gerekiyor, devam edemiyorum, devam etmek gerekiyor, öyleyse edeceğim. Söylemek gerek, sözcükler olduğunda söylemeli onları, onlar beni buluncaya kadar, bana tuhaf acılarını, tuhaf günahlarını anlatıncaya kadar devam etmek gerek, belki de çoktan yaptılar, belki de çoktan söylediler bana, belki de öykümün eşiğine dek taşıdılar beni, öyküme açılan kapının önüne kadar getirdiler, şaşırtırdı bu beni, eğer açılırsa bu, ben olacağım, sessizlik olacak, olduğum yerde, bilmiyorum, hiçbir zaman bilemeyeceğim, sessizlikte bunu bilmek mümkün değil, devam etmek gerekiyor, devam edemiyorum, devam edeceğim.

L’innommable [Adlandırılamayan], Minuit, 1949
Samuel Beckett
Çeviren: (?)

---

(...) belki çok geç, belki şimdiden oldu, nasıl bilebilirim bunu, sessizliğin ortasında bilemezsiniz ki, belki kapıdır, belki kapının önündeyim, şaşırtırdı bu beni, belki benim, belki bendim, bir yerlerdeydim, gidebilirim ben, bütün bu zaman boyunca yolculuktaydım, bilmiyordum ama bunu, kapının önünde duran benim, hangi kapının, burada bir kapının ne işi var, bunlar son sözcükler, gerçekten de son sözcükler ya da mırıltılar bunlar, mırıltılar geliyor, iyi biliyorum bunu, hayır, bunu bile bilmiyorum, mırıltılardan söz ediyorsunuz, uzak çığlıklardan, konuşabildiğiniz sürece, önce söz ediyorsunuz onlardan, sonra söz ediyorsunuz onlardan, bunlar da yalan, sessizlik olacak, sürekli olmayacak bu sessizlik, dinlerken tükenecek, beklerken tükenecek, bozulsun bu sessizlik, ses bozsun bu sessizliği, başka ses yok belki, bilmiyorum, olmasa da olur, bütün bildiğim bu, ben değilim, bütün bildiğim bu, benim değildi bu, tek sahip olduğum buydu, doğru değil, ötekine, sürüp gidene sahip olmuş olmalıydım ama sürmedi o, anlamıyorum, daha doğrusu sürdü, hala da sürüyor, oradayım ben hala, oraya bıraktım kendimi, orada bekliyorum kendimi, hayır, orada beklenmez, dinlenmez, bilmiyorum, bir düş bu, her şey bir düş, şaşırtırdı bu beni, uyanacağım, sessizlik içinde, bir daha uyumayacağım, ben olacağım ya da düş göreceğim yeniden, bir sessizlik düşü kuracağım, bir düş sessizliği, mırıltılarla dolu, bilmiyorum, sözcükler bunlar, hiç uyanmayacağım, sözcükler bunlar, bunlardan başka bir şey yok, sürdürmeniz gerekiyor, bütün bildiğim bu, duracaklar, iyi biliyorum bunu, hissediyorum bırakacaklar beni, sessizlik olacak, kısa bir an, epey sürecek bu an ya da benimki olacak, sürmekte olan, sürüp gitmeyen, hala sürüp giden, ben olacağım, sürdürmek gerekiyor, ben sürdüremem, sürdürmeniz gerekiyor, sürdüreceğim ben de, sözcükler söylemek gerekiyor, sözcükler olduğu sürece, onlar beni bulana kadar, bana tuhaf acıyı, tuhaf günahı söyleyene kadar, sürdürmeniz gerekiyor, belki de yaptılar bunu, belki de söylediler bunu -bana, belki de öykümün eşiğine kadar getirdiler beni; öyküme açılan kapının önüne kadar getirdiler, şaşırtırdı beni kapının açılması, ben olacağım, sessizlik olacak, sessizliğin içindeyim, bilmiyorum, hiçbir zaman bilmeyeceğim, sessizliğin ortasında bilemezsiniz, sürdürmeniz gerekiyor, sürdüreceğim.

L’innommable [Adlandırılamayan], Minuit, 1949
Samuel Beckett
Çeviren: Uğur Ün
Ayrıntı 185
“…Doğrusunu söylemek gerekirse, işlerin hangi noktaya geldiklerini de beni nereye sürüklediklerini de bilmez durumdalar, ben hiç bilmedim bunu, ben her zaman olduğum yerdeyim ama bu yerin nerede olduğunu bilmiyorum, onların işlerinden de hiç haberim yok, içine saplanıp kaldığım ya da bir türlü ulaşamadığım belli bir süreçten söz ediliyor kuşkusuz, işlerinde bir yerim yok, onların canını sıkan da bu, bir yerinden bulaşayım istiyor onlar, bir yerinden, ah bir bırakabilseydiler saçmalamayı, kendileri üzerine, benim üzerime, ulaşmak istedikleri amaç üzerine aptalca fikirler üretmeyi, yalnızca sürdürseydiler, sürdürmek gerekiyor çünkü, tükenene kadar, hayır, bu da olmadı, yalnızca sürdürmek gerekiyor, bir gün başlamış olmak, bir gün bitirecek olmak yanılsamasına kapılmayalım ama çok zor, çok zor bir amaçtan yoksun olmak, sonunun bulunmadığını bilmek, varoluş nedenlerine sahip olmamak, yaşamda olmadığı bir döneme bakmayı istememek. Bir şeyler yapma susuzluğunuz içinde unutmamak da zor (yapıp kurtulmak istiyorsunuz bu şeyden, yapacaklarınız arasında bu eksik olsun istiyorsunuz) yapacak hiçbir şey olmadığını, özellikle yapacak bir şey olmadığını, yapılacak bir şey olmadığını.

Susuz olmanızın, aç olmanızın da bir anlamı yok, hayır, aç olmanıza gerek yok, susuzluk yeterli, vakit geçirmek için kendinize öyküler anlatmanızın anlamı yok, öykülerle geçiremezsiniz zamanı, hiçbir şey geçirmez zamanı, önemi yok bunun, işte böyle, kendinize öyküler anlatırsınız, sonra, bugünden sonra artık öykü möykü yok, diyerek herhangi bir şey anlatırsınız, oysa bu da başka bir öyküdür, öyküler sürüp gider ya da anlatmış olduklarınızın hiçbiri, hiçbir zaman öykü olmamıştır, herhangi bir şeydir bu, belleğinizin anımsadığı kadarıyla herhangi bir şeyler anlatmışsınızdır kendinize, hayır, daha da gerilere gidelim, herhangi bir şeydir bu, hep aynı şeydir, zamanı öldürürsünüz bununla, sonra zaman geçmez olur, nedeninin bilemezsiniz, susuzluğunuz içinde, durmaya çabalarsınız, durmayı başaramazsınız, nedenini ararsınız, bu konuşma gereksinmesini, bu durma gereksinmesini, durmanın olanaksızlığını anlamaya çabalarsınız, bulursunuz nedenini, yeniden kaybedersiniz, yeniden bulursunuz, yeniden bulamazsınız, bir daha aramaya kalkışmazsınız, bir daha ararsınız, yeniden bulursunuz, yeniden kaybedersiniz, hiçbir şey bulamazsınız, sonunda bulursunuz, yeniden kaybedersiniz, durmadan konuşursunuz, susuzluğunuz gittikçe artar, aramayı sürdürürsünüz, kaybetmeyi sürdürürsünüz, saçma sapan konuşursunuz, ne hakkında konuştuğunuzu anlamaya çabalarsınız, ne aradığınızı aramaya koyulursunuz, ah evet diye çığlık atarsınız, hayır olamaz, diye iç geçirirsiniz, yeter, diye haykırırsınız, daha değil, diye bağırırsınız, sürekli konuşursunuz, herhangi bir şeylerden söz edersiniz, yeniden aramaya koyulursunuz herhangi bir şeyi, susuzluğunu çekersiniz, neyin susuzluğunu çektiğinizi bilmezsiniz, ah evet, yapacak bir şey vardı, hayır hayır, yapacak bir şey kalmadı, ne zamandan beri, oldum olası, yetti artık, yalnız, belki, bu da bir düşünce, orada rayalım, son bir gayret, neyi arayacağız, yerinde bir karşı çıkış, anlamaya çalışalım, araştırmaya koyulmadan önce, aradığımız nedir diye, araştırmaya koyulmadan önce, nerede araştıracağız peki, ara vermeden konuşursunuz, durmadan ararsınız, kendinizde ararsınız, kendinizin dışında ararsınız, insanlara söversiniz, Tanrı’ya söversiniz, sövmeyi bırakırsınız, haliniz kalmaz, toparlarsınız yeniden kendinizi, yılmadan ararsınız, doğanın içinde, usunuzun içinde, doğa neresi, usumuz neresi, siz neredesiniz, aradığınız ne, arayan kim, kim olduğunuzu ararsınız, son sapma, nerede olduğunuzu, ne yaptığınızı, onlara ne yaptığınızı, onların size ne yaptıklarını ararsınız, sürekli konuşursunuz, ötekiler nerede, konuşan kim, konuşan ben değilim, neredeyim, hep bulunmuş olduğum yer neresi, ötekiler nerede, konuşan onlar, benimle konuşuyorlar, benim hakkımda konuşuyorlar, duyuyorum onları, dilsizim, ne istiyorlar, ne yaptım onlara, ne yaptım Tanrı’ya, ne yaptılar Tanrı’ya, Tanrı ne yaptı bize, hiçbir şey yapmadı, biz bir şey yapmadık ona, ona hiçbir şey yapamayız, bize hiçbir şey yapamaz o, masumuz biz, masum o, kimsenin hatası değil bu, kimsenin hatası olmayan ne, bu işler işte, hangi işler peki, bunlar işte, öyle olsun, sakin ol, böyle olacak, böyle olacak olan ne, konuşursunuz sürekli, susuzluktan boğazınız kurur, ararsınız azimle, şöyle olayım, böyle olayım istiyorlar, bağırayım, kımıldayayım, buradan çıkayım, doğayım, öleyim, dinleyeyim istiyorlar, dinliyorum, yetmiyor, anlamalıyım da elimden geleni yapıyorum, anlayamıyorum, elimden geleni yapmayı bırakıyorum, elimden geleni yapamıyorum, sürdüremeyeceğim, zavallı onlar da sürdüremeyecekler, istediklerini söylesinler, bana yapacak bir şeyler versinler, yapılabilir bir şeyler versinler, benim için, zavallılar, yapamıyorlar, bilmiyorlar, gittikçe daha çok bana benziyorlar, onlara gereksinme duymuyorum artık, kimseye gereksinme duymuyorum artık, kimsenin elinden bir şey gelmez, konuşan benim, susuzluk çekiyorum, açlıktan öldüm, buzda bırakın onu, fırında bırakın, hiçbir şey hissetmezsiniz, ne kadar tuhaf, bir ağzınız olduğunu hissetmezsiniz, kendi ağzınızı hissetmez olursunuz, bir ağza gereksinme duymazsınız, sözcükler her yana saçılmıştır, içim dışım sözcük olmuştur, peki ama bir dakika önce kalınlığım yoktudemiştim, işitiyorum onları, onları işitmeye gereksinme duymuyorum, bir kafaya gereksinmem yok, onları durdurmak olanaksız, durmak olanaksız, sözcüklerde var oluyorum ben, sözcüklerden yapılmışım, başkalarının sözcüklerinden, başkaları kim, yer de hava da duvarlar da döşeme de tavan da sözcüklerden yapılmış, tüm evren burada benimle, ben havayım, duvarlarım, duvarlarla çevrilmiş olanım, her şey boyun eğer, açılır, çekilir, akar, köpük köpük, tüm bu köpüklerim ben, bir araya gelen, birleşen, dağılan, gittiğim her yerde kendimi buluyorum, bırakıyorum kendimi, kendime doğru gidiyorum, kendimden geliyorum, var olan bir tek kendimim, benim küçük bir parçam, yeniden ele geçirilen, yitirilen, kaçırılan, tüm bu sözcüklerim ben, tüm bu yabancılarım, serpilecek toprağı, uçuşacak göğü olmayan bu toza dönüşmüş sözcüklerim, onlar olduğumu söylemem için bir araya geliyorlar, birbirlerinden kaçışıyorlar, hepsi, birleşenler, ayrılanlar, bir daha bir araya gelmeyecek olanlar, başka bir şey olduğumu söylemiyorlar, hayır, başka bir şey daha diyorlar, bambaşka bir şey olduğumu, sert, kapalı, boş, kuru, soğuk ve karanlık bir yerde duran dilsiz biri olduğumu söylüyorlar, burada hiçbir şey kımıldamıyor, kimse konuşmuyor, ben dinliyorum, duyuyorum, arıyorum, bir hayvan kafesinde doğmuş bir hayvan kafesinde doğmuş bir hayvan kafesinde doğmuş bir hayvan kafesinde doğmuş ve ölmüş bir hayvan kafesinde doğup ölmüş bir hayvan kafesinde doğup ölmüş bir hayvan, önce doğmuş sonra ölmüş bir hayvan gibi diyorum, onlar böyle diyorlar, böyle bir hayvan gibi arıyorum ben, kısıtlı olanaklarımla, böyle bir hayvan gibi korkusundan ve öfkesinden, türünün başka üyeleriyle ilişkisi tümüyle kesilmiş bir hayvan gibi, hayır, öfke geçti, yalnızca korku kaldı, yüz katınaçıkmış korku, gölgesine duyduğu korku, hayır, doğuştan kör bir hayvan, gürültüden oldu, galiba, gerekiyor bu, bir şeyler gerekiyor, yazık, işte böyle, gürültüden korkuyor, gürültülerden korkuyor, hayvanların gürültüsünden, insanların gürültüsünden, gündüz ve gecenin gürültülerinden, tamam, gürültülerden korkuyor, tüm gürültülerden, az ya da çok korkuyor, tüm gürültülerden, tek bir gürültü var, yalnızca tek bir gürültü, gece gündüz hiç kesilmeyen, nedir bu, gelip giden adımlar bunlar, bir an konuşan sesler bunlar, kendilerine yol açan bedenler, hava, nesneler, nesneler arasında dolaşan hava bunlar, tamam, arayayım, hayvan gibi, hayır, onun gibi değil, kendim gibi, kendi üslubumca, neler diyorum, kendi tarzımca, arayayım, şimdi ne arıyorum, aradığım şeyi, bunu işte, bundan başka ne olabilir, aradığım şeyi, başka ne olabilir ki, aradığım şeyi, hayır, işittiğim şeyi, şimdi yeniden anımsıyorum, her şeyi anımsıyorum yeniden, onlar işittiğim şeyi aradığımı söylüyorlar, onları işitiyorum, şimdi yeniden anımsıyorum, ne olabilir bu, nereden gelebilir, çünkü her şey suskun burada, duvarlar kalın, nasıl beceriyorum, bir kulağım olduğunu hissetmeden, bir kafam, bir bedenim, ne de bir ruhum olduğunu hissetmeden nasıl beceriyorum, neyi nasıl beceriyorum, karanlık burası, karanlık diyorsunuz, aydınlık olması için bir şeyler eksik anlatıda, arayacağım, eksik olan şeyi arayacağım, her şeyin aydınlık olmasını istiyorum, ben hep bir şeyler ararım, sonuçta insan yoruluyor, üstelik de daha yeni başlıyor, bu koşullarda yaptığım şeyi nasıl beceriyorum, ne yapıyorum, ne yaptığımı öğrenmem gerekiyor, ne yaptığınızı söyleyin bana, bunun nasıl olası olduğunu soracağım size, işitiyorum, işittiğimi ve aradığımı söylüyorsunuz, doğru değil bu, hiçbir şey aramıyorum, artık hiçbir şey aramıyorum, neyse, geçelim bunu, üstünde durmayalım, arayayım, şimdi dinleyin onları belleğimi tazeliyorlar, arayayım, bir ne aradığımı, iki nereden geldiğini, üç şunu şöyle görerek, bunu böyle tasarlayarak, işin içine başka unsurlar katarak, bunu yapmayı nasıl becerdiğimi, şimdi netleşti sanırım, işitmeyi nasıl becerdiğim, anlamayı nasıl becerdiğim, doğru değil bu, nasıl ve neyle anlayacağım, bunu soruyorum size, anlamayı nasıl becereceğim, yo ne yarısını, ne yüzde birini, ne beş binde birini, elliye bölmeyi sürdürelim, ne çeyrek milyonda birini anlıyorum, tamam, yine de birazcık gerekiyor, yeğlerim bunu, yazık, işte böyle, yine de azıcık bir şey, en azı bile olsa, övgüye değer, yeterli, binde bir, on binde bir deyişlerinin genel anlamı, on ile çarpmayı sürdürelim, matematik işlemleri kadar dinlendirici bir şey olamaz, yüz binde bir, milyonda bir, çok fazla, çok az, bir yerlerde yanılgıya düştük, önemli değil bu, burada bir deyişle öteki arasında çok büyük bir değişiklik olmuyor, birini anlayınca hepsini anlamış oluyorsunuz, ben bu şanslı konumda bulunmuyorum, hepsini, nasıl da abartıyorsunuz, hep bütüne ulaşmak istiyorsunuz, bütünün bütünlüğüne hiçliğin bütünlüğüne, ortada, mutlu bölgede kalmak istemezsiniz, asla, asla istemezsiniz, hep, nasıl da çok, nasıl da az, çoğu kez, çok seyrek, konudan saptım biraz, özetleyeyim şimdi, ben varım, evet, hissediyorum bunu, itiraf ediyorum, kabul ediyorum, ben varım, gerekiyor bu, böylesi daha iyi, söylemeseydim keşke, hep söylemeyeceğim bunu, şimdi söylemek zorunda kalışımdan yararlanayım öyleyse, hemen söyleyeyim, sözün gelişi işte, bir yandan ben varım, bir yanda ötekinin gürültüsü, varlığından bir an kuşkuya düşmedim onun, hayır, mantıklı olalım, varlığından asla kuşkuya düşmedik onun, şu gürültünün, ötekinin gürültüsünün, ötekinin gürültüsüyse bu, büyük bir olasılıkla bir sonraki görüşmemizin konusu olacak, bu sorunu her yönüyle, sakin kafayla ele almanın zamanı geldiğini söylemek istiyorum, özetliyorum, burada şu anda ben olduğuma göre özetlemeyi ben yapacağım, söylenecek olan şeyleri ben söyleyeceğim, eğlenceli olacak bu, özetliyorum, ben ve şu gürültü, şimdilik başka bir şey görmüyorum ama göreve şu anda başlamış bulunuyorum ancak, ben ve şu gürültü, gürültüden nehaber, sözümü kesmeyin, elimden geleni yapıyorum, yineliyorum, ben ve şu gürültü, bu iki konu üzerinde, doğal sırayı tersine çevirerek, öteki şeylerle birlikte şunları da biliyor gibiyiz, yani, bir yandan, bugüne kadar gürültünün ne olduğu, bize nasıl ulaştığı, hangi organ tarafından çıkarıldığı, hangi organ tarafından algılandığı, hangi akıl tarafından kavrandığı genel çizgileriyle kesin biçimde, hatta yaklaşık olarak saptanamadı, öte yandan, yani, ben, daha uzun söz edeceğim bu kez, bana gelince, güzel vakit geçireceğiz birlikte, ben neyim, neredeyim, sözcüklerin arasında sözcüklerden mi oluşuyorum, yoksa sessizliğin içinde sessizlik miyim tüm bunlar bir kesinliğe kavuşturulmadı henüz, bu konuda öne sürülen varsayımlardan yalnızca ikisi bunlar, yine de doğrusunu söylemek gerekirse şu ana kadar sessizlik üzerinde gerektiği gibi durulmadı ama görünüşe aldanmamalı insan, yineliyorum, öteki şeylerle birlikte kim olduğum bir açıklığakavuşturulmadı, hayır, özür dilerim, daha önce söylemiştim bunu, ne yapıyorum, işitmeyi nasıl beceriyorum, işitiyorsam eğer, işiten bensem eğer, kim kuşkulanabilir bundan, bilmiyorum, kuşku mevcut, bu konuda, bir yerlerde, yineliyorum, işitmeyi nasıl beceriyorum, işiten bensem eğer, nasıl anlıyorum, kısa keseyim olabildiğince, zaman kazanırım böylece, nasıl anlıyorum, aynı saptama, nasıl oluyor, konuşan ben miyim, böyle de var sayılabilir, aksi de benimsenebilir, nasıl oluyor, konuşan ben miyim, hiç durmadan konuşayım, durmak için can atayım, duramayayım, ana çizgileri belirliyorum, daha özet olacak, yineliyorum, arayanın ben olup olmadığım, aradığımın, bulduğumun, yitirdiğimin, yeniden bulduğumun, yeniden attığımın (hayır, hiçbir zaman bulduğum bir şeyi atmadım, kaldırıp atmayacağım bir şeyi de yitirmedim) tam olarak ne olduğu kesinliğe kavuşturulmalı, ben arıyorsam, buluyorsam, yitiriyorsam, yeniden buluyorsam, yeniden yitiriyorsam, yeniden arıyorsam, bulamıyorsam, yeniden aramıyorsam eğer, aradığım bensem eğer, aradığım ben değilsem eğer, kim peki, ne peki, şimdilik başka bir şey görmüyorum, hayır, görüyorum, sonuca bağlıyorum, vakit geçirmek için, kendine herhangi bir şey anlatmanın gereksizliği göz önüne alındığında bunu neden yaptığım bir kesinliğe kavuşturulmadı, bunu ben yapıyorsam eğer, vakit geçirmek için herhangi bir şeyi yaparken bir nedene gereksinme duymaz aslında insan, önemi yok bunun, kendi kendimize sorabiliriz bu soruyu, kayıtlara geçmeden, neden geçmiyor zaman, sizden geçmiyor, neden anlar sizin çevrenizde yığılıyor üst üste, dört bir yandan, giderek daha yüksek, giderek daha kalın, sizin zamanınız, başkalarının zamanı, ölmüş atalarınızın ve henüz doğmamış ölülerin zamanı, neden azar azar gömer sizi, ne canlı ne ölü, hiçbir anınız kalmamıştır, umudunuz da bilginiz de geçmişiniz de geleceğiniz de, saniyeler altına gömülürsünüz, herhangi bir şeyden söz edersiniz, ağzınız kumla doludur, kuşkusuz düşsel kumlardır bunlar, zaman bir şeydir, ben başka bir şey ama bu soruyu sorabiliriz kendimize, neden geçmiyor zaman, işte böyle, kayıtlara geçmedim, ayak üzeri, vakit geçirmek için, sanıyorum hepsi bu, şimdilik, başka bir şey görmüyorum, artık hiçbir şey görmüyorum, şimdilik…”

Üçleme: Molloy / Malone Ölüyor / Adlandırılamayan
Samuel Beckett
e qual più pazïenza avea ne li atti,
piangendo parea dicer: —’Più non posso’.

Tutumuyla en sabırlı olanı bile / ağlayarak diyordu ki sanki: "Dayanamıyorum artık".

Dante, Purgatorio (Araf) X. Kanto, 138-39. dizeler. Arafın Kibirlilerin cezalandırıldığı bu kısmında Dante ile Vergilius, ağır kayalar altında iki büklüm olmuş kibirlileri görürler. Bu zorlu cezanın altında en sabırlıları bile dayanamıyorlardır. (ç.n.)

Dante (Purgatorio (Araf) X. Kanto, 138-39.)
Samuel Beckett, Proust
“İletişimin imkânsız olduğu yerde iletişim kurmaya kalkışmak maymunca bir bayağılıktır ya da dehşet veren bir güldürü, mobilyalarla söyleşen bir çılgınlık gibi.”

Proust
"Bekliyoruz. Canımız sıkılıyor. (Elini kaldırır.) Hayır, itiraz etme, can sıkıntısından patlıyoruz, bu kesin. İyi. Bir değişiklik çıkıyor karşımıza, peki biz ne yapıyoruz? Orada çürüsün diye bırakıyoruz onu. Haydi bakalım, iş başına. (Pozzo'ya doğru gider, durur.) Bir an sonra hiçbir şey kalmayacak ve biz de yeniden yalnız kalacağız yalnızlıkların ortasında. (Düşe dalıp gider.)"

Samuel Beckett

Godot'yu Beklerken
En Attendant Godot (1952)

Türkçesi: Hasan Anamur
“Zayıf ve kusurlu da olsa, kendi dışımda bir varlığımın bulunduğunu bilmek eskiden heyecanlandırırdı beni. Toplum dışı kalıyorsunuz zamanla, kaçınılmaz bir şey bu. Bazen insan kendine soruyor şaşkınlıkla, acaba doğru gezegende miyim diye. Sözcükler bile bırakıp gidiyor sizi, bu kadar kötü işte. Kapların arasındaki dolaşımın kesildiği anlar bunlar, kapları bilirsiniz ya. İki mırıltının arasında varoluyorsunuz hâlâ, kuşkusuz hep aynı şarkı bu, ama siktir insan anlayamıyor bir türlü. Arada sırada kapağı itip sandaldan çıkma isteği uyanıyordu içimde, ama başaramıyordum bunu, öylesine tembeldim, öylesine güçsüz hissediyordum kendimi, öylesine derinliklerine gömülmüştüm benliğimin. Patırtılı ve buzlu sokakları, ürkütücü suratları, kesen, biçen, paralayan, bereleyen gürültüleri üzerime çullanmış duyumsuyordum. Sıçma ya da işeme isteğim gelsin de harekete geçeyim diye bekliyordum bu anlarda. Yuvamı kirletmek istemiyordum! Yine de başıma geliyordu arada sırada, gittikçe daha sık başıma geliyordu. Bedenimi hiç kımıldatmadan, arkama yaslanarak pantolonumu çıkarıyor, deliği serbest bırakacak kadar azıcık yana dönüyordum. Evrensel pisliğin ortasında küçük bir kırallık edinip, sonra gelip bunun üzerine sıçmak tam bana yakışan bir şeydi. Dışkılarım da bendim, biliyorum, biliyorum, değişen bir şey yok. Yeter ama yeter, uyku dışında hiç düş görmeyen ben, çocukluğundan bu yana düşlerin çok uzağına düşmüş olan ben (söylencem böyle olsun istiyor), şimdi de düş görüyordum işte. Biliyordum düş ürünü olduklarını, geceydi çünkü, sandalımın içinde yalnız başımaydım. Başka ne olabilirdi? Sandalımdaydım yani, su üzerinde kayıp gidiyordum. Kürek çekmeme gerek duymuyordum, akıntı sürüklüyordu beni. Ayrıca kürekler gözüme çarpmıyordu, birileri alıp götürmüştü herhalde. Tahtamı tutuyordum elimde, sandal sırasının bir parçasıydı belki de bu, kıyıya yaklaştığımda ya da bir köprü ayağı ya da bağlı bir duba karşıma çıktığında işime yarıyordu. Yıldızlar vardı gökyüzünde, bayağı çoktu sayıları. Hava nasıldı bilmiyordum, üşümüyordum, terlemiyordum da, dingin gorünüyordu her şey.”

Samuel Beckett
Hiç İçin Metinler ve Uzun Öyküler

Çev.: Uğur Ün