“I look someone in the eyes: either these eyes are cast down – and this is modesty, that is, modesty for the emptiness lurking behind the gaze – or they look back at me. And they can look at me shamelessly, thereby exhibiting their own emptiness as if there was another abyssal eye behind it that knows this emptiness and uses it as an impenetrable hiding place. Or, they can look at me with a chaste impudence and without reserve, thereby letting love and the word happen in the emptiness of our gazes.”
“Birinin gözlerine bakarım: o kişi ya gözlerini indirir (utanma/tevazudur bu, yani bakışın ardındaki boşluğun utanması/tevazuu) ya da o da gözlerini bana diker, gözleri bana boşluklarını teşhir ederek arsızca bakabilir: sanki ardında bu boşluğu tanıyan ve onu nüfuz edilemez bir gizlenme yeri olarak kullanan uçurumsu bir başka göz varmışçasına; veya hayasızca, hiç çekinmeden, bakışlarımızın boşluğunda aşkın ve sözün geçmesine/vuku bulmasına müsaade ederek.”
— Giorgio Agamben, “The Face” in Means without end (2000)
“Birinin gözlerine bakarım: o kişi ya gözlerini indirir (utanma/tevazudur bu, yani bakışın ardındaki boşluğun utanması/tevazuu) ya da o da gözlerini bana diker, gözleri bana boşluklarını teşhir ederek arsızca bakabilir: sanki ardında bu boşluğu tanıyan ve onu nüfuz edilemez bir gizlenme yeri olarak kullanan uçurumsu bir başka göz varmışçasına; veya hayasızca, hiç çekinmeden, bakışlarımızın boşluğunda aşkın ve sözün geçmesine/vuku bulmasına müsaade ederek.”
— Giorgio Agamben, “The Face” in Means without end (2000)