tabutmag forum – tabutmag, edebiyat, sinema, tiyatro ve görsel sanatlar alanında ilgililere nitelikli ve özgün içerikler sunar.
bildungsroman (türkçe: oluşum romanı), alman edebiyatında bireyin oluşum dönemini ve sonunda ulaştığı ideal durumu ele alan roman türü. safdil kahramanın serüven peşinde dünyayı dolaşmaya çıkması ve uğradığı yenilgilerle yavaş yavaş olgunlaşarak bilgelik kazanmasını konu alan halk masalları, wolfram von eschenbach’ın ortaçağ destanı parzival (13. yy başları) ve hans grimmelshausen’in pikaresk öyküsü simplicissimus’da (1669) edebi niteliğe kavuştu. bu temayı roman düzeyinde ilk kez wilhelm meisters lehrjahre (1796; wilhelm meister’in çıraklık yılları, 1943) adlı yapıtıyla goethe ele aldı. yapıt günümüzde de bu türün klasik örneği sayılmaktadır. türün öbür örnekleri arasında adalbert stifter’in der nachsommer (1857; yaz sonu) ve gottfried keller’in der grime heinrich (1854-55; yeşil heinrich, 1947-48) adlı romanları yer alır. oluşum romanı nostalji ve teslimiyet gibi temalara yer verse de, kahramanın olgunlaşmasıyla mutlaka olumlu bir havada sona erer. roman kahramanının gençliğindeki büyük düşler yok olmuştur, ama ona acı veren düş kırıklıkları ve hatalar da geride kalmıştır. oluşum romanının sık rastlanan bir türü, bir sanatçının gençliğini ve gelişimini konu alan künstlerroman dır. öteki türlerinden erziehungsroman kahramanın yetişme/eğitim sürecini, entwicklungsroman ise karakter gelişimini konu alır. bu terimler bazen birbirinin yerine kullanılabilirse de, oluşum romanının gelişim romanından temel farkı, kahramanının içinde yaşadığı toplumla bütünleşmesini, olgunluğa ve uyuma erişmesini anlatmasıdır. arap edebiyatında bildungsroman kültürünün köklü bir geçmişi bulunmaktadır. bu alanın öncülerinden birisi i̇bn tufeyl'dir. modern arap edebiyatında ise, tayyib sâlih’in mevsimu'l-hicre ile'ş-şemâl adlı eseri çok tanınan bir bildungsromandır.
Elias Canetti (d. 25 Temmuz 1905 – ö. 14 Ağustos 1994), modernist romancı, oyun yazarı, anı ve kurgusal olmayan düzyazı yazarı. Eserlerini Almanca yazan Canetti, "geniş bir bakış açısı, fikir zenginliği ve sanatsal güç ile işaretlenmiş yazıları için" 1981 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı.
Roland Barthes (Türkçe: Roland Bart) (12 Kasım 1915, Cherbourg - 25 Mart 1980, Paris), Fransız felsefeci, göstergebilimci, edebiyat eleştirmeni, edebiyat ve toplum teorisyeni.
Walter Benedix Schönflies Benjamin, (15 Temmuz 1892, Berlin - 26 Eylül 1940, Portbou İspanya), Alman filozof, edebiyat eleştirmeni, kültür tarihçisi ve estetik kuramcısıdır.
György (George) Konrád (2 Nisan 1933 – 13 Eylül 2019), Macar filozof, roman ve deneme yazarı.

Yaşamı ve kariyeri
Bireysel Özgürlük konusuna yer verdiği eserleriyle biliniyordu. Konrád 2 Nisan 1933'te Berettyóújfalu, Macaristan'da doğdu. 1990'dan 1993'e kadar "Uluslararası PEN Kulübü"’nün Başkanı olarak görev almıştır.

Ölümü
Macar filozof ve yazar György Konrád 13 Eylül 2019'da Budapeşte, Macaristan'da 86 yaşında ölmüştür.

Eserleri

The Case Worker
The City Builder
The Loser
A Feast in the Garden
The Stone Dial

The Intellectual on the Road to Class Power (1978), Iván Szelényi ile
Antipolitics
The Melancholy of Rebirth (1995)
The Invisible Voice: Meditations on Jewish Themes
A jugoszláviai háború (és ami utána jöhet) (1999)
Jugoslovenski rat i ono što posle može da usledi) (2000)
A Guest in My Own Country: A Hungarian Life (2003)
Departure and Return (2011)
Peter Stephen Paul Brook, (d. 21 Mart 1925, Londra - ö. 2 Temmuz 2022, Paris), İngiliz tiyatro ve sinema yönetmeni.

Simon ve Ida Brook’un ikinci çocukları olarak Londra’nın batısındaki Chiswick’te doğdu. Oxford Üniversitesi’nde eğitim gördü. 1951 yılında aktris Natasha Parry ile evlendi ve bir oğul ile bir kız çocuk sahibi oldu.

Tiyatro, sinema ve opera alanlarında pek çok eser veren Brook, 1971’de Micheline Rozan ile birlikte Paris’te Uluslararası Tiyatro Araştırmaları Merkezi’ni kurdu. Konstantin Stanislavski, Vsevolod Meyerhold, Bertolt Brecht, Antonin Artaud ve Jerzy Grotowski’den etkilendi. Açık sahne anlayışını geliştirdi. Çalışmalarını İngiltere’de Royal Shakespeare Company’de ve Fransa’da Bouffes du Nord tiyatrosunda sürdürdü.

2 Temmuz 2022 tarihinde 97 yaşında hayatını kaybetti.
Josef Brodski (d. 24 Mayıs 1940, Leningrad (günümüz Sankt-Peterburg - ö. 28 Ocak 1996, New York), Rus ve Amerikalı şair ve deneme yazarıdır.

1940 yılında doğan Brodsky yazmaya henüz 18 yaşında başlamıştır. 1964 yılı Mart ayında, çalışmaları anti-Sovyet bulunduğu için 5 yıllığına Arkhangelsk'e gönderilmiştir ve Kasım 1965 yılına kadar burada kalmıştır. 1972 yılında sınır dışı edilip, kısa bir süre Viyana ve Londra'da kaldıktan sonra ABD'ye yerleşmiş ve 1977 yılında Amerikan vatandaşı olmuştur. 1987 yılında "Düşünce netliği ve şiirsel yoğunlukla dolu kapsayıcı yazarlığı için" Nobel Edebiyat Ödülü kazanmıştır.

Hayatı
St. Petersburg`da Rus Yahudi bir aileden dünyaya gelmiştir. Annesi çevirmenlik babası ise Sovyet donanmasında fotografçılık yapmaktaydı. Çocukken yaşadığı Leningrad Kuşatması`nın zorlu koşullarından kaynaklı ileriki yaşlarında çeşitli şağlık problemleri çekmiştir. 15 yaşında okulu bırakarak denizaltı akademisine girmek istemiş, fakat bunda başarısız olmuştur. Ardından hekim olmaya karar verererk bir süre bir morgta ve çeşitli görevlerle bir hastanede çalışmıştır. Eş zamanlı kendini eğitmeye başlayarak İngilizce ve Lehçe öğrenmiştir. Daha sonra arkadaş olacağı Czesław Miłosz'un şiirlerini çevirmiş, yine aynı dönemde klasik felsefe, din, mitoloji ve anglo-amerikan şiirine ilgi göstermiştir. 1960'ların başlarında Sovyet karşıtı Leningradlı nostaljik yazarlar bir altkültür oluşturmuşlardı. Brodsky de bu düşünsel gruplara katılmış, hakkında Sovyetler Birliği karşıtı olduğuna dair Leningrad gazetelerinde suçlayıcı yazılar yazılmıştır. 1963 yılında aynı şuçlamayla hakkında dava açılmıştır.

Sürgün edilmesi
1963 yılında, 23 yaşındayken hakkında açılan dava özellikle gazeteci ve insan hakları savunucusu Frida Vigdorova'nın çabaları sayesinde Batı'da büyük yankı uyandırmıştır. Brodsky'yi desteklemek amacıyla Rusya'da ve Batı'da kampanyalar düzenlenmiştir. Dönemin yazarları tarafından bu dava kişi ve devlet arasındaki mücadele olarak yorumlanmıştır. Leningrad mahkemesinin Brodsky hakkında Vatan haini olarak değil fakat Sosyal Parazit (topluma katkı sağlamayan, elinden geldiği halde iş sahibi olmayan) olarak hüküm vermesiyle sonuçlanan süreç sonunda 5 yıl süreyle ağır çalışma kampına sürülmüştür. Sürgüne gönderilmeden önce çeşitli Leningrad gazetelerinde ve dergilerinde serbest yazar olarak çalışmaktaydı. Buna rağmen mahkemenin hakkında Sosyal Parazit olarak hüküm vermesi, çalışmamasından değil yazarlar sendikasından bağımsız olarak çalışmasına, dolayısıyla atanmamış olmasına yorulmuştur. 1965 yılında 5 yıl olarak verilen cezanın 18 ayını tamamladıktan olayın Cause célèbreye dönüşmesinin ardından Leningrad'a dönmesine izin verilmiştir.

Amerika'ya Yerleşmesi ve Sonrası
1972 yılında Sovyetler Birliği'nden sınır dışı edilmiştir. Bir süre sonra ABD'ye yerleşmiştir. Önce Michigan Üniversitesi'nde, daha sonra farklı üniversitelerde çalışmıştır. 1977 yılında ABD vatandaşı olmuştur. Aynı dönemde şiirleri, yazıları ve eleştirileri The New Yorker ve New York Book Reviews başta olmak üzere çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanmıştır. 1981 yılında MacArthur Ödülünü, 1986 yılında Oxford Üniversitesi'nden onursal doktora ve 1987 yılında Nobel Edebiyat Ödülü almıştır.

Ukrayna Karşıtı Duygular
Ukraynalı yazar Vasily Makhno, Brodsky'nin soyadının Ukrayna'nın Brody kentinden geldiğini belirtti. Sonuç olarak, Brodsky'nin Ukrayna'ya karşı bazı duyguları olabilirdi, ama yapmadı. Brodsky'nin sonunda Sovyet Rusya'yı terk etmek ve ABD'ye göç etmek zorunda kaldığı Sovyet karşıtı görüşlere sahip olmasına rağmen, yine de güçlü Rus-emperyal görüşlere sahipti ve bu da Ukraynalıların Ruslardan ayrı bir ulus olarak varlığını reddetmesine neden oldu. Brodsky`nin biyografisini de yazan Rus edebiyat eleştirmeni Lev Losev'e göre, O Ukrayna'yı "Büyük Rusya'ya sahip tek kültürel alan" olarak görüyordu. Polonyalı tarihçi Irena Grudzinska-Gross, Milosz ve Brodsky (2007) adlı kitabında, Brodsky'nin Ukrayna'ya sıkıca inandığını ve her zaman "ayrılmaz bir parçası" olduğunu yazdı büyük Rusya". Grudzinskaya-Gross'a göre, "Brodsky'nin Rus vatanseverliği de kanıtlanıyor... "halk" şiiri ve "Ukrayna'nın Bağımsızlığı Üzerine" bir başka şiir, Ukrayna'ya emperyal ve Büyük Rus pozisyonlarından saldırıyor."1985'te Çek-Fransız yazar Milan Kundera'nın New York Times Kitap İncelemesi'nde Rus yazar Fyodor Dostoyevski'yi eleştiren bir makale yazmasının ardından Brodsky, Brodsky'nin Rus-emperyal görüşlerini gösteren "Milan Kundera'nın Dostoyevski Hakkında Neden Yanlış Olduğu" başlıklı bir yanıt yazdı.

Brodsky'nin Ukraynacılık karşıtlığının en ünlü kamusal tezahürü, 1992'de yazıldığına inanılan "Ukrayna'nın Bağımsızlığı Üzerine" şiiriydi. Bu şiirde Brodsky alaycı bir şekilde Ukrayna'nın 1991'teki bağımsızlığını anlattı ve Ukraynalı bağımsızlık savaşçılarını Rus dilini terk ettikleri için azarladı. Ayrıca Ukraynalılara "Kazaklar" ve etnik bulamaç khohkly olarak da atıfta bulundu. Brodsky bu şiiri yaşam boyu koleksiyonlarının hiçbirinde yayınlamadı. 1996'daki ölümüne kadar Amerika'daki çeşitli Muskovit ve Yahudi toplantılarında sadece birkaç kez okudu. Özellikle Brodsky'nin bu şiiri 30 Ekim 1992'de Palo Alto Yahudi Merkezi salonunda yalnız bir akşam okuduğu bilinmektedir; 2015'te bu halka açık okumanın bir videosu Facebook'a gönderildi ve Brodsky'nin şiirin yazarı olduğuna dair şüpheleri ortadan kaldırdı. Bu şiir sayesinde eleştirmenler Brodsky'de Rus şovenizminin tezahürlerini gördüler. Onu Ukrayna karşıtı duygu ve ırkçılıkla suçladılar.

İş Hayatı
Brodsky belki de en çok şiir koleksiyonları, Konuşmanın Bir Parçası (1977), Urania'ya (1988) ve Ulusal Kitap Eleştirmenleri Çemberi Ödülü'nü kazanan Less Than One (1986) adlı deneme koleksiyonuyla tanınır. Diğer önemli eserler arasında Mermerler (1989) ve Venedik üzerine bir düzyazı meditasyonu olan Filigran (1992) sayılabilir. Kariyeri boyunca Rusça ve İngilizce yazdı, çeviriler yaptı ve seçkin şair çevirmenlerle çalıştı.

Temalar ve Türler
W. H. Auden, Brodsky'nin Seçilmiş Şiirlerine girişinde (New York ve Harmondsworth, 1973), Brodsky'yi "doğayla karşılaşmalar" tarafından büyülenen gelenekçi bir lirik şair olarak tanımladı... insanın durumu, ölümü ve varoluşun anlamı üzerine düşünceler ". Meksika ve Karayip edebiyatından Roma şiirine kadar geniş kapsamlı temalar üzerine "yer, şimdi, geçmiş ve gelecek hakkındaki fiziksel ve metafizik, yer ve fikirleri" karıştırdı. Eleştirmen Dinah Birch, Brodsky'nin " ingilizce'deki ilk şiir cildi Joseph Brodsky: Seçilmiş Şiirler (1973), gücünün kendine özgü kuru, meditatif bir soliloquy olmasına rağmen, son derece çok yönlü olduğunu ve teknik olarak çeşitli biçimlerde başarılı olduğunu gösteriyor."

Urania'ya: Seçilmiş Şiirler 1965-1985, Amerikan sürgünü sırasında yazdığı yeni eserlerle eski eserlerin çevirilerini topladı ve hafıza, ev ve kayıp temalarını yansıtıyordu. İki deneme koleksiyonu, Osip Mandelshtam, W. H. Auden, Thomas Hardy, Rainer Maria Rilke ve Robert Frost gibi şairlerin eleştirel çalışmaları, kendi hayatının eskizleri ve Akhmatova, Nadezhda Mandelshtam ve Stephen Spender gibi çağdaşların eserlerinden oluşuyor.

Brodsky'nin yazılarında yinelenen bir tema şair ve toplum arasındaki ilişkidir. Özellikle Brodsky, edebiyatın izleyicisini olumlu yönde etkileme ve içinde bulunduğu dili ve kültürü geliştirme gücünü vurguladı. Batı edebi geleneğinin, dünyanın Nazizm, Komünizm ve iki Dünya Savaşı gibi yirminci yüzyılın felaketlerinin üstesinden gelmesinden kısmen sorumlu olduğunu öne sürdü. Şair Ödülü sahibi olarak görev yaptığı dönemde Brodsky, Anglo-Amerikan şiir mirasını, hükûmet destekli bir program aracılığıyla halka ücretsiz şiir antolojileri dağıtarak daha geniş bir Amerikan kitlesine getirme fikrini destekledi. Kongre Kütüphanecisi James Billington yazdı,

"Joseph, şiirin neden Rusya'da olduğu gibi Amerika Birleşik Devletleri'ndeki geniş kitleleri çekmediğini anlamakta güçlük çekiyordu. 1977'de Amerikan vatandaşı olmaktan gurur duyuyordu (Sovyetler 1972'de kovulduktan sonra onu vatansız hale getirdi) ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki yaşamın sağladığı özgürlüklere değer verdi. Fakat şiiri "dilin en yüksek olgunluk derecesi" olarak gördü ve herkesin buna duyarlı olmasını istedi. Şair Ödüllü olarak, en iyi Amerikan şairlerinin ucuz antolojilerinin otellerde ve havaalanlarında, hastanelerde ve süpermarketlerde sunulmasını önerdi. Huzursuz ya da korkulu ya da yalnız ya da yorgun olan insanların şiir alıp beklenmedik bir şekilde başkalarının bu duyguları daha önce yaşadığını ve onlardan kaçmak yerine hayatı kutlamak için kullandığını keşfedebileceğini düşündü. Joseph'in fikri ele geçirildi ve bu tür binlerce kitap aslında insanların ihtiyaç veya meraktan karşılaşabilecekleri bir yere yerleştirildi."

Şiirin ciddiyetini ve önemini destekleme tutkusu, Brodsky'nin Ekim 1991'de ABD'li Şair Ödülü Sahibi olarak yaptığı açılış konuşmasında ortaya çıkıyor. Dedi ki, "Toplum, şairleri okuyamayarak ya da dinlemeyerek, kendisini politikacının, satıcının ya da şarlatanın daha düşük eklemlenme biçimlerine mahkum eder. ... Başka bir deyişle, kendi evrimsel potansiyelini kaybeder. Çünkü bizi hayvanlar aleminin geri kalanından ayıran şey tam olarak konuşmanın armağanıdır. ... Şiir bir eğlence biçimi değildir ve belli bir anlamda bir sanat biçimi bile değildir, ama antropolojik, genetik hedefimiz, evrimsel, dilsel işaretimizdir." Bu duygu çalışmaları boyunca yankılanıyor. Brodsky, 1979'da Sven Birkerts ile yaptığı röportajda şunları yansıtıyordu:

"Daha iyi şairlerin eserlerinde, artık insanlarla ya da bazı seraphical yaratıklarla konuşmadıkları hissine kapılıyorsunuz. Yaptıkları sadece dilin kendisiyle konuşmak, güzellik, duygusallık, bilgelik, ironi, şairin açık bir ayna olduğu dilin bu yönleri. Şiir bir sanat ya da sanat dalı değildir, daha fazlasıdır. Bizi diğer türlerden ayıran şey konuşma ise, o zaman en yüksek dilsel işlem olan şiir, antropolojik, aslında genetik hedefimizdir. Şiiri bir eğlence, "okuma" olarak gören herkes, en başta kendisine karşı antropolojik bir suç işlemektedir."

Etkiler
Kongre Kütüphanecisi Dr. James Billington şunları yazdı:

"Petersburg'un büyük hanımı Anna Akhmatova'nın en sevdiği himayesiydi ve şiirlerini Kongre Kütüphanesi'nde Rusça okuduğunu duymak, Rus dilini anlamasa bile saçlarının dik durmasını sağlamak için bir deneyimdi. Joseph Brodsky, yüzyılın başından beri büyük Petersburg şairlerinin sonuncusu olan Anna Akhmatova'nın değil, aynı zamanda bir başka büyük şehit şair Osip Mandelstam'ın dul eşi Nadezhda Mandelstam'ın da umutlarının somutlaşmış haliydi. Her ikisi de Joseph'i, bir gün Rusya'yı kendi derin köklerine geri götürebilecek yol gösterici ışığın bir parçası olarak görüyorlardı."

Brodsky, John Donne'dan Auden'e kadar ingiliz metafizik şairlerinden de derinden etkilendi. Birçok eser Tomas Venclova, Octavio Paz, Robert Lowell, Derek Walcott ve Benedetta Craveri gibi diğer yazarlara ithaf edilmiştir. Brodsky'nin çalışmalarının, ünlü çevirmenlerin çalışmaları ile hayati derecede gelişmiş olduğu görülmektedir. İngilizcedeki ikinci büyük koleksiyonu olan Konuşmanın bir parçası (New York ve Oxford, 1980) Anthony Hecht, Howard Moss, Derek Walcott ve Richard Wilbur'un çevirilerini içeriyor. Eleştirmen ve şair Henri Cole, Brodsky'nin "kendi çevirilerinin, doğal bir müzikalite duygusundan yoksun olduğu için eleştirildiğini" belirtiyor."

Başlıca Yayınlanmış Eserleri

Şiir
A Part of Speech (1980)
Collected Poems in English (2000)
Elegy for John Donne and Other Poems (1967)
Selected Poems (1992)
So Forth (1996)
To Urania (1988)

Nesir
Less Than One (1986)
On Grief and Reason (1995)
Watermark (1992)

Drama
Marbles (1989)
Jasper Johns, Jr. (d. 15 Mayıs 1930 Augusta, Georgia) Amerikalı, ismi Pop sanatı ve Neo-dada ile anılan çağdaş ressamdır. Robert Rauschenberg ile birlikte modern soyut resimden pop sanatı ve kavramsal sanat arasındaki geçişte etkili olmuştur.

Johns, 1947-48 yılları arasında University of South Carolina'da okumuş, daha sonra buradan ayrılıp New York'a taşınarak 1949'da eğitimini kısa bir süreliğine Parsons School of Design'da sürdürmüştür. Bu arada Robert Rauschenberg, Merce Cunningham ve John Cage ile tanışmış ve birlikte zamanın sanat çevresini inceleyerek yeni fikirler geliştirmeye başlamışlardır. Kore Savaşı sırasında, 1952-1953 yılları arasında Sendai, Japonya'ya görev almıştır. 1958'de koleksiyoner Leo Castelli, Robert Rauschenberg'ün stüdyosunu ziyaret ettiği sırada kendisini keşfedip sergi açmak için anlaşmıştır.

En tanınmış eseri Bayrak'tır. (Flag, 1954-55) Çalışmaları genel olarak Neo-dada olarak tanımlansa da popüler kültürden alıntı nesne ve imgeleri kullanması açısından pop sanatı ile de bağlantılıdır.

Erken dönem işleri bayraklar, haritalar, hedef tahtaları, rakamlar, vb. öğeler kullanır. Johns'ın yüzeyi kullanımı akıcı ve resimseldir. Balmumu bazlı boya ve alçıyla kabartma tekniklerini sıkça kullanır. Zıtlıklar, çelişkiler, paradokslar ve ironiler, Dada sanatçılarında olduğu gibi Johns'ın çalışmalarında da sıkça rastlanan özelliklerdir. Johns ayrıca oyma baskı, heykel ve litografi tekniklerini de kullanmıştır.

Johns özellikle Peirce semiyotiği açısından bakıldığında değişik özelliklere sahiptir. Kendisinden önce gelen, soyut dışavurumcu Jackson Pollock ve Willem de Kooning'in örnek gösterilebileceği maço kahraman sanatçı figürlerine karşın, tuvalin tamamını kapsayan birer imza niteliğinde resimler yapmak yerine anlamı halihazırda kullanılan, yaygın sembollerin kullanımıyla elde etmiş, üzerlerine uyguladığı soyut dışavurumcu teknikte boya ile ifade ettiği içi boşaltılmış bir bireysellik ile soyut dışavurumcuları alaya almıştır. Tüm bunların yanında Johns'ın göndermeler bağlamı dışında kalan sembolleri de vardır. Örneğin Johns'ın bayrağı, temel olarak görsel bir nesnedir ve sembolik çağrışımlarından bağımsız olarak da algılanabilir.

1998 yılında, New York'taki Metropolitan Sanat Müzesi (Metropolitan Museum of Art), Johns'ın Beyaz Bayrak eseri için yirmi milyon dolardan fazla ödemiştir.
Paul Bowles (tam adı Paul Frederic Bowles, d. 30 Aralık 1910, Jamaica, Queens, New York – ö. 18 Kasım 1999, Tangier, Fas), Amerikalı yazar, besteci ve gezgin. En ünlü romanı, Çölde Çay adıyla filme de uyarlanan The Sheltering Sky (Esirgeyen Gökyüzü)'dür. Bernardo Bertolucci'nin yönettiği 1990 yapımı filmde John Malkovich ve Debra Winger oynamıştır. Time dergisi tarafından 1923'ten beri İngilizcede yazılmış en iyi 100 kitap arasında gösterilen Esirgeyen Gökyüzü insan ruhunun ıssızlığını ve yalnızlığını sorgular. Romanın, yazarın iyi bildiği Sahra Çölü'nde geçmesi de bu sorgulamayı simgeselleştirir. Bowles 89 yıllık yaşamının 53 yılını Fas'ta geçirmiştir.

Yine bir yazar olan Jane Bowles ile evli olan Paul Bowles, kısa öykülerini topladığı 14 kitabının yanı sıra, 3 cilt şiir kitabı, sayısız çeviri, gezi yazısı ve bir otobiyografi yayımlamıştır. Yazılarında yüksek oranda "rahatsız edici" öğeye yer verir. Bowles, ayrıca, müzik etnoloğudur. Geleneksel Fas müziğine hayran olmuştur. 1991 yılında, Rea Kısa Öykü Ödülüne değer görülmüştür.

Eserleri

1931 Sonata for Oboe and Clarinet
1937 Yankee Clipper, bale
1941 Pastorela, bale
1944 The Glass Managerie, oyun
1946 Cabin, sözler Tennessee Williams, müzik Paul Bowles
1946 Concerto for Two Pianos
1947 Sonata for Two Pianos
1949 Night Waltz
1953 A Picnic Cantata
1955 Yerma, opera
1979 Blue Mountain ballads, sözler Tennessee Williams, müzik Paul Bowles
1992 Black Star at the Point of Darkness
1995 Baptism of Solitude

1949 The Sheltering Sky - Çölde Çay (Esirgeyen Gökyüzü), Simavi Yayınları, 1991
1952 Let It Come Down - Yağsın Yağmur, Can Yayınları, 2018
1955 The Spider's House
1966 Up Above the World - Yükseklerde, Can Yayınları, 1995
1991 Too Far From Home

1950 A Little Stone
1950 The Delicate Prey and Other Stories
1959 The Hours after Noon
1962 A Hundred Camels in the Courtyard - Avluda Yüz Deve, Simavi Yayınları, 1991
1967 The Time of Friendship
1968 Pages from Cold Point and Other Stories
1975 Three Tales
1977 Things Gone & Things Still Here
1979 Collected Stories, 1939-1976
1982 Points in Time
1988 Unwelcome Words: Seven Stories
1988 A Distant Episode: The Selected Stories

1933 Two Poems
1968 Scenes
1972 The Thicket of Spring
1981 Next to Nothing: Collected Poems, 1926-1977

1957 Yallah, metin Paul Bowles, fotoğraflar Peter W. Haeberlin
1963 Their Heads are Green, gezi yazısı
1972 Without stopping; an autobiography, otobiyografi
1995 In Touch - The letters of Paul Bowles, yayına hazırlayan Jeffrey Miller

Yazarın başarılarından biri de, geleneksel sözlü Fas öykülerini çevirmek oldu. Mohammed Mrabet, Driss Ben Hamed Charhadi (Larbi Layachi), Abdeslam Boulaich ve Ahmed Yacoubi gibi hikâye anlatıcılarından dinlediklerini çevirdi. Bunların dışında, Faslı yazar Mohamed Choukri'den de çeviri yaptı.

1964 A Life Full Of Holes, Driss Ben Hamed Charhadi (Larbi Layachi)
1968 Love With A Few Hairs, Mohammed Mrabet
1968 The Lemon, Mohammed Mrabet
1970 M'Hashish, Mohammed Mrabet
1974 The Boy Who Set the Fire, Mohammed Mrabet
1976 Look & Move On, Mohammed Mrabet
1976 Harmless Poisons, Blameless Sins, Mohammed Mrabet
1979 Five Eyes, Abdeslam Boulaich, Mohamed Choukri, Larbi Layachi, Mohammed Mrabet ve Ahmed Yacoubi

Ölümünden sonra yayımlananlar

2002 The Sheltering Sky, Let It Come Down, The Spider's House (Daniel Halpern, haz. Library of America) ISBN 1-931082-19-7

2002 Collected Stories and Later Writings (Daniel Halpern, haz. Library of America) ISBN 1-931082-20-0
Lionel Mordecai Trilling (4 Temmuz 1905 - 5 Kasım 1975) Amerikalı edebiyat eleştirmeni, kısa öykü yazarı, denemeci ve öğretmendi. Edebiyatın çağdaş kültürel, sosyal ve politik etkilerini analiz eden 20. yüzyılın önde gelen ABD'li eleştirmenlerinden biriydi. 1929'da evlendiği eşi Diana Trilling (kızlık soyadı Rubin) ile birlikte New York Entelektüelleri'nin bir üyesiydi ve Partisan Review'a katkıda bulunuyordu.
Martin Eden, 1909'da Amerikalı yazar Jack London tarafından yazılan ve yazar olmanın mücadelesini veren genç işçi Martin Eden'i konu edinen romandır. Kitabın yazarı olan London'ın aksine protagonist Eden, sosyalizmi "köle ahlakı" olarak niteleyerek reddetmekte ve onun yerine Nietzsche'nin bireyciliğine (individualizm) inanmaktadır. Jack London, romanının motiflerinden birinin de Eden'in inandığı individualizmi eleştirmek olduğunu belirtmiştir.
John Griffith London (John Griffith Chaney; 12 Ocak 1876, San Francisco - 22 Kasım 1916, Kaliforniya), Amerikalı gazeteci ve roman yazarı. Vahşetin Çağrısı, Martin Eden, Demir Ökçe, Beyaz Diş ve Deniz Kurdu başta olmak üzere elliden fazla kitabın yazarı olan Jack London, Dünya ticari dergi romanının öncüsü ve yazarlıktan yüksek gelir elde edebilen Amerikalıların ilklerindendir.

Ailesi:
Jack London'ın annesi Flora Wellman spiritüalist bir müzik öğretmeniydi. Tahminen Jack'in babası olduğu düşünülen William Chaney ise astrologdu. San Francisco Chronicle gazetesinin 4 Haziran 1875 tarihli yayınında çıkan bir habere göre Flora Wellman; Chaney'nin bebeğin aldırılmasını istediğini; fakat onun bu talebi reddettiğini öne sürmüştür. Bunun üzerine Flora kendisini vurmaya kalksa da ciddi bir yara almamış, ardından geçici olarak akli dengesini yitirmiştir. Doğumdan sonra bebeğin bakımı eski bir köle olan Virginia Prentiss'e verilir. Prentiss, London'ın hayatındaki başlıca anne imgesi olarak kalacaktır. Aynı yılın sonlarına doğru Flora Wellman, Amerikan İç Savaşı gazisi John London ile evlenince, sonradan Jack olarak anılacak bebek John da onlarla birlikte yaşamaya başladı. Jack ilkokulu Oakland'da okudu. 1897'de Berkeley Üniversitesi'nde öğrenciyken ise annesinin intihar girişimi ve biyolojik babası ile ilgili gazete haberlerini araştırmaya koyuldu. Edindiği bilgilerden sonra Chicago'da yaşarken William Chaney'ye bir mektup yazdı. Chaney'den gelen yanıt ise oldukça ilginçti. Jack'in babası olmasının mümkün olamayacağını, çünkü iktidarsız olduğunu söyleyen Chaney, Jack'in annesinin başka adamlarla ilişkisi olduğunu iddia ederek annesine bebeği aldırması konusunda ısrar ettiği konusunun ise iftiradan ibaret olduğunu belirtti.

Biyografi yazarı Clarice Stasz ve diğer bazıları, her ne kadar yasal olarak evli olup olmadıkları bilinmese de, Jack London'ın babasının astrolog William Chaney olduğuna inanmaktadırlar. 1906 depremini izleyen büyük yangınlar sebebiyle San Fransisco'nun çoğu resmi kaydı yok olduğundan Wellman ile Chaney'nin yasal olarak evli olup olmadıkları kesin olarak bilinmemektedir. (Aynı nedenle Jack London'ın doğum belgesinde hangi adın yazılı olduğu da bilinmiyor.) Stasz bu iddiasına kanıt olarak, Chaney'nin anılarında; Jack London'ın annesi Flora Wellman'dan karısı olarak söz etmesini ve Flora'nın bir reklamda kendisini Florence Wellman Chaney olarak takdim etmesini kaynak göstermektedir.

İlk yılları

Jack London San Francisco'daki 3. cadde ile Brannan caddesi yakınlarında 12 Ocak 1876'da doğdu. Doğduğu ev 1906 San Francisco depremi sırasında çıkan yangında tamamen yandı ve bunu belirtmek için 1953 yılında Kaliforniya Tarih Derneği tarafından bir tabela koyuldu. London ailesi işçi sınıfından geliyor olsa da aslında Jack London'ın ileride yazdıklarında iddia ettiği kadar yoksul değillerdi. Jack London, özellikle yerel kütüphanede kitap okuyarak kendi kendisini eğitmiştir. 1885'te, Ouida'nın eğitimsiz bir İtalyan köylü çocuğunun opera bestecisi olarak ün kazanmasını anlatan romanı Signa'yı okudu. Bu romandaki karakter onun edebiyat alanındaki kendi hedeflerine ulaşması açısından prototipi olacaktı.

1886’da Oakland Yerel Kütüphanesi’nin sempatik kütüphanecisi Ina Coolbrith’ı (sonraları Kaliforniya’nın ilk sayılan şairlerinden ve San Fransisko edebiyat topluluğunun önemli bir şahsiyeti olmuştur) keşfetmesi Jack London için önemli bir gelişme olmuştur.

London, 1889 yılında Hickmott konserve fabrikasında günde 12-18 saat çalışmaya başladı. Bu ağır iş koşullarından kurtulmak için siyahi sütannesi Virginia Prentiss’den borç para alarak French Frank adındaki bir istiridye korsanından Razzle-Dazzle adlı şalopayı satın aldı. Böylelikle o da bir istiridye korsanı oluyordu. John Barleycorn'da French Frank’ın metresi Mamie’yi kaçırdığından söz edilir. Birkaç ay sonra yelkenlisi tamir edilemeyecek düzeyde zarar gördü. Bu olaydan sonra safını değiştirerek Kaliforniya Balık Devriyesi'nin bir üyesi oldu.

1893 yılında Japonya sahillerine gitmek üzere Sophia Sutherland adlı fok balıkçısı uskunaya girdi. Döndüğü zaman ülkesi 1893 Krizi’nin ve Oakland’daki işçi huzursuzluklarının etkisi altındaydı. Bir hint keneviri fabrikasında ve bir elektrik santralinde ağır iş koşulları altına çalıştıktan sonra serserilik yaşantısına başladı.

1894 yılında serseriliği nedeniyle Buffalo'daki Erie County Cezaevi'nde 30 gün hapis yattı. Daha sonraları Yol adlı kitabında bu hapishanedeki ortamı "düşünülemeyecek" korkunçlukta, "insanın düşebileceği en derin çukur" olarak tarif etti.

Serserilik ve denizcilik deneyimlerinden sonra Oakland'a döndü ve Oakland Lisesine kaydoldu. Burada Aegis isimli okul dergisine birkaç yazısıyla katkıda bulunmuştur. Bu yazılardan yayınlanan ilk eseri "Japon Kıyılarında Tayfun", denizcilik deneyimlerinin bir meyvesidir.

Jack London Berkeley Üniversitesine girmeyi çok istedi ve 1896 yılında bir yaz dönemi yoğun ders çalıştıktan sonra başardı fakat maddi zorluklar yüzünden 1897 yılında ayrılmak zorunda kaldı. Bu yüzden hiçbir zaman diploması olmadı. Üniversitedeki öğrenci yayınlarında yazısı olduğuna dair kayıt yoktur.

Altın avcılığı ve yazarlığındaki ilk başarısı

25 Temmuz 1897'de London, kayınbiraderi James Shepard ile Klondike Altın Avı'na (Klondike Gold Rush) katılmak üzere yola çıktı. İlk başarılı öykülerini de burada yazacak olan London için Klondike dönemi sağlığı açısından pek de iyi gitmedi. Klondike'deki diğer birçok kişi gibi o da beslenme yetersizliğinden iskorbüt hastalığına yakalandı. Bu hastalık dişetlerinin şişmesine ve ardından dört ön dişini kaybetmesine neden oldu. Aynı dönemde karın ve bacak kaslarındaki ağrılar da ona ıstırap veriyordu. Neyse ki "Dawson City'nin ermişi" peder William Judge, ona ve onun gibi çeşitli hastalıklarla boğuşan birçok insana barınacak yer, yemek ve ilaç temin etti. London'ın sağlığı bu sayede düzeldi ve bu cizvit papazı tarafından belki de hayatı kurtarılmış oldu. London, Klondayk'ın tüm güçlüklerine karşın hayatta kalmayı başardı. Bu çabası onun en iyi eserlerinden sayılan Ateş Yakmak adlı kitabını yazmasına esin kaynağı olmuştur.

Dawson'daki ev sahibi Bond ailesiydi. Marshall ve Louis; Yale ve Stanford'dan mezun maden mühendisleri, babaları Hiram Bond ise şirket avukatlığının yanı sıra zengin bir altın madeni yatırımcısıydı. Bondlar, başta Hiram olmak üzere, aktif birer cumhuriyetçiydiler.

Jack, Oakland'ı iş etiğine bağlı, sosyal vicdan sahibi, sosyalist eğilimli biri olarak terk etti ve sosyalizmin aktif bir destekçisi haline dönüştü. Ayrıca kendisi için yoksulluktan tek çıkış yolunun eğitim alıp "beynini satmak" olduğu kararına vardı.

1898'de Oakland'a döndüğünde ciddi olarak yazdıklarını yayınlatma çabasına girişti. Bu dönemi "Martin Eden" adlı romanında akıllara kazınacak bir biçimde anlatır. Yayımlanan ilk öyküsü "Yoldaki Adam"dı. Bu öyküsü için "Overland Monthly" ona yalnızca 5 dolar teklif edince Jack London yazarlık kariyerini sonlandırmanın eşiğine gelmişti. Ancak "The Black Cat" dergisi "A Thousand Deaths" adlı öyküsünü yayınlamak için 40 dolar ödemesiyle, kendi deyimiyle, "kelimenin tam anlamıyla paçayı kurtarmıştı".

Jack London yazarlık kariyerindeki zamanlama konusunda şanslıydı. Tam da düşük maliyetli dergi üretimini mümkün kılan yeni basım teknolojilerinin çıktığı ve bunun sonucunda geniş kitleleri hedefleyen popüler dergilerin patlama yapıp büyük bir kısa öykü pazarının oluştuğu dönemde yazarlık mesleğine adım atmıştı. 1900'lerde yazarlıktan 2.500 dolar (90'lerin 75.000 doları) kazandı.

"Batarde" ve "Diable" olarak iki farklı adla dergilere sattığı bir kısa öyküsünde, zalim bir Fransız asıllı Kanadalı ile köpeği anlatılır. Köpek vahşileşir ve sonunda intikam için sahibini öldürür. London, köpeği kötülüğün simgesi olarak gösterdiği için yapılan eleştirilere karşı, hayvanın davranışının asıl sebebinin adamın tutumu olduğunu dile getirmiş, Saturday Evening Post için yazdığı "Vahşetin Çağrısı" adlı öyküsünde bu görüşünü ayrıntılandırmıştır. Santa Clara vadisinde geçen bu öykü Buck adındaki St. Bernard-çoban köpeği kırması bir köpek üzerine kuruludur. Aslında açılış sahnesi Bond çiftliğinin bir tarifidir ve Buck da Dawson'da ev sahipleri tarafından ödünç verilen bir köpeğe dayanmaktadır.

Şair George Sterling ile Oakland'ın Lake Merritt bölgesinde kiralık villasında yaşarken tanışan London ve Sterling zamanla birbirlerinin en iyi arkadaşı oldular. 1902'de Sterling London'a California Piedmont'daki kendi evinin yakınlarında bir ev bulması konusunda yardımcı oldu. London, mektuplarında karga burnu ve klasik karakteri nedeniyle Sterling'e "Greek" diye hitap etmiştir ve bunları "Wolf" adıyla imzalamıştır. Sonradan London Sterling'i; otobiyografik eseri Martin Eden'de Russ Brissenden karakteriyle, "Ay Vadisi"nde ise Mark Hall karakteriyle betimleyecekti.

Daha sonraki yaşamında London geniş kapsamlı şahsi kütüphanesine kendini adadı. London 15.000 ciltlik bu kütüphaneye "Benim Ticari Araçlarım" derdi."

İlk evliliği (1900-1904)

Jack London 7 Nisan 1900'de, Kurdun Oğlunun yayınlandığı gün, Bess Maddern ile evlendi. Bess birkaç yıldır arkadaş çevresinin bir parçası olmuştu. Stasz'e göre "Her ikisi de açıkça evliliklerinin aşktan yoksun olduğunu söylemekteydiler; fakat evliliklerinin sağlıklı meyvelerini verecek olan arkadaşlıkları ve birbirlerine olan inançlarıydı." Kingman'a göre de: "Birlikte rahatlardı... Jack, Bessie'ye ona aşık olmadığını açıklamıştır fakat başarılı bir evlilik yapabilecek kadar onu sevmiştir."

Evliliği sırasında, "Kempton-Wace Mektupları"nı birlikte yazdığı Anna Strunsky ile arkadaşlığını sürdürmüştür. "Kempton-Wace Letters" aşka iki bakışı karşılaştıran mektuplardan oluşan bir romandır. Anna Strunsky'nin kaleme aldığı Dane Kempton'ın mektuplarında evlilik romantik bir bakış açısıyla yorumlanırken Jack London'ın kaleminden çıkan Herbert Wace'in mektuplarında Darwinizm ve Öjenik'e dayanan bilimsel bir bakış açısıyla yorumlanmıştır. Romanın kurgusal karakteri Wace tanıdığı iki kadını şöyle karşılaştırmaktadır: "[İlki] çılgın, oyunbaz, harika, ahlaksız ve hayat dolu bir varlıktı. Şu anda bile onu hatırladığımda kalp atışlarım hızlanır… [İkincisi] göğüs kabartan, harika bir anneydi. Bu türü bilirsiniz, onlara "İnsanlığın anneleri" derim. Bu türden dünya üzerinde o kadar çok var ki, emzirilirken imanla doluyoruz. Oynak olanı yatılacak bir kadındı; fakat bu Ana idi. Öyle ki hayatın hiyerarşik düzeni içerisinde en son, en yüksek ve en kutsal basamakta yer alır." Wace şunu da itiraf eder: "Ben, gönül maceralarımı akılcı bir davranışla düzenlemeyi tercih ederim… Bu sebeple Hester Stebbins ile evlendim. Ne modası geçmiş hayvansı seks çılgınlığı, ne de eskimiş romantizmin büyüsüne kapılıp evlenmeye zorlandım. Ben, beden ve ruh sağlığı ile uyumlu bir beraberlik için sözleşme imzaladım. Benim akıl gücüm bu sözleşmeden zevk almalı." Onu evlenmek niyetinde olduğu kadına mecbur eden şeyin ne olduğunu araştırırken de Wace şöyle der: "İçimizdeki, her erkek ve kadının içindeki Doğa Ana, soy sop diye haykırır."

Gerçek hayatta Jack'in Bess'e taktığı ad "Mother-Girl", Bess'in Jack'e taktığı ise "Daddy-Boy"du. İlk çocukları Joan 15 Ocak 1901'de, ikinci çocukları Bessie (sonradan Becky denildi) 20 Ekim 1902'de doğdu. Her ikisi de London'ın en ünlü çalışmalarından "Vahşetin Çağrısı"nı yazdığı yer olan California Piedmont'ta doğdular.

Joseph Noel'e göre "Bessie ebedi bir anneydi. Başta Jack için yaşıyordu, onun el yazılarını düzeltiyordu, ona gramer öğretiyordu ancak çocuklar olunca onlar için yaşamaya başladı. Bu nokta onun en büyük gururu ve ilk gafı idi. Jack, Noel ve George Sterling’e şunları yakındı, "O namusuna bağlı biri. Onun ahlakının basit soyunun baskısı olduğunu söylediğim zaman benden nefret ediyor. O kahrolasıca namusu için beni ve çocuklarını satabilir. Bu berbat bir şey. Evden ayrı geçirdiğim zamanların sonunda her eve dönüşümde aynı odada kalmama bile izin vermiyor.". Stasz'a göre "bunlar Jack’in hayat kadınlarıyla ilişkiye girip, eve zührevi hastalık getirmesinden korkan Dess'in aldığı önlemlerdir."

24 Temmuz 1903'te Jack London, Bessie'ye ayrılmak istediğini söyledi ve evden taşındı. 1904 yılı boyunca boşanma şartlarını görüştüler ve 11 Kasım'da boşanma karara bağlandı.

İkinci evliliği

1904 yılında Maddern'den boşandıktan sonra, 1905'te Charmian Kittredge ile ikinci evliliğini yapmıştır. Biyografi yazarı Russ Kingman, London'un ikinci eşi Charmian'ı şöyle tanımlar: "Jack'in ruh eşi, her zaman her konuda onun tarafındadır; mükemmel bir çift!".

Jack "Anne Kadın" ve "Arkadaş Kadın" kavramlarını "Kempton-Wace mektupları"nda karşılaştırmıştı. Bess'e taktığı ad "Anne Kız" iken, Charmian'a taktığı ad "Anne Kadın"dı. Charmian'ın Victoria Woodhull'un öğrencisi olan teyzesi ve süt annesi onu rahat yetiştirmişti. Her biyografi yazarı Charmian'ın sınır tanımayan cinselliğine atıfta bulunur; Noel muzipçe, "Charmian Kittredge adındaki genç bir bayan Piedmont'ta pamuklu sütyenler ve güzel bir kalçaya sıkıca oturan kısa kesim eteklerle ortaya çıktı." Stasz ise doğrudan, "Titiz ve nazik bayanı şehvet dolu ve özel olarak cinsel açıdan zinde bulmak gizli bir hazine keşfetmek gibiydi." ve Kershaw da kaba bir şekilde, "Sonunda zinaya tapan bir kadın vardı, Jack'in onu orgazm etmesini istiyor ve bunu sıkça yapmayı umuyordu; ağzına indirilen sadistçe yumruk bile onu gözyaşlarına boğmuyordu." demiştir.

Noel, 1903'ten 1905'e kadar geçen olayları "İbsen'in ilgisini çeken bir aile dramı... London bir tür kaygısız romantizm ve komedi rahatlığı içindeydi," diye anlatır. Ana hatlarıyla, Jack London evliliğinde hareketliydi; evlilik dışı cinsel olaylar arıyordu ve bunu Charmian'da buldu, yalnızca cinsel olarak aktif ve maceracı bir partner değil aynı zamanda geleceğinin hayat arkadaşı olacaktı. Charmian Bessie'ye cana yakın gözükmeye çalışarak niyetini gizlerken Bessie ve diğerleri Anna Strunsky'yi rakipleri olarak algılayarak yanıldılar.

Çocuk sahibi olmak istedilerse de bebeklerinden biri doğum sırasında öldü öteki hamilelik ise düşükle sonuçlandı.

1906'da "Collier's Weekly" dergisinde 1906 San Fransisco depremi üzerine görgü tanıklığı raporu yayımlandı.

Çiftlik hayatı (Beauty Ranch, 1910-1916)

1910'da Jack London 26.000 dolara California Glen Ellen'da Sonoma Dağının doğu yamacında 4 km²'lik bir çiftlik satın aldı. "Eşimin yanında, çiftlik bana dünyanın en güzel şeyi olarak gözüküyor." der, çiftliğin başarılı bir ticari girişim olmasını isterdi. Yazarlık her zaman için London'a göre ticari bir girişimken şimdilerde ise anlamını tamamen yitirdi; "Bana ait olan Beauty Ranchten başka bir amaç için yazmam. Muhteşem mülküme bir ya da iki dönüm eklemek dışında bir amaçla kitap yazmam." 1910'dan sonraki edebi eserleri daha çok ticari amaçlıydı. Çiftliğe kazanç sağlama ihtiyacıyla yazılmışlardı. Joan London, "Çok az sayıda eleştirmen onun eserlerini ciddi olarak inceleme gereği hissediyordu ki Jack'in artık çaba göstermediği ortadaydı." diye yazmıştır.

Çiftlik birçok yönden büyük bir fiyaskoydu. Stasz gibi iyimser yorumcular onun projelerini potansiyel olarak uygulanabilir görmüşlerdir ve başarısızlığı kötü şansa ya da döneminin ilerisinde olduğuna bağlamışlardır. Oysaki Kevin Starr gibi kötümser tarihçiler onun kötü bir yönetici olduğunu, başka endişelerinden etkilendiğini ve alkolik olmasından zarar gördüğünü iddia etmektedir. Starr, London'ın 1910 ile 1916 arasında yılda altı ay çiftliğinden uzakta olduğunu belirtir ve "Yönetsel gücün gösterişini sevdi, bunaltan ayrıntılara dikkat etme konusunu değil... London'ın çalışanları onun büyük bir çiftlik sahibi zengin bir kişi rolünü oynaması çabasıyla alay ediyorlardı." diye yazar.

Jack London Hawai'yi son kez Aralık 1915'te ziyaret etti. Hawai'de bulunduğu 8 aylık sürede Dük Kahanamoku, Prens Jonah Kūhiō Kalaniana'ole, Kraliçe Lili‘uokalani ve diğer birçok kişiyle tanıştı. Temmuz 1916'da çiftliğine geri dönen London, böbrek yetmezliği şikayetine rağmen çalışmaya devam etti.

Çiftlik şu anda koruma altında olup Jack London Millî Parkı içindedir.

İntihal (eser hırsızlığı) suçlamaları

Jack London kariyeri boyunca defalarca intihalden suçlandı. Saldırıya açıktı, sırf dikkat çekici ve başarılı bir yazar olmasından değil çalışma yöntemleri nedeniyle de. Elwyn Hoffman'a yazdığı bir mektupta, "ifade etmek icat etmekten daha kolaydır," demiştir. Sinclair Lewis'ten öykü ve roman için taslaklar satın almış, öyküleri için gazete kupürlerini çokça kullanmıştır.

Egerton R. Young "Vahşetin Çağrısı"nın kendi kitabı "Northland'daki Köpeklerim"den alındığını iddia etmiştir. Jack London yanıt olarak onun kitabını kaynak olarak kullandığını kabul etmiş ve Young'a bir teşekkür mektubu yazdığını ileri sürmüştür.

Temmuz 1902'de, iki ayrı kurgu aynı ayda ortaya çıktı: Jack London'ın San Fransisco Argonauttaki Moon-face i ile Frank Norris'in Centurydeki The Passing of Cock-eye Blacklocku... Gazetelerin karşılaştırmalarına göre London’ın karakter tanımlamaları davranış olarak tamamen farklı, temelde ve dürtülerde ise açık bir şekilde aynıydı. Jack London bunu, iki yazarın da hikâyelerini aynı gazete için yazmış olmalarına bağladıysa da daha sonra Charles Forrest McLean’in aynı olayı kurguladığı romanının bir yıl önce yayınladığı ortaya çıktı.

The New York World’ün 1906 yılında yayınladığı "ölümcül benzerlik" isimli makalede, Jack London’ın “Love of Life” isimli kısa hikâyesinin 18 bölümü, Augustus Biddle’ın kurgudışı makalesi ve J. K. Macdonald’ın “Gece Yarısının Güneşi Diyarında Kayıp” isimli yazılarıyla yan yana karşılaştırmıştır. London’ın Biddle’ın yazısını yeniden düzenlediği kanıtlandıktan sonra London da ilgili eserlerden esinlendiğini kabul etmiştir.

En ciddi suçlama, Jack London’ın dünyaca ünlü Demir Ökçe romanının “Piskopos’un Gördüğü Hayalet” isimli 7. Bölümü hakkında ortaya atılmıştır. Bu bölüm, Frank Harris’in 1901 yılında yayınlanan “Londra Piskoposu ve Halk Ahlâkı” isimli ironik denemesinin birebir kopyasıdır. Bu olaydan dolayı öfkelenen Harris, kitabın telif haklarından 1/60 oranında hisse talep etti. Jack London ise bu bölümün bir gazete kupürü olarak eline geçtiğini, yazıyı gerçek Londra Piskoposunun gerçek bir konuşması olduğunu zannederek kullandığını öne sürdü. Joan London ise bu savunmayı “gerçeklerden uzak” olarak yorumladı.

Politik görüşleri

Jack London 20 yaşında sosyalizmi benimsedi. Bundan önce sağlıklı ve güçlü bünyesinden kaynaklanan bir iyimserliğe sahip, çok çalışan ve dünyaya olumlu gözle bakan bir kişiydi. Fakat "Nasıl Sosyalist Oldum” adlı makalesinde de belirttiği gibi halkın en alt tabakalarını daha yakından gördükçe sosyalist fikirleri oluşmaya başladı. İyimserliği ve ferdiyetçiliği yavaş yavaş söndü ve mecbur olmadıkça hiçbir zaman daha fazla çalışmamaya karar verdi. Yazılarında ferdiyetçiliğinin bünyesinden sökülüp çıktığını ve bir sosyalist olarak tekrar doğmuş olduğunu belirtir. London Sosyalist İşçi Partisi'ne ilk kez Nisan 1896'da katıldı. 1901'de Sosyalist İşçi Partisi'ni bırakıp yeni kurulan Amerikan Sosyalist Partisi'ne girdi. 1896'da San Francisco Chronicle gazetesi, Oakland Hükûmet Konağı bahçesinde geceleri halka sosyalizm üzerine konuşmalar yapan 20 yaşındaki London'ı yazıyordu. Bu faaliyetlerinden ötürü 1897 yılında tutuklandı. Önce 1901'de (245 oy alarak) daha sonra da 1905'te (oylarını 981'e çıkararak) Oakland'ın belediye başkanlığına aday oldu ancak seçilemedi. 1906'da sosyalizm üzerine konuşmalar yapmak üzere ülke gezisine çıktı ve sosyalizm üzerine makale derlemelerini yayınladı [The War of the Classes (Sınıflar Savaşı), 1905; Revolution, and other Essays (Devrim ve Diğer Makaleler, 1910)].

Çoğunlukla mektuplarını "Devrim için" diye imzalardı.

Demir Ökçe isimli romanı başta olmak üzere yazarın birçok eserinde sosyalist bakış açısını açıkça görebiliriz. Yazarın bu bakış açısı kuramcı veya entelektüel sosyalizmden değil, daha çok yaşam tecrübelerinden ve kendi içinden gelmektedir.

Glen Ellen'daki çiftlik yıllarında London, sosyalizme karşı karışık duygular beslemeye başlamıştı. Yazar olarak büyük mali başarıya ulaşan London aynı başarıyı çiftlikte de yaşamayı çok arzuluyordu fakat bu gerçekleşmedi. Çalışanları arasındaki İtalyan işçilerin verimsiz olmasından şikayetçi olan yazar 1916'da çiftlik işletmesine son verdi.

Irklar hakkındaki tartışmalı görüşleri

London'ın 1904 tarihli, The Yellow Peril makalesi, o dönemde yaygın basmakalıp görüşlerin tekrarıdır: "Koreli tam bir verimsizlik örneği, Çinli tam bir sanayi tipidir". "Büyük ırk maceramızın, denizdeki ve karadaki yağmalarımızın, tutku ve vahşetimizin ve yaptığımız tüm kötülüklerin arkasında gene bize ait, hiç kuşkusuz tamamen bizim olan belirli bir tutarlılık, bilinçli bir sertlik, melankolik bir yaşam sorumluluğu, bir yakınlık ve yoldaşlık ve sıcak insan duyguları … vardır." Gene de aynı yazı London'ın bu konudaki çelişkili duruşunu sergiler. "Büyük ırk maceramız"ın etik yönü üzerinde durduktan sonra yazıyı, "yukarıdaki önermenin kendisinin de Batılı ırk-egotizminin bir ürünü olduğu dikkate alınmalıdır," diye bitirir.

Jack London Asyalı göçmenlere karşı kendi döneminin yaygın Kaliforniyalı bakış açısına ve kalıplaşmış görüşlerine pek karşı çıkmaz. Örneğin Öte yandan, Jack London'ın pek çok öyküsünde Meksikalı, Havaili, Asyalı karakterler önemli yer tutar. Rus-Japon Savaşı sırasında savaş muhabirliği yaparken yazdıkları ve yarım kalan romanı "Cherry", Japon adetleri ve meziyetlerini çok takdir ettiğini gösterir.

1996 yılında Kanada'nın Yukon bölgesindeki Whitehorse şehrinde bir bulvara Jack London'ın ismi verildi; fakat sonrasında, London'ın ırkçı söylemleri sebep gösterilerek tekrar eski ismi "Two-mile Hill"e çevrildi.

Ölümü

Jack London'ın ölüm sebebi çok tartışılmıştır. Pek çok eski kaynakta intihar ettiği anlatılmıştır. Ölüm raporunda ölüm sebebi üremi olarak gösterilmiştir. 22 Kasım 1916'da, çiftliğinde bir uyku sundurmasında ölmüştür. Son döneminde çok acı çektiği ve morfin aldığı biliniyordu, kazayla ya da kasıtlı olarak aşırı doz olması da ihtimaller dahilindedir. Clarice Stasz'a göre "London'ın ölümünü takiben, bazı nedenlerle, onun sonunda intihar etmiş bir kadın avcısı olduğu yolunda bir biyografik efsane gelişti. Birinci el kaynaklara dayanan yakın zamanlı ciddi çalışmalar bu karikatürü reddetmektedir." London'ın eserlerinde intihar pek çok kez karşımıza çıkar ve bu durum söz konusu "biyografik efsane"nin oluşmasına katkıda bulunmuş olabilir.

Yaşam öyküsünü yazan Russ Kingman London'ın "inme ya da kalp krizi" nedeniyle öldüğünü düşünmüştür.

Jack London'ın külleri, eşi Charmian'ınkilerle birlikte, Glen Ellen, California'daki Jack London Eyalet Tarih Parkı'na gömüldü. Çok sade olan mezarda sadece yosun tutmuş bir kaya parçası dikilidir.

*
Buddenbrook Ailesi ya da Buddenbrooklar: Bir Ailenin Çöküşü (orj. Buddenbrooks: Verfall einer Familie) Alman romancı Thomas Mann'ın 1901 tarihinde yayımladığı ilk romanıdır. Kitap, Kuzey Almanya'nın Lübeck şehrinde yaşayan zengin bir tüccar ailenin dört kuşak boyunca geçirdiği süreçleri ve sonunda çöküşünü ele almaktadır. Mann romanda, 1835-1877 yılları arasındaki burjuvazinin hayat tarzına, hayatı algılayış biçimlerine, siyasi, sosyal ve iktisadi ilişkilerine dair önemli bir portre sunmaktadır. Mann bu romanı yazarken kendi ailesini örnek almış ve birçok karakterde kendi aile fertlerinden esinlenmiştir. Bu anlamda roman otobiyografik bir özellik taşımaktadır. Mann bu eseriyle 1929 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı.
John Hoyer Updike (d. 18 Mart 1932, Amerika Birleşik Devletleri, Pensilvanya - ö. 27 Ocak 2009, Amerika Birleşik Devletleri, Massachusetts) Amerikalı roman ve öykü yazarı, şair, sanat ve edebiyat eleştirmeni.

Updike, Protestan dindar, orta sınıf kasaba Amerika'sını anlattığı kitaplarıyla iki defa Pulitzer ödülünü kazandı. Eserlerinde genel olarak tekrarlanan temalar seks, inanç, ölüm ve ilişkiler olarak özetlenebilir.

Yapıtları 1950'lerden itibaren The New Yorker dergisinde yayınlandı. Toplamda 21 roman, 18 kısa hikâye kitabı, 12 şiir kitabı, 4 çocuk kitabı yazdı. Ayrıca diğer türlerde 12 eser verdi.

1 Şubat 2009 tarihinde akciğer kanserinden ölmüştür.
Los Angeles, Kaliforniya'da bir semt

Pacific Palisades, Santa Monica Dağları ile Pasifik Okyanusu arasına gizlenmiş lüks bir yerleşim bölgesidir. Temescal Gateway Park'ta göz alıcı sahil şeridi manzaralarına karşı yürüyüş yapılabilirken Will Rogers Eyalet Kumsalı'ndaki 35 kilometrelik sahil yolunda bisiklet sürülebilir. Diğer önemli yerler arasında Yunan ve Roma antikalarının sergilendiği görkemli Getty Villa müzesi ve yüzyıl ortasından kalma modern Eames House bulunur.
The New York Review of Books (ya da NYREV veya NYRB) edebiyat, kültür, ekonomi, bilim ve güncel olaylar üzerine makaleler içeren altı aylık bir dergidir. New York'ta yayınlanan dergi, önemli kitapların tartışılmasının vazgeçilmez bir faaliyet olduğu fikrinden esinlenmiştir. Esquire dergiyi "İngiliz dilinin önde gelen edebiyat-entelektüel dergisi" olarak nitelendirmiştir. 1970 yılında yazar Tom Wolfe ise "Radikal Şıklığın başlıca teorik organı" olarak tanımlamıştır.

The Review, genellikle tanınmış yazarlar tarafından kaleme alınan uzun incelemeler ve denemeler, özgün şiirler, yayınlar ve eleştirel yorumlara konu olan mektup ve kişisel reklam bölümlerine sahiptir.

Dergi 1979'da London Review of Books'u kurdu ve bu dergi kısa süre sonra bağımsız hale geldi. 1990 yılında, 2010 yılına kadar yayınlanan la Rivista dei Libri adlı İtalyanca bir edisyon ortaya çıktı. Dergi, 1999 yılında kurulan New York Review Books adlı bir kitap yayıncılığı bölümüne sahiptir ve bu bölüm klasiklerin yeniden basımlarının yanı sıra koleksiyonlar ve çocuk kitapları da yayınlamaktadır. Dergi 2010 yılından bu yana yazarları tarafından yazılan bir bloga da ev sahipliği yapmaktadır. Dergi 2013 yılında 50. yıldönümünü kutlamıştır. The 50 Year Argument adlı Martin Scorsese filmi, gazetenin ilk yarım yüzyıldaki tarihini ve etkisini belgeliyor.

Robert B. Silvers ve Barbara Epstein, 1963'teki kuruluşundan Epstein'ın 2006'daki ölümüne kadar gazetenin editörlüğünü birlikte yaptılar. O tarihten 2017'deki ölümüne kadar Silvers gazetenin tek editörüydü. Ian Buruma Eylül 2017'de editör oldu ve Eylül 2018'de görevinden ayrıldı. Gabriel Winslow-Yost ve Emily Greenhouse Şubat 2019'da eş editörler oldu; Şubat 2021'de Greenhouse editörlüğe getirildi.
boston review, 1975 yılında juan alonso, richard burgin ve anita silvey tarafından kurulan, edebiyat ve sanata adanmış üç aylık bir dergi olan new boston review olarak yayın hayatına başladı. yetmişli yılların sonunda üç aylıktan iki aylık yayına geçti. arthur rosenthal'ın yayıncı olduğu 1980 yılında derginin adı boston review olarak değiştirildi ve editörlüğünü nick bromell üstlendi. daha sonraki editörler mark silk ve ardından 1991'e kadar kalan margaret ann roth oldu.

siyaset felsefecisi joshua cohen 1991 yılında roth'un yerine geçti ve derginin bugünkü odak noktasını ve misyonunu geliştirirken kurgu ve şiir alanındaki güçlü profilini de korudu. deborah chasman 2001 yılında dergiye yardımcı editör olarak katıldı. yirmi yılı aşkın bir süredir boston review'un tam metnine internet üzerinden her zaman ücretsiz olarak erişilebilmektedir. dergi, 1996'dan bu yana boston review books serisinde otuzdan fazla kitap yayımlamıştır.

bugün boston review siyasi ve edebi bir forumdur; fikirlerin ve kültürün tartışıldığı kamusal bir alandır. *

Şuradan
Susan Sontag'ın oğlu olan David Rieff, New York Times Magazine'in yazarları arasındadır ve daha önce kaleme aldığı, aralarında At the Point of a Gun: Democratic Dreams and Armed intervention, A Bed for the Night: Humanitarianism in Crisis ve Slaughterhouse: Bosnia and the Failure of the West'in de olduğu on üç kitabı bulunmaktadır. Halen New York City'de yaşamaktadır.
Susan Sontag (d. 16 Ocak 1933 – ö. 28 Aralık 2004) dünyaca tanınan Amerikalı deneme ve roman yazarı, kuramcı, eleştirmen ve insan hakları savunucusu.

2003'te Alman Yayıncılar Birliği’nin Geleneksel Barış Ödülü’nü kazandı.

Çocukluk ve gençlik yıllarını Arizona ve Los Angeles'ta geçiren Sontag'ın ilk romanı The Benefactor 1963'te yayımlandı. Alman yazar Daniel Schreiber 1994'te Susan Sontag: A Biography başlığıyla Sontag'ın biyografisini yazmıştır.
bu acıyı asla atlatamayacağım. (zamanın iyileştiren dokunuşu, vs'yle.) dondum kaldım, felç oldum, makine arızalandı. azalmasının, geri çekilmesinin tek yolu duyguyu bir şekilde dönüştürmem — üzüntüden öfkeye, umutsuzluktan onaylamaya çevirmek. eyleme geçmeliyim. kendimi bir şeyler yapılmış olan (yapan değil) olarak algıladığım sürece bu dayanılmaz acı beni terk etmeyecek —

s.34

susan sontag
bilinç tene kuşanınca
günlükler, 1964 — 1980

yayına hazırlayan: david rieff
türkçesi: begüm kovulmaz

everest yayınları
unutmak’tan türemiş alegorik bir tanrıçanın adı, hesiodos'a göre kavga tanrıçası eris'in kızı. hades ülkesinde unutuş'u simgeleyen, ölüler diyarında suyunu içenlere hayatlarını ve acılarını unutturan bir ırmak.
«insan uzaklara özgü bir varlıktır» der heidegger; «hep kendinden başka yerdedir.» dünyanın hiçbir köşesi yok ki insan güvenle, «ben buyum!» diyebilsin. çünkü yapılışı gereği insan, ancak kendinden başka olanla bağlantıları içinde varolur. heidegger, «durmaksızın artan bir varlıktır insan,» der; «bir anda varolan şeye indirgenseydi yok olurdu!» her düşünce her bakış, her eğilim bir aşkınlıktır. bundan ötürü, sevinci incelerken şunu görüyoruz: sevinç yalnız geçmişi değil, geleceği de içine alıyor, bütün dünyayı kucaklıyor. dağın doruğunda gölgede yatan kimse, yalnızca orada, bedenini dinlendirdiği o toprak parçası üzerinde değildir: gördüğü şu dağlardadır aynı zamanda, şimdi bir yokluk gibi uzakta kalmış kentlerdedir. bu yokluk, bu ayrılık, kentlerden uzak kalış sevinç verir ona. gözlerini yumsa, bir şey düşünmemeye çalışsa bile, gene de oradaki kımıltısız sıcakla çatışma içinde duyar kendini, uzaktan uzağa da olsa.

dışında dünya olmasaydı, tek başına insan da olamazdı.

s.30
simone de beauvoir
denemeler

türkçesi: asım bezirci
payel yayınevi, 1989
mermer bir platformda toplanmıştık. bir avuçtuk artık. ardımızda yaptıklarımızdan çok yapamadıklarımız vardı. umutlarımız, ortak amaçlarımız, didişmelerimiz, gündelik küskünlüklerimiz, gün ışığı görmemiş gizlerimiz...

yıllar önce ki ilk günde, giriş katını doldurduğumuzda, çevremizde ne varsa bizimle birlikte tazeleniyordu. i̇stekli, yetenekli olduğumuz saptanmış, "burası sizindir" denmişti. kuşkuyla tanışmıyorduk. saptamayı yapanlara güvendiğimiz için, seçimlerine de güvenmiştik.

uzun bir yürüyüşün başındaydık. i̇ş bölümü yapıldı, alanlarımız belirlendi. her şey, biz nasıl istiyorsak öyle oldu. ya da sunulanın bize en uygun şey olduğunu düşünüyor, hemen benimsiyorduk. hırsla sarılıyorduk önümüze konanlara. burası bize verilmişti, bizimdi. olanaklar, olasılıklar, gelecek başımızı döndürüyordu. nasılsak öyle olan kendimizi, gerçekleştirmeyi amaçladığımız kendimizi, birbirimizi coşkuyla seviyorduk. "biz" diye söz ediyorduk oluşturduğumuz toplulukta. coşkumuzun var ettiği "biz"in vazgeçilmez üyeleri olarak güçlü hissediyorduk kendimizi. boşluklarımıza, gediklerimize, ilişkilerimizin ayrıntılarına, sakatlıklarımıza ayıracak zamanımız yoktu. ayrıca onları ortaya koyma konusunda kararsızdık. bir gün açık yüreklilikle konuşsak, ertesi gün konuştuklarımızın ağırlığıyla eziliyorduk. yine de biz geldik. sonsuza kadar genç kalacaktık.

i̇lk gün salonu doldurduğumuzda ne kadar gerçeksek mermer platformda toplandığımız o garip ikindi sonrasında da o kadar gerçektik. azalmıştık artık. bütün parçalanmıştı. birer birer kopup gidenlerin ardından acıyla, acıdan da çok acımayla bakardık. bizsiz nasıl var olabileceklerini anlayamazdık.

sen, aramızda ağır ağır dolanırdın. sofralarımızın vazgeçilmez konuğuydun. alnınla ağırlık, dilinle hafiflik taşırdın. ceketin, bedeninin parçası olmuştu. ceplerin ışıl ışıl renkli taşlarla, öykülerle, kabuklu böceklerle, billur su kutularıyla, gece kırpıntılarıyla, ipekten düş keseleriyle dolu olurdu. kime ne çıkacaksa, dağıtarak geçerdin.

sen uzaktan görününce, "i̇şte" derdi içimizden biri, "odisseus geliyor." eklerdi hemen biri: "partallar içinde." üçüncüsü yer açardı yanında. hevesle beklerdik anlatacaklarını. i̇çki üstüne içki sunardık, susma diye. nazlanmazdın.

dışımızdaydın. seni kendimizden saymasak da, sende bulduklarımızı kendimizin sayardık. sonra istemez olduk seni. canımızı sıkıyordun artık. cebindekilerin çoğunu görmüştük. alnın daha ağırdı yanımızdan geçerken, dilin de ağırdı artık. yüzüne bakamazdık eskittiklerimiz yüzünden.

platformda toplandığımızda yıpranmış, tökezlemiş, erginleşmeden ergin yaşa gelmiştik. kargaşa içindeydik.

aramızdan biri seçilecekti. bizi böyle bir seçim yapmaya kimin, neyin zorladığını bilmiyorduk. bildiğimiz tek şey seçimin zorunlu olduğuydu. kimse aday değildi. hiç böyle alabora olmamıştık. seçilenin ödülü felaketi olacaktı ya da felaketi ödülü. sürekli tırnaklarını kemiren, saçlarını savuran biri, tıslayan bir sesle, kıyıcı ve atak "sen!" dedi, "sen!" işaret parmağıyla beni göstererek, "sen olabilisin." platformun vadiye en yakın ucunda duruyordum. bir anda, orada bulunan bütün işaret parmakları bana yöneldi: "sen olabilirsin mevsimleri olmayan yalnızlığın bekçisi, sen olabilirsin duvarsız tapınağın bekçisi, yunus renginin bekçisi!.." dehşete düştüm. ömrümün doruğunu gösteriyordu lanetli parmakları. "hayır, hayır," diye direnmek istedim, "benim için çok fazla, taşıyamam..."

i̇şte tam o sırada göründün sütunların dibinde. onurla korkunun tutsağı olduğum anda. yalnız senin yaratabileceğin tören gerginliğiyle indin merdivenleri, gelip ortamızda durdun. soluk alamıyorduk. yüzünde yabansı bir sarılık, ellerini ceplerinden çıkardın; her şeyden uzaklaşmış, alaycı, acılı bir gülümseyişle yavaş yavaş açtın avuçlarını. bomboştular. ceplerin ve alnın her zamankinden ağır, ellerin boş... vadiye bakıyordun tutkuyla. biliyorduk, daha seçi başlamadan seziyorduk; giden sen olacaktın.

yürüyüp gittiğinde vadinin derinliklerine
bastığın yer
gün batımının kınaladığı kayıklardı
bir minyatürün lacivert zemini olsaydı
böyle kaybolmazdın.

nursel duruel - yazılı kaya
yapı kredi yayınları, s.33-35