Cesare Pavese - tabutmag forum
“Ama bu kötülük dolu bir gülüştü, hani bir konu açmak için gülünür ya, öyle.”

Senin Köylerin (1941)
"İnsanın sadece yaşayarak ve hayatını en iyi şekilde sürdürmeye çalışarak işlediği gizli, karanlık ve korkunç suçlarla karşılaştırıldığında, yasaların yasakladığı suçlar sıradan, önemsiz şeyler olarak görünür.

Yalnızlık acı çekmektir; sevişmek acı çekmek, malını mülkünü çoğaltmak ya da yığınlara karışmak acı çekmek; bütün bunlara son verir ölüm."

Yaşama Uğraşı (1935 - 1950)
"Budalalar, deliler, dikbaşlılar, şiddet yanlıları, herkes —makul kişiler dışında— haklı. Tarihte, kişi kendi çılgınlıklarına makul açıklamalar uydurmaktan başka ne yapar ki? Bu da, her şeyi darmadağın edecek yeni delileri işe koşmak gibidir."

Yaşama Uğraşı
24 Ocak

Duygulu, hayalci, değerleri altüst eden bir insan, başlangıçta günlük hayattaki beceriksizliğinin düşlerinde bulacağı anlatılması güç avuntular ve zaferler için ödeyeceği küçük bir bedel olduğuna inanır.

Sonra düşler dünyasının da belli bir ustalık, bir beciriklilik gerektirdiğini anlar. Ama bunu, kökleşmiş acemiliğinin üstesinden gelebilmesi için iş işten geçtikten sonra öğrenir. Ödemesi gereken asıl bedel de budur.

Sonuçta, ben yaşamda ona tepeden tırnağa fahişe dememi sağlayacak kanıtlar aramaktan başka bir şey yapmıyorum. Kime? Yaşama mı?

İşte ondan öğreneceğin bir şey: Ne zaman onun tartışılmaz, ama hoş olmayan bir düşüncesini okusan, sana hoşgörüyle gülümsüyor ve bunu söz konusu etmene izin vermiyor. Düzenbazlık eden insanlar gibi. Özellikle kendilerine karşı.

İnsan durmadan biriktirir: öfkeyi, aşağılanmayı, acımasızlığı, sıkıntıyı, gözyaşlarını, çılgınlığı; ve sonunda bakar ki, insanı hiçbir şey yapamaz duruma sokan kansere, nefrite, şekere ya da damar sertliğine yakalanmış. Bunun böyle olmaması şaşırtır insanı.

Yaşama Uğraşı
“Bayramlar, tatiller, kalabalığın bir parçası olmak, aile gibi sıradan insanların hoşlandığı şeylerden bir tat alamamakla övünmekten vazgeçmem gerekecek. Benim asıl tat alamadığım şeyler olağandışı zevkler (yalnızlık ve soğukkanlılık) ve herkesin hoşlandığı şeylerden zevk alamıyorsam, bu bende başlangıçta doğal olan bir yeteneği elimden daha iyisini yapmak gelirmiş gibi bir özentinin köreltmiş olmasındandır.

Genellikle, herkesin hoşlandığı şeylerden zevk almadığımız zaman bir üstünlük duyarız, çünkü böylece ‘daha üstün yetenekli’ olduğumuza inanırız.

Oysa belli bir konudaki yeteneksizliğimiz başka bir konuda yetenekli olmamızı gerektirmez. Budalaca bir şey yazamayan bir insan, güzel bir şey de yazamayabilir.

Korktuğumuz şeyden, dolayısıyla kendimiz olabileceğimiz, bizimle belli bir yakınlığı olan şeyden nefret ederiz, çünkü herkes kendinden nefret eder. Bir insanın en ilginç, en verimli nitelikleri kendisinde ve başkalarında en çok nefret ettiği niteliklerdir, çünkü nefret bütün öbür duyguları da (sevgi, kıskançlık, bilgisizlik, gizlilik, bilme ve sahip alma isteği) içerir. Acı çektiren de nefrettir. Nefreti yenmek demek, kendini tanımaya, kendine egemen olmaya, kendini doğrulamaya, dolayısıyla acı çekişe son vermeye doğru bir adım atmak demektir.

Acı çekiyorsak, suç her zaman bizdedir.”

Yaşama Uğraşı
Tepelerdeki Şeytan
Çevirmen: Egemen Berköz, Can Yayınları, s.17-19

Poli denen çocuk bize bakıyordu. Şaşkın ve üzüntülü gözlerle yattığı yatağın içinden bakan hastalara benziyordu. Hiçbirimiz bu duruma düşmemiştik şimdiye kadar. Yine de, güneş yanığı teniyle otomobile yakışıyordu. Az önce attığımız naralardan utandım.
“Buradan Torino görünmüyor mu?” dedi, heyecanla ayağa kalkıp çevresine bakınarak. “Görünmesi gerek. Torino’yu görmüyor musunuz?”
Kısık, boğuk ve zayıf çıkan sesi bir yana, hemen hemen normal görünüyordu şimdi. Çevresine bakınırken Oreste’ye, “Üç gecedir buradayım,” dedi.
“Torino’nun göründüğü bir yer var. Gelmek ister misiniz? Güzel bir yer.”
Şimdi hep bir ağızdan konuşuyorduk, Oreste burnunun dibine sokulup, “Evden mi kaçtın?” diye sordu.
“Torino’da bekliyorlar beni,” dedi.
“Zengin, dayanılmaz insanlar.”
Utangaç bir çocuk gibi gülümseyerek bize baktı.
“Ne kadar iğrenç bazı insanlar, her şeyi eldivenle yapıyorlar. Çocuklarını ve milyonlarını da.” Pieretto, biraz uzaktan, kim bilir neler düşünerek bakıyordu. Beriki sigara çıkarıp herkese tuttu. Sigaralar yumuşak ve kuruydu. Yaktık.
“Beni seninle ve arkadaşlarınla birlikte görseler dalga geçerlerdi,” dedi Poli.
“O insanları ekmek beni eğlendiriyor.”
Pieretto yüksek sesle, “Her şeyle eğlenilmez,” dedi.
Poli, “Şaka yapmak hoşuma gidiyor,” dedi.
“Sizin de gitmez mi?”
“Zengin biri hakkında kötü konuşabilmek için,” dedi Pieretto, “onun yaptıklarını yapabilmek gerek. Ya da tek kuruş harcamadan yaşamak.”
Bunun üzerine Poli, yıkılmış bir yüzle, “Sahi mi?” dedi. Bunu öyle kaygılı söyledi ki Oreste gülümsemeden edemedi. Beriki hemen kollarını açıp biz de ondan yanaymışız havasıyla omzumuza attı ve çok alçak bir sesle, “Başka bir nedeni var,” dedi.
“Söyle.”
Poli kollarını indirip iç çekti. Gözlerinin derinliğinden, gururu kırılmış gibi bakıyordu bize, şimdi daha da kötü görünüyordu. “Bu gece kendimi bir Tanrı gibi duyumsuyorum,” dedi. Kimse gülmedi. Bir an sessizlik oldu, sonra Oreste’den bir öneri geldi: “Torino’yu görmeye gidelim.”
Yokuştan inip bir dönemeçteki sekiye geldik. Aşağıda Torino’nun ışıkları yansılanıyordu. Sekinin tam ucunda durduk. Poli, kolu Oreste’nin omzunda, ışık denizine baktı. Sonra sigarasını attı, hâlâ bakıyordu.
“Pekâlâ. Ne yapıyoruz?” dedi Oreste.
“İnsan ne kadar küçük,” dedi Poli. “Eğri büğrü sokaklar, avlular, bacalar. Buradan bakınca bir yıldız denizine benziyor. İnsan içinde olunca farkına bile varmıyor.”
Pieretto birkaç adım geri çekildi. Bir çalılığı sularken bağırdı: “Siz bizimle dalga geçiyorsunuz.”
Poli sakindi: “Karşıtlığı severim. Yalnızca karşıtlıklarda insan kendini daha güçlü hissediyor, bedenine üstün geldiğini düşünüyor. Düş kurmuyorum.”
“Kim kuruyor ki?” dedi Oreste. Beriki gözlerini kaldırıp gülümsedi.
“Kim mi? Herkes. O evlerde uyuyan kim varsa. Kendilerinin bir şey olduğunu sanıyorlar, düşler görüyorlar, uyanıyorlar, sevişiyorlar, ‘ben filancayım ve öteki falanca’ ve tersine...”
“Tersine ne?” dedi Pieretto yaklaşarak.
Sözü kesilen Poli, arkasını getiremedi. Lafını ararken parmaklarını çıtlattı. “Yaşamın sıkıcı olduğunu söylüyordun,” dedi Oreste.
“Biz neysek yaşam da o,” dedi Pieretto.
“Oturalım,” dedi Poli. Hiç sarhoşa benzemiyordu. O sıkıntılı gözlerinin de, ipek gömleği, el sıkışı, güzel otomobili gibi olduğuna inanmaya başladım; onun için alışılmış, ondan ayrı düşünülemeyecek şeylerdi. Öylece otların üzerine oturup biraz çene çaldık. Onlar konuşurken ben ağustosböceklerini dinliyordum. Poli, Pieretto’nun iğnelemelerine aldırmaz görünüyor, neden üç gecedir Torino’dan ve insanlardan kaçtığını açıklıyordu ona; bazı otellerden, önemli kişilerden, metreslerden söz etti. Pieretto giderek heyecanlanıp dediklerini onayladıkça, ben soğuyordum adamdan, safın biri olduğuna inanmaya başlamıştım.
23 Şubat

"Bir şey sona ermek üzere. Oturmuş sigaranı tüttürürken, içini kemiren, seni tedirgin eden bir şey olduğunu seziyorsun. Gündelik hayatın dertleri mi seni korkutan? Hayır. Seni korkutan içindeki boşluk. Anılar yok bu şehirde."

Cesare Pavese,
Yaşama Uğraşı (Günlük —1935/1950)
Türkçesi: Cevat Çapan